Tefehhüm (Anlamaya Çalışmak)
Tefehhüm, okuduğu her ayetten, gücü nisbetinde anlamaya çalışmak demektir. Zira Kur'ân, Allah'ın sıfatlarını, fiillerini, peygamberlerin hallerini, peygamberleri yalanlayanların hâllerini ve onların nasıl helâk olduklarını, Allah'ın emirlerini, yasaklarını, cennet ve cehennem zikrini ihtiva etmektedir.
Allah'ın sıfatlarını belirten bazı ayetler:
O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi cinsinizden çiftler yapmıştır. Davarlardan da çiftler... Sizi bu tarzda yaratıp üretiyor. O'nun misli gibi (ona benzer) tek birşey yoktur. O, bütün söylenenleri işitir bir semî'dir, bütün yapılanları gören bir basîr'dir.(Şûrâ/11) Melik 'tir (mülk ve saltanatı devamlı olandır), Kuddûs 'tür (yani her türlü noksanlık ve ayıplardan beridir, bütün âfet ve kederlerden salimdir), Mü'min dir (yâni emniyet verendir), Müheymin'dir (yani her şeyi gözetip koruyandır), Azîz dir (yani herşeye galibdir), Cebbâr'dır (yani kulların hallerini ve ihtiyaçlarını düzeltendir. Varlığı çok yücedir), Mütekebbir 'dir (azamet ve ululuk sahibidir).
(Haşr/23)
Bu bakımdan okuduğumuz bu isim ve sıfatların mânâlarını derin derin düşünmelidir ki, bunların sırları kendisine inkişâf etsin. Zira bu isim ve sıfatların altında öyle mânâlar saklıdır ki, o mânâlar ancak muvaffak olanlara belirir. Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:
Hz. Peygamberin insanlardan gizleyip de sadece bana fısıldayıp söylediği birşey yoktur. Ancak Allah Teâlâ'nın, kitabı hususunda kuluna verdiği anlayış ve idrak müstesna!39
Bu nedenle okuyucu Kur'an'ın mânâsını anlamayı şiddetle aramalıdır.
İbn Mes'ûd şöyle buyurmuştur: 'Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isteyen bir kimse, Kur'an'ı deşsin. Kur'an'ın en büyük ilimleri Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatları altındadır. Çünkü insanların çoğu o isim ve sıfatlardan ancak kendi anlayışlarına uygun mânâlar çıkarmışlardır. Oysa onların derinlerine nüfûz etmemişlerdir.
Allah Teâlâ'nın Fiilleri
Gökleri, yeri ve onlardan başka varlıkları yarattığını zikretmesi gibi... Bu bakımdan okuyan bu mânâları taşıyan ayetlerden Allah'ın sıfatlarını ve celâlini anlamalıdır. Çünkü fiil, faile delâlet eder. Fiilin büyüklüğü failin büyüklüğüne delildir. Bu bakımdan fiilde, fiil değil fâil görünmelidir.
Hakkı bilen, herşeyde O'nu görür. Çünkü herşey haktandır. O'na dönecek, O'nunla kaim ve O'nun içindir. Bu bakımdan hakîkat açısından O, külldür. Yani herşey O'nun varlığını ilan etmektedir. Kim gördüğünde O'nu görmezse sanki O'nu tanımamıştır. O'nu tanıyan da O'ndan başka her ne varsa hepsinin bâtıl olduğunu tanımış demektir. O'nun zâtı hariç, herşey helâk olur. Bunun mânâsı herşey ikinci bir halde iptal olunacaktır demek değildir. Belki herşey el'ân, eğer zâtı, zât olarak itibar edilirse bâtıldır. Ancak Allah'ın var ettiği ve O'nun kudretiyle meydana geldiği cihetle eşyaya itibar edilirse, o vakit varlıkları bu mânâ ile sabit olur. Yani tâbi olmak yoluyla sâbit olurlar. İstiklâl yoluyla ise, mutlak bâtıldırlar.
İşte bu keyfiyet, mükâşefe ilminin başlangıçlarından bir başlangıçtır. Bu sırra binâen okuyucu şu ayetleri okuduğu zaman sadece su, ateş, ekin ve meni mânâlarına düşüncