Dünyanın Zemmi ve Niteliği Hakkında Mev'izeler
Seleften biri şöyle demiştir:
Ey insanlar! Teenniyle hareket edin, daima Allah'tan korkun! Emel ve eceli unutarak aldanmayın, dünyaya meyletmeyin! Çünkü o pek fazla hilebaz, pek fazla kandırıcıdır. Gurur ile size süslü püslü görünmüştür. Sizi temennileriyle aldatmıştır. Müşterisine süslü görünmüştür. Süslenmiş bir gelin gibi olmuştur. Gözler faltaşı gibi açılıp ona bakmakta, kalpler onun üzerine üşüşmekte, nefisler ona aşık olmakta... Oysa o nice aşıklarını öldürmüş, kendisine yaslanan nice kişileri mağlup etmiştir. Bu bakımdan onu hakîkat gözüyle süzünüz. O öyle bir evdir ki onun yok edicileri çok... Onu yaratan onu kötülemiştir. Onun yenisi çürür. Onun mülkü yok olur. Onun azizi zelîl, onun çoğu az ve onun sevgisi ölümdür, onun hayrı elden çıkar. Allah'ın rahmeti sizin üzerinize olsun! Gafletinizden uyanın! Uykunuzdan silkinin! Hem de 'filan adam hastadır' veya "ağır hastadır' denilmezden önce... Acaba ilâç için bir yol var mı? Acaba tabibe giden yol var mı?' denilmeden önce uyanın. Zaman senin için şifa ummadığı halde doktorlar senin için çağrılacaktır. Sonra 'Filan adam vasiyet etti, malını saydı' denir. Sonra 'Dili ağırlaştı, arkadaşlarıyla konuşamıyor, komşularını tanımıyor!' denir. O anda senin alnın ter döker. İnlemelerinin biri diğerini takip eder. Yakînin yerinde kalır, gözlerin yerinden fırlar, zanların doğrulanır, dilin ağırlaşıp kekeler, arkadaşların ağlar... Sana denir ki: 'Bu senin oğlundur, bu senin kardeşindir'. Oysa sen konuşmadan menedilmişsindir konuşamazsın. Senin dilin mühürlenmiştir. Artık kurtulamaz. Sonra kaza ve kader senin başına konur, canın bedeninden ayrılır, göklere doğru götürülür. O anda arkadaşların toplanır, kefenin hazırlanır. Seni yıkar kefene sararlar. Senin ziyaretçilerinin ardı kesilir. Senden nefret edenler rahata kavuşur. Senin ehlin ve aile efradın servetine el koymak üzere etrafından dağılıp giderler. Sen amellerinin rehini olarak kalırsın.
Seleften biri, hükümdarın birine şöyle demiştir:
Dünyayı zemmetmek ve dünyadan nefret etmek bakımından insanların en müstehakı, dünyada kendisine bolluk verilmiş, dünyadan kendisinin ihtiyaçları kendisine bahşedilmiş bir kimsedir. Çünkü böyle bir kimse malına hücum edip malını silip süpüren bir belayı veya topladığına hücum edip de onu darmadağın edip götüren bir felâketi veya saltanatının temellerini yıkan veya bedenine girip de kendisini hasta eden veya arkadaşları arasında elinden çıkarmak istemediği bir şeyini elinden alan bir felâketi bekler. Bu bakımdan dünya kötülenmeye (övmekten daha) müstehaktır. Zira verdiğini alan, hibesinden cayan elbette dünyadır. Arkadaşının yüzüne güldüğü anda bir de bakarsın ki onu başkasına gülünç yapmış! Arkadaşı için ağlarken bakarsın ki başkasını onun için ağlatır. Elini vermek için açtığı halde bakarsın ki geri alır. Bugün arkadaşının başına taç koyar, yarın toprakla o kelleyi sıyırır. Dünya için, gidenin gidişi, kalanın kalışı eşittir. Dünya, kalanı gidenin yerine halef görür. Onların herbirinin diğerinin bedeli olmasına razı olur.
Hasan Basrî, Ömer b. Abdülaziz'e (halife seçildiğinde) şöyle yazdı:
Malum olsun ki dünya ikamet evi değil, kendisinden göç etme evidir. Adem (a.s) cennetten dünyaya cezalı olarak inmiştir. Ey mü'minlerin emîri! O halde dünyadan sakın! Zira dünyadan alınan azık, onu terketmektir. Dünyadan alınan zenginlik, onun fakirliğidir. Dünyanın her an öldürdüğü biri vardır. Dünyayı azîz edeni dünya zelîl eder. Dünyayı toplayanı, dünya fakir yapar. Dünya zehir gibidir, bilmeyen bir kimse onu yutar. Fakat içinde kendi ölümü
vardır. Bu bakımdan sen dünyada, yarasını tedavi edip saran gibi ol! Böyle bir kimse, istemeyenin korkusundan az korunur. İlâcın zahmetine, hastalığın uzunluğundan korkarak tahammül eder. O halde şu hilekâr dünyadan, şu kandırıcı, aldatıcı dünyadan sakın! O dünya ki hilesiyle süs-lenmiş, gururuyla fitnelendirmiş, emelleriyle cazibeli görünmüş, hitabıyla geciktirilmiştir. Bu bakımdan dünya telli duvaklı bir gelin gibi olmuştur. Gözler ona bakar, kalpler onun hayrânı, nefisler onun aşığıdır. Oysa o bütün kocalarından nefret eder.
Buna rağmen kalan, geçenden ibret almamakta, son gelen önce gelenden ders almamaktadır. Allah'ı bilen bir ârif kendisine dünyadan haber verdiği halde nasihat almamakta... Dünyanın aşığı ondan ihtiyacını elde etmiş, aldanmış, haddini aşmış, âhireti unutmuştur. Aklını dünyaya kullanmış, dünya onun ayağını kaydırmış, pişmanlığı büyüdükçe büyümüş, hasreti oldukça çoğalmış, ölümün pişmanlığı artmış, ölümün sıkıntı ve elemleri üzerine çökmüş, maksadın elden çıkmasının acısını duymuştur! Dünyanın istekçisi dünyadan isteğini elde edememiş, nefsini rahat ettirememiş, azıksız dünyadan çıkmış, hazırlıksız bir zemine varmıştır.
Ey mü'minlerin emîri! Sen dünyadan sakın!
Ey mü'minlerin emîri! Dünyadan sakın! Dünyada çok sevildiğin zaman ondan çok sakın! Çünkü dünyanın sahibi ne zaman dünyanın sevgisine güvenirse, mutlaka dünya onu bir zahmete sürükler. Dünya ehlinin arasında sevilen aldanmıştır. Dünyadan faydalanan hilebaz ve zararlıdır. Dünyada olan genişlikler bela ile bitişiktir. Dünyadaki beka, faniliğe döner. Bu bakımdan dünyanın sevgisi, üzüntülerle karışıktır. Dünyadan giden dünyaya geri gelmez. Geleni bilinmez ki beklenilsin. Dünyanın ümitleri yalancı, emelleri bâtıldır. Doğruluğu bulanıktır, hayatı zikzaklıdır. Ademoğlu dünyada daima tehlike ile karşı karşıyadır. Eğer düşünürse, kendisi nimetler içerisinde bile tehlikeden ve beladan sakınmak zorundadır. Eğer yaratan dünyadan hiçbir haber vermemiş olsaydı ve dünya için hiçbir darb-ı mesel beyan etmemiş olsaydı, yine de dünya uyuyanı uyandırır, gâfili in-tibaha getirirdi. Allah, dünya hususunda uyarıcı ve sakındırıcı gönderdiği halde nasıl böyle olmasın? Dünyanın
Allah nezdinde bir kıymeti yok... Yaratıldığından beri ona bir defacık olsun (şefkatle) bakmamıştır.36
Dünya, bütün anahtar ve hazineleriyle senin peygamberine kendisini arzetti. Oysa dünya onun olsaydı, Allah nezdindeki mertebesinden bir sivrisinek kanadı kadar eksiltmezdi. Buna rağmen peygamber'in onu kabul etmekten çekindi. Zira Allah'ın emrine muhalefet etmeyi kerih gördü ve yaradanının nefret ettiğini sevmeyi istemedi veya padişahı tarafından kıymetsiz sayılanı yüceltmeyi arzu etmedi. O öyle bir dünya ki Allah Teâlâ imtihan için onu sâlih kullarından esirgemiş, aldatmak için düşmanlarına alabildiğine vermiştir. Dünya ile mağrur olan ve dünyaya gücü yeten, kendisine dünya ile ikram edildiğini düşünür ve Allah Teâlâ Hz. Peygamber'i karnının üzerine taş bağladığında unutmuş zanneder. Oysa Hz. Peygamber Allah'ın Musa'ya şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sen zenginliğin gelişini gördüğünde de ki: 'Bir günahtır. Onun cezası acelece verilir'. Fakirliğin gelişini gördüğünde de ki: 'Sâlih kimselerin şiarına merhabalar!'
Eğer dilersen Hz. İsa'ya uy! Zira o şöyle diyordu: 'Benim katığım açlık, alâmet-i fârikam korku, elbisem yün... Kış mevsiminde ateşim güneşin ışınları, lambam ay, bineğim ayaklarım, yemeğim ve meyvem yerin bitirdiği bitkiler.. Benim hiçbir şeyim olmadığı halde akşamlıyor, hiçbir şeyim olmadığı halde sabahlıyorum. Oysa yeryüzünde benden daha zengin hiçbir kimse yoktur'.
Vehb b. Münebbih şöyle anlatır:
Allah Teâlâ, Hz. Musa'yı, Firavuna gönderdiği zaman şöyle buyurmuştur: 'Firavun'un dünyada giymiş olduğu elbise sizi şaşırtmasın. Çünkü onun perçemi benim kudret elimdedir. Ben izin vermeden o konuşamaz, bakamaz, nefes alamaz. Sakın onun dünyadan edinmiş olduğu lezzetler sizi hayrete düşürmesin! Çünkü o cilveli yaşantı, dünya hayatının geçici cilvesidir, israfçıların ziynetidir. Eğer ben ikinizi dünya ziynetiyle ziynetlendirmek isteseydim, Firavun o ziyneti gördüğü zaman anlardı ki size verilen nimete gücü ve takati yetmez. Bunu yapabilirdim. Fakat ben sizi böyle şeyden uzak tutuyorum. O ziyneti sizden esirgiyorum. Ben halis kullarıma hep böyle yaparım. Ben onları dünya nimetlerinden şefkatli bir çobanın tehlikeli otlaklardan koyunlarını koruduğu gibi korurum. Şefkatli çobanın devesini uyuz eden konaklardan uzaklaştırdığı ve sakındırdığı gibi onları dünyanın sığınaklarından korur ve uzaklaştırırım. Böyle yapmak, onların nezdinde kıymetsizliklerine hamledilemez! Fakat benim ikramımdan uzak bir vaziyette bolca nasiplerini tamamlamasınlar diye yapıyorum. Ancak benim velî kullarım bana zillet, korku, huşû, hudû ve kalplerinde yerleşen takvâ, bedenlerinde görülen vera ile süslenirler. Bunlar onların giydiği elbiseleri ve hissettikleri kalpleridir. Dolayısıyla zaferi elde edecek kurtuluşları, umdukları emelleri ve medar-ı iftiharları olan iyi hasletleridir. Bilinmelerine vesile olan simalarıdır. Sen onlara rastladığın zaman kanatlarını onlar için ger! Kalbini ve dilini onlar için kolaylaştır. Kim benim velî kullarımdan birini korkutursa, o bana karşı savaş açmış olur. Sonra o velî kulumun intikamını, kıyamet gününde ben alırım.
Hz. Ali, bir hutbe okuyarak şöyle demiştir:
Bilin ki muhakkak öleceksiniz. Ölümden sonra dirilip amellerinizin yanında durdurulacaksınız. Amellerinizle ceza-landırılacaksınız. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın! Çünkü dünya hayatı bela ila çepeçevre sarılıdır. Fanilikle bilinir, hile ile vasıflıdır. Dünya hayatında her ne varsa, zevale doğru gidiyor. Dünya dünyalılar arasında dönen bir dolap gibidir. Onun durumları hiçbir zaman devam etmez. Ona binenler hiçbir zaman şerrinden emin olamazlar. Aile efradı, ondan gelen bir genişlik, zevk ve safâ içinde bulundukları bir anda bakarsın ki bir bela ve aldatmaya uğrarlar. Değişik durumlar, geçici teller çalıp durmakta.. Dünyada yaşamak kötü, dünyada bolluk devam etmekte.... Dünyanın ehli dünyada hemen oklanmaya hazırlanan hedefler... Dünya onları ok yağmuruna tutmakta, ölümüyle onları uzaklaştırmakta... Herbirinin ölümü dünyada takdir edilmiş... Onun nasibi dünyada boldur.
Ey Allah'ın kulları! Bilin ki sizler ve içinde bulunduğunuz şu dünya, ömürleri daha uzun olan geçmiş kimselerin yolu üzerindesiniz. Kuvvetçe sizden daha güçlü, sizden daha fazla dünyayı tamir eden ve eserleri sizden daha çok olan kimselerin yoluna devam ediyorsunuz. O kimselerin sesleri uzun zaman titreştikten sonra susmuş, sükûta uğramıştır. Cesedleri çürümüş, köyleri, beldeleri ve evleri olduğu yerde harap olmuş, boş kalmış... Eserleri silinmekte, koca koca köşkler, tahtlar ve halılar yerine lâhitli ve mezarlarda biri diğerine dayanmış taşlar ve kayalıklar konmaktadır. Bu bakımdan onların yeri korkulu... Orada duranlar garip.. Tanımadıkları bir diyarın halkına katılmış, dertli ve meşgâlesi olan bir memleketin insanlarıyla beraberler. Mâmur köşk ve saraylarla ünsiyet etmiyorlar. Komşu ve arkadaşların birbirini ziyaret etmesi gibi şeyler yoktur. Oysa mekanca ve komşulukça pek yakındırlar birbirlerine. Evce birbirinin bitişiğinde... aralarında nasıl konuşma olacaktır? Oysa belâ bütün varlığıyla onları kuşatmıştır. Kocaman taşlar ve topraklar onları yemiştir. Hayattan sonra ölmüşler, maişetin parlaklığından sonra kupkuru kemik olmuşlar. Dostlar onlardan kaçınmakta, onlar toprağın altında durmakta, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmaktalar! Heyhat! Heyhat!
Nihayet o müşriklerin herbirine ölüm geldiği vakit şöyle diyecekler: 'Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki ben terkettiğim imanı yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım!' Hayır! (Artık dünyaya dönülmez!) Müşriklerden herbirinin söylediği bu sözler, söyleyene ait faydasız bir laftır. Önlerinde ise bir mezar vardır. Diriltilecekleri güne kadar oradadırlar.(Mü'minûn/99-100)
Sanki sizler de onların uğradıkları bela ve mezardaki tenhalığa girmişsiniz. O yerde amellerinizin rehini olarak buluyorsunuz. O emanet yeri sizi kucaklamıştır. Acaba gördüğünüz kabirler, içlerindekini dışarıya saçtığı, göğüsler içlerindekini dışarıya attığı zaman sizin haliniz ne olacaktır? Yaptıklarınızın hesabı için durdurulduğunuz, azîm olan padişahın huzuruna çıkarıldığınız, kalbinizin günahlardan dolayı korkudan yerinden fırladığı, perdelerinizin yırtıldığı, ayıplarınızın ve gizlilerinizin meydana çıktığı zaman haliniz ne olacaktır! İşte o zaman her nefis yaptığından sorumlu olup karşılığını görecektir.
Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah'ındır ki kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle mükâfatlandırsın.(Necm/31)
Kitab (ortaya) konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden korkarak 'Vah bize, bu kitab da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!' dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.(Kehf/49)
Allah Teâlâ bizleri ve sizleri kitabıyla amel eden kullarından eylesin. Dostlarına tâbî olanlardan kılsın ki, bizi ve sizleri dârülmakam olan cennete yerleştirsin... Çünkü Allah hamid (hamdedilen) ve mecîd (övülendir).37
Hukemâdan biri şöyle demiştir:
Günler oklardır, insanlar hedefler... Zaman her gün sana ok atıyor! Seni gece ve günleriyle deliyor! Böylece bütün parçalarını delinceye kadar atmaya devam ediyor. Acaba senin selâmetinin bekası, gecelerle beraber nerede kalır? Eğer günlerin sende meydana getirdiği eksikliği görebilseydin her geçen günden nefret ederdin. Geçen saatler sana pek ağır gelirdi. Fakat Allah'ın tedbiri, ibret almanın tedbirinin üstün-dedir. Dünyanın tehlikelerine sabır göstermen sayesinde dünya lezzetlerinin tadı hissedilmektedir. Oysa o dünya hâkim tarafından yoğrulduğu zaman alkam denilen maddeden daha acıydı. Vasfedici, dünyanın ayıplarını saymaktan acizdir. Dünyanın getirdiği acaiplikler, vâizin ihâta edip anlatmasının çok üstündedir. Ya rabbî bizi sevaba irşâd eyle!38
Hukemâdan birine dünyanın vasfı ve ne kadar kalacağı sorulduğunda şöyle demiştir:
Dünyada senin vaktin şu ki, o vakitte senin gözün sana döner. Çünkü daha önce geçen zamanın idrâki elinden çıkmıştır. Gelecek zaman hakkında ise bir bilgiye sahip değilsin. Zaman, gecesi tarafından matemi tutulan, saatleri tarafından durdurulan bir günden ibarettir. Hâdiseleri bozması ve eksiltmesi ile durmadan insanoğlunun üzerine akıp gelmektedir. Zaman, cemiyetleri dağıtmaya, derli toplu olanları yıkmaya, devletleri değiştirmeye vekil kılınmıştır. Emel uzundur, ömür kısa... Bütün işler ise Allah'a döner.
Ömer b. Abdülaziz (r.a), bir hutbesinde şöyle demiştir:
Ey insanlar! Muhakkak sizler öyle bir iş için yaratıldınız ki eğer siz onu tasdik ederseniz muhakkak ahmaksınız, eğer onu yalanlarsanız, muhakkak helâk olanlardansınız. Siz edeb için yaratıldınız. Fakat sizler, bir evden bir eve naklediliyorsunuz. Ey Allah'ın kulları! Siz öyle bir evde bulunuyorsunuz ki o evde sizler için yiyeceklerinizde zehir, içeceklerinizde zakkum vardır. Ancak ayrılmayı istemediğiniz bir şeyden ayrılmak sûretiyle o evde sizi sevindiren bir nimet elde edebilirsiniz! Bu bakımdan son varacağınız konak için çalışınız! Edediyyen kalacağınız ev için çaba sarfediniz!
Bunu söyledikten sonra ağlamaktan konuşamaz bir hâle geldi ve minberden indi.
Hz. Ali bir hutbesinde şöyle demiştir:
Size Allah'tan sakınmayı tavsiye ediyorum. Sizi terkeden dünyayı terketmeyi istemiyorsanız da... O dünya ki bedenlerinizi çürütüyor. Siz ise onu yemlemek istiyorsunuz! Sizin ve dünyanın misâli, seferde olan bir grubun misâline benziyor, bu grup sanki yolculuklarının sonuna varmışlar, sanki bir işarete ulaşmışlar. Oysa sona varmak için daha ne kadar zamanın akıp geçmesi gerekiyor? Nice kişi vardır ki dünyada bir günü kaldığı, kendisini arayan biri arkasına takıldığı halde dünyada kalmayı ve ayrılmamayı ümit ediyor! Bu bakımdan dünyanın şiddet ve saldırısından ürkmeyin. Çünkü, yokluğa doğru gidiyor. Dünyaya tâlip olana hay-ret ediyorum; ölüm onu aradığı halde o dünyayı arıyor.
Kendisi gâfil olduğu halde kendisinden gâfil olunmamaktadır.
Muhammed b. Hasan39 şöyle demiştir:
Edeb, mârifet, ilim ve fazilet ehli, Allah Teâlâ'nın dünyayı hakir kıldığını ve dostları için dünyaya razı olmadığını, dünyanın onun nezdinde hakir ve önemsiz olduğunu Hz. Peygamber'in dünyada zâhid olup, ashabını onun fitnesin-den sakındırdığını bildikleri zaman ondan az yediler. Fazlasını ahiret için gönderdiler. Dünyadan kendilerine yetecek kadarını aldılar. Meşgul edeni bıraktılar. Elbiselerden avretlerini örtecek kadarını giydiler. Yemekten açlığı giderecek kadarını yediler. Dünyaya yok olacak gözüyle baktılar. Ahirete ebedî kalacak gözüyle nazar ettiler. Bu bakımdan onlar dünyadan bir binicinin azığı kadar azıklandılar. Dünyayı harap edip onunla ahireti tamir ettiler. Ahirete kalpleriyle bakıp, gelecekte ona gözleriyle bakacaklarını anladılar. Bedenleriyle ahirete yakında irtihal edeceklerini bildikleri için kalpleriyle ahirete irtihal ettiler. Az yoruldular. Uzun zaman nimetlendiler. Bütün bunlar, kerim olan mevlâlarının tevfiki ile oldu. Mevlâlarının kendileri için sevdiğini sevdiler, kerih gördüğünü de kınadılar.
___________________
36)İbn Ebî Dünya, (mürsel olarak);İmam Ahmed ve Taberânî (muttasıl olarak)
37)Şerif er-Radî, bu hutbeyi Nehc'ul-Belâğa'da zikretmiştir.
38)Hasan Basrî'nin, Ömer b, Abdülaziz'e yazdığı mektup burada son buldu.
Ey insanlar! Teenniyle hareket edin, daima Allah'tan korkun! Emel ve eceli unutarak aldanmayın, dünyaya meyletmeyin! Çünkü o pek fazla hilebaz, pek fazla kandırıcıdır. Gurur ile size süslü püslü görünmüştür. Sizi temennileriyle aldatmıştır. Müşterisine süslü görünmüştür. Süslenmiş bir gelin gibi olmuştur. Gözler faltaşı gibi açılıp ona bakmakta, kalpler onun üzerine üşüşmekte, nefisler ona aşık olmakta... Oysa o nice aşıklarını öldürmüş, kendisine yaslanan nice kişileri mağlup etmiştir. Bu bakımdan onu hakîkat gözüyle süzünüz. O öyle bir evdir ki onun yok edicileri çok... Onu yaratan onu kötülemiştir. Onun yenisi çürür. Onun mülkü yok olur. Onun azizi zelîl, onun çoğu az ve onun sevgisi ölümdür, onun hayrı elden çıkar. Allah'ın rahmeti sizin üzerinize olsun! Gafletinizden uyanın! Uykunuzdan silkinin! Hem de 'filan adam hastadır' veya "ağır hastadır' denilmezden önce... Acaba ilâç için bir yol var mı? Acaba tabibe giden yol var mı?' denilmeden önce uyanın. Zaman senin için şifa ummadığı halde doktorlar senin için çağrılacaktır. Sonra 'Filan adam vasiyet etti, malını saydı' denir. Sonra 'Dili ağırlaştı, arkadaşlarıyla konuşamıyor, komşularını tanımıyor!' denir. O anda senin alnın ter döker. İnlemelerinin biri diğerini takip eder. Yakînin yerinde kalır, gözlerin yerinden fırlar, zanların doğrulanır, dilin ağırlaşıp kekeler, arkadaşların ağlar... Sana denir ki: 'Bu senin oğlundur, bu senin kardeşindir'. Oysa sen konuşmadan menedilmişsindir konuşamazsın. Senin dilin mühürlenmiştir. Artık kurtulamaz. Sonra kaza ve kader senin başına konur, canın bedeninden ayrılır, göklere doğru götürülür. O anda arkadaşların toplanır, kefenin hazırlanır. Seni yıkar kefene sararlar. Senin ziyaretçilerinin ardı kesilir. Senden nefret edenler rahata kavuşur. Senin ehlin ve aile efradın servetine el koymak üzere etrafından dağılıp giderler. Sen amellerinin rehini olarak kalırsın.
Seleften biri, hükümdarın birine şöyle demiştir:
Dünyayı zemmetmek ve dünyadan nefret etmek bakımından insanların en müstehakı, dünyada kendisine bolluk verilmiş, dünyadan kendisinin ihtiyaçları kendisine bahşedilmiş bir kimsedir. Çünkü böyle bir kimse malına hücum edip malını silip süpüren bir belayı veya topladığına hücum edip de onu darmadağın edip götüren bir felâketi veya saltanatının temellerini yıkan veya bedenine girip de kendisini hasta eden veya arkadaşları arasında elinden çıkarmak istemediği bir şeyini elinden alan bir felâketi bekler. Bu bakımdan dünya kötülenmeye (övmekten daha) müstehaktır. Zira verdiğini alan, hibesinden cayan elbette dünyadır. Arkadaşının yüzüne güldüğü anda bir de bakarsın ki onu başkasına gülünç yapmış! Arkadaşı için ağlarken bakarsın ki başkasını onun için ağlatır. Elini vermek için açtığı halde bakarsın ki geri alır. Bugün arkadaşının başına taç koyar, yarın toprakla o kelleyi sıyırır. Dünya için, gidenin gidişi, kalanın kalışı eşittir. Dünya, kalanı gidenin yerine halef görür. Onların herbirinin diğerinin bedeli olmasına razı olur.
Hasan Basrî, Ömer b. Abdülaziz'e (halife seçildiğinde) şöyle yazdı:
Malum olsun ki dünya ikamet evi değil, kendisinden göç etme evidir. Adem (a.s) cennetten dünyaya cezalı olarak inmiştir. Ey mü'minlerin emîri! O halde dünyadan sakın! Zira dünyadan alınan azık, onu terketmektir. Dünyadan alınan zenginlik, onun fakirliğidir. Dünyanın her an öldürdüğü biri vardır. Dünyayı azîz edeni dünya zelîl eder. Dünyayı toplayanı, dünya fakir yapar. Dünya zehir gibidir, bilmeyen bir kimse onu yutar. Fakat içinde kendi ölümü
vardır. Bu bakımdan sen dünyada, yarasını tedavi edip saran gibi ol! Böyle bir kimse, istemeyenin korkusundan az korunur. İlâcın zahmetine, hastalığın uzunluğundan korkarak tahammül eder. O halde şu hilekâr dünyadan, şu kandırıcı, aldatıcı dünyadan sakın! O dünya ki hilesiyle süs-lenmiş, gururuyla fitnelendirmiş, emelleriyle cazibeli görünmüş, hitabıyla geciktirilmiştir. Bu bakımdan dünya telli duvaklı bir gelin gibi olmuştur. Gözler ona bakar, kalpler onun hayrânı, nefisler onun aşığıdır. Oysa o bütün kocalarından nefret eder.
Buna rağmen kalan, geçenden ibret almamakta, son gelen önce gelenden ders almamaktadır. Allah'ı bilen bir ârif kendisine dünyadan haber verdiği halde nasihat almamakta... Dünyanın aşığı ondan ihtiyacını elde etmiş, aldanmış, haddini aşmış, âhireti unutmuştur. Aklını dünyaya kullanmış, dünya onun ayağını kaydırmış, pişmanlığı büyüdükçe büyümüş, hasreti oldukça çoğalmış, ölümün pişmanlığı artmış, ölümün sıkıntı ve elemleri üzerine çökmüş, maksadın elden çıkmasının acısını duymuştur! Dünyanın istekçisi dünyadan isteğini elde edememiş, nefsini rahat ettirememiş, azıksız dünyadan çıkmış, hazırlıksız bir zemine varmıştır.
Ey mü'minlerin emîri! Sen dünyadan sakın!
Ey mü'minlerin emîri! Dünyadan sakın! Dünyada çok sevildiğin zaman ondan çok sakın! Çünkü dünyanın sahibi ne zaman dünyanın sevgisine güvenirse, mutlaka dünya onu bir zahmete sürükler. Dünya ehlinin arasında sevilen aldanmıştır. Dünyadan faydalanan hilebaz ve zararlıdır. Dünyada olan genişlikler bela ile bitişiktir. Dünyadaki beka, faniliğe döner. Bu bakımdan dünyanın sevgisi, üzüntülerle karışıktır. Dünyadan giden dünyaya geri gelmez. Geleni bilinmez ki beklenilsin. Dünyanın ümitleri yalancı, emelleri bâtıldır. Doğruluğu bulanıktır, hayatı zikzaklıdır. Ademoğlu dünyada daima tehlike ile karşı karşıyadır. Eğer düşünürse, kendisi nimetler içerisinde bile tehlikeden ve beladan sakınmak zorundadır. Eğer yaratan dünyadan hiçbir haber vermemiş olsaydı ve dünya için hiçbir darb-ı mesel beyan etmemiş olsaydı, yine de dünya uyuyanı uyandırır, gâfili in-tibaha getirirdi. Allah, dünya hususunda uyarıcı ve sakındırıcı gönderdiği halde nasıl böyle olmasın? Dünyanın
Allah nezdinde bir kıymeti yok... Yaratıldığından beri ona bir defacık olsun (şefkatle) bakmamıştır.36
Dünya, bütün anahtar ve hazineleriyle senin peygamberine kendisini arzetti. Oysa dünya onun olsaydı, Allah nezdindeki mertebesinden bir sivrisinek kanadı kadar eksiltmezdi. Buna rağmen peygamber'in onu kabul etmekten çekindi. Zira Allah'ın emrine muhalefet etmeyi kerih gördü ve yaradanının nefret ettiğini sevmeyi istemedi veya padişahı tarafından kıymetsiz sayılanı yüceltmeyi arzu etmedi. O öyle bir dünya ki Allah Teâlâ imtihan için onu sâlih kullarından esirgemiş, aldatmak için düşmanlarına alabildiğine vermiştir. Dünya ile mağrur olan ve dünyaya gücü yeten, kendisine dünya ile ikram edildiğini düşünür ve Allah Teâlâ Hz. Peygamber'i karnının üzerine taş bağladığında unutmuş zanneder. Oysa Hz. Peygamber Allah'ın Musa'ya şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sen zenginliğin gelişini gördüğünde de ki: 'Bir günahtır. Onun cezası acelece verilir'. Fakirliğin gelişini gördüğünde de ki: 'Sâlih kimselerin şiarına merhabalar!'
Eğer dilersen Hz. İsa'ya uy! Zira o şöyle diyordu: 'Benim katığım açlık, alâmet-i fârikam korku, elbisem yün... Kış mevsiminde ateşim güneşin ışınları, lambam ay, bineğim ayaklarım, yemeğim ve meyvem yerin bitirdiği bitkiler.. Benim hiçbir şeyim olmadığı halde akşamlıyor, hiçbir şeyim olmadığı halde sabahlıyorum. Oysa yeryüzünde benden daha zengin hiçbir kimse yoktur'.
Vehb b. Münebbih şöyle anlatır:
Allah Teâlâ, Hz. Musa'yı, Firavuna gönderdiği zaman şöyle buyurmuştur: 'Firavun'un dünyada giymiş olduğu elbise sizi şaşırtmasın. Çünkü onun perçemi benim kudret elimdedir. Ben izin vermeden o konuşamaz, bakamaz, nefes alamaz. Sakın onun dünyadan edinmiş olduğu lezzetler sizi hayrete düşürmesin! Çünkü o cilveli yaşantı, dünya hayatının geçici cilvesidir, israfçıların ziynetidir. Eğer ben ikinizi dünya ziynetiyle ziynetlendirmek isteseydim, Firavun o ziyneti gördüğü zaman anlardı ki size verilen nimete gücü ve takati yetmez. Bunu yapabilirdim. Fakat ben sizi böyle şeyden uzak tutuyorum. O ziyneti sizden esirgiyorum. Ben halis kullarıma hep böyle yaparım. Ben onları dünya nimetlerinden şefkatli bir çobanın tehlikeli otlaklardan koyunlarını koruduğu gibi korurum. Şefkatli çobanın devesini uyuz eden konaklardan uzaklaştırdığı ve sakındırdığı gibi onları dünyanın sığınaklarından korur ve uzaklaştırırım. Böyle yapmak, onların nezdinde kıymetsizliklerine hamledilemez! Fakat benim ikramımdan uzak bir vaziyette bolca nasiplerini tamamlamasınlar diye yapıyorum. Ancak benim velî kullarım bana zillet, korku, huşû, hudû ve kalplerinde yerleşen takvâ, bedenlerinde görülen vera ile süslenirler. Bunlar onların giydiği elbiseleri ve hissettikleri kalpleridir. Dolayısıyla zaferi elde edecek kurtuluşları, umdukları emelleri ve medar-ı iftiharları olan iyi hasletleridir. Bilinmelerine vesile olan simalarıdır. Sen onlara rastladığın zaman kanatlarını onlar için ger! Kalbini ve dilini onlar için kolaylaştır. Kim benim velî kullarımdan birini korkutursa, o bana karşı savaş açmış olur. Sonra o velî kulumun intikamını, kıyamet gününde ben alırım.
Hz. Ali, bir hutbe okuyarak şöyle demiştir:
Bilin ki muhakkak öleceksiniz. Ölümden sonra dirilip amellerinizin yanında durdurulacaksınız. Amellerinizle ceza-landırılacaksınız. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın! Çünkü dünya hayatı bela ila çepeçevre sarılıdır. Fanilikle bilinir, hile ile vasıflıdır. Dünya hayatında her ne varsa, zevale doğru gidiyor. Dünya dünyalılar arasında dönen bir dolap gibidir. Onun durumları hiçbir zaman devam etmez. Ona binenler hiçbir zaman şerrinden emin olamazlar. Aile efradı, ondan gelen bir genişlik, zevk ve safâ içinde bulundukları bir anda bakarsın ki bir bela ve aldatmaya uğrarlar. Değişik durumlar, geçici teller çalıp durmakta.. Dünyada yaşamak kötü, dünyada bolluk devam etmekte.... Dünyanın ehli dünyada hemen oklanmaya hazırlanan hedefler... Dünya onları ok yağmuruna tutmakta, ölümüyle onları uzaklaştırmakta... Herbirinin ölümü dünyada takdir edilmiş... Onun nasibi dünyada boldur.
Ey Allah'ın kulları! Bilin ki sizler ve içinde bulunduğunuz şu dünya, ömürleri daha uzun olan geçmiş kimselerin yolu üzerindesiniz. Kuvvetçe sizden daha güçlü, sizden daha fazla dünyayı tamir eden ve eserleri sizden daha çok olan kimselerin yoluna devam ediyorsunuz. O kimselerin sesleri uzun zaman titreştikten sonra susmuş, sükûta uğramıştır. Cesedleri çürümüş, köyleri, beldeleri ve evleri olduğu yerde harap olmuş, boş kalmış... Eserleri silinmekte, koca koca köşkler, tahtlar ve halılar yerine lâhitli ve mezarlarda biri diğerine dayanmış taşlar ve kayalıklar konmaktadır. Bu bakımdan onların yeri korkulu... Orada duranlar garip.. Tanımadıkları bir diyarın halkına katılmış, dertli ve meşgâlesi olan bir memleketin insanlarıyla beraberler. Mâmur köşk ve saraylarla ünsiyet etmiyorlar. Komşu ve arkadaşların birbirini ziyaret etmesi gibi şeyler yoktur. Oysa mekanca ve komşulukça pek yakındırlar birbirlerine. Evce birbirinin bitişiğinde... aralarında nasıl konuşma olacaktır? Oysa belâ bütün varlığıyla onları kuşatmıştır. Kocaman taşlar ve topraklar onları yemiştir. Hayattan sonra ölmüşler, maişetin parlaklığından sonra kupkuru kemik olmuşlar. Dostlar onlardan kaçınmakta, onlar toprağın altında durmakta, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmaktalar! Heyhat! Heyhat!
Nihayet o müşriklerin herbirine ölüm geldiği vakit şöyle diyecekler: 'Rabbim! Beni dünyaya geri çevir ki ben terkettiğim imanı yerine getirip sâlih bir amelde bulunayım!' Hayır! (Artık dünyaya dönülmez!) Müşriklerden herbirinin söylediği bu sözler, söyleyene ait faydasız bir laftır. Önlerinde ise bir mezar vardır. Diriltilecekleri güne kadar oradadırlar.(Mü'minûn/99-100)
Sanki sizler de onların uğradıkları bela ve mezardaki tenhalığa girmişsiniz. O yerde amellerinizin rehini olarak buluyorsunuz. O emanet yeri sizi kucaklamıştır. Acaba gördüğünüz kabirler, içlerindekini dışarıya saçtığı, göğüsler içlerindekini dışarıya attığı zaman sizin haliniz ne olacaktır? Yaptıklarınızın hesabı için durdurulduğunuz, azîm olan padişahın huzuruna çıkarıldığınız, kalbinizin günahlardan dolayı korkudan yerinden fırladığı, perdelerinizin yırtıldığı, ayıplarınızın ve gizlilerinizin meydana çıktığı zaman haliniz ne olacaktır! İşte o zaman her nefis yaptığından sorumlu olup karşılığını görecektir.
Göklerde ve yerde bulunan herşey Allah'ındır ki kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle mükâfatlandırsın.(Necm/31)
Kitab (ortaya) konulmuştur. Suçluların onun içindekilerden korkarak 'Vah bize, bu kitab da ne oluyor, ne küçük ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!' dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabbin kimseye zulmetmez.(Kehf/49)
Allah Teâlâ bizleri ve sizleri kitabıyla amel eden kullarından eylesin. Dostlarına tâbî olanlardan kılsın ki, bizi ve sizleri dârülmakam olan cennete yerleştirsin... Çünkü Allah hamid (hamdedilen) ve mecîd (övülendir).37
Hukemâdan biri şöyle demiştir:
Günler oklardır, insanlar hedefler... Zaman her gün sana ok atıyor! Seni gece ve günleriyle deliyor! Böylece bütün parçalarını delinceye kadar atmaya devam ediyor. Acaba senin selâmetinin bekası, gecelerle beraber nerede kalır? Eğer günlerin sende meydana getirdiği eksikliği görebilseydin her geçen günden nefret ederdin. Geçen saatler sana pek ağır gelirdi. Fakat Allah'ın tedbiri, ibret almanın tedbirinin üstün-dedir. Dünyanın tehlikelerine sabır göstermen sayesinde dünya lezzetlerinin tadı hissedilmektedir. Oysa o dünya hâkim tarafından yoğrulduğu zaman alkam denilen maddeden daha acıydı. Vasfedici, dünyanın ayıplarını saymaktan acizdir. Dünyanın getirdiği acaiplikler, vâizin ihâta edip anlatmasının çok üstündedir. Ya rabbî bizi sevaba irşâd eyle!38
Hukemâdan birine dünyanın vasfı ve ne kadar kalacağı sorulduğunda şöyle demiştir:
Dünyada senin vaktin şu ki, o vakitte senin gözün sana döner. Çünkü daha önce geçen zamanın idrâki elinden çıkmıştır. Gelecek zaman hakkında ise bir bilgiye sahip değilsin. Zaman, gecesi tarafından matemi tutulan, saatleri tarafından durdurulan bir günden ibarettir. Hâdiseleri bozması ve eksiltmesi ile durmadan insanoğlunun üzerine akıp gelmektedir. Zaman, cemiyetleri dağıtmaya, derli toplu olanları yıkmaya, devletleri değiştirmeye vekil kılınmıştır. Emel uzundur, ömür kısa... Bütün işler ise Allah'a döner.
Ömer b. Abdülaziz (r.a), bir hutbesinde şöyle demiştir:
Ey insanlar! Muhakkak sizler öyle bir iş için yaratıldınız ki eğer siz onu tasdik ederseniz muhakkak ahmaksınız, eğer onu yalanlarsanız, muhakkak helâk olanlardansınız. Siz edeb için yaratıldınız. Fakat sizler, bir evden bir eve naklediliyorsunuz. Ey Allah'ın kulları! Siz öyle bir evde bulunuyorsunuz ki o evde sizler için yiyeceklerinizde zehir, içeceklerinizde zakkum vardır. Ancak ayrılmayı istemediğiniz bir şeyden ayrılmak sûretiyle o evde sizi sevindiren bir nimet elde edebilirsiniz! Bu bakımdan son varacağınız konak için çalışınız! Edediyyen kalacağınız ev için çaba sarfediniz!
Bunu söyledikten sonra ağlamaktan konuşamaz bir hâle geldi ve minberden indi.
Hz. Ali bir hutbesinde şöyle demiştir:
Size Allah'tan sakınmayı tavsiye ediyorum. Sizi terkeden dünyayı terketmeyi istemiyorsanız da... O dünya ki bedenlerinizi çürütüyor. Siz ise onu yemlemek istiyorsunuz! Sizin ve dünyanın misâli, seferde olan bir grubun misâline benziyor, bu grup sanki yolculuklarının sonuna varmışlar, sanki bir işarete ulaşmışlar. Oysa sona varmak için daha ne kadar zamanın akıp geçmesi gerekiyor? Nice kişi vardır ki dünyada bir günü kaldığı, kendisini arayan biri arkasına takıldığı halde dünyada kalmayı ve ayrılmamayı ümit ediyor! Bu bakımdan dünyanın şiddet ve saldırısından ürkmeyin. Çünkü, yokluğa doğru gidiyor. Dünyaya tâlip olana hay-ret ediyorum; ölüm onu aradığı halde o dünyayı arıyor.
Kendisi gâfil olduğu halde kendisinden gâfil olunmamaktadır.
Muhammed b. Hasan39 şöyle demiştir:
Edeb, mârifet, ilim ve fazilet ehli, Allah Teâlâ'nın dünyayı hakir kıldığını ve dostları için dünyaya razı olmadığını, dünyanın onun nezdinde hakir ve önemsiz olduğunu Hz. Peygamber'in dünyada zâhid olup, ashabını onun fitnesin-den sakındırdığını bildikleri zaman ondan az yediler. Fazlasını ahiret için gönderdiler. Dünyadan kendilerine yetecek kadarını aldılar. Meşgul edeni bıraktılar. Elbiselerden avretlerini örtecek kadarını giydiler. Yemekten açlığı giderecek kadarını yediler. Dünyaya yok olacak gözüyle baktılar. Ahirete ebedî kalacak gözüyle nazar ettiler. Bu bakımdan onlar dünyadan bir binicinin azığı kadar azıklandılar. Dünyayı harap edip onunla ahireti tamir ettiler. Ahirete kalpleriyle bakıp, gelecekte ona gözleriyle bakacaklarını anladılar. Bedenleriyle ahirete yakında irtihal edeceklerini bildikleri için kalpleriyle ahirete irtihal ettiler. Az yoruldular. Uzun zaman nimetlendiler. Bütün bunlar, kerim olan mevlâlarının tevfiki ile oldu. Mevlâlarının kendileri için sevdiğini sevdiler, kerih gördüğünü de kınadılar.
___________________
36)İbn Ebî Dünya, (mürsel olarak);İmam Ahmed ve Taberânî (muttasıl olarak)
37)Şerif er-Radî, bu hutbeyi Nehc'ul-Belâğa'da zikretmiştir.
38)Hasan Basrî'nin, Ömer b, Abdülaziz'e yazdığı mektup burada son buldu.
Dünyanın Zemmi
- Dünyanın Sıfatlarının Misallerle Belirtilmesi
- Dünyanın Zemmi
- Dünyanın Zemmi ve Niteliği Hakkında Mev'izeler
- Giriş
- İnsanlara Kendilerini, Yaratıcılarını, Nereden Gelip, Nereye Gittiklerini Unutturan Meşguliyetler
- Kula Göre Dünyanın Hakîkati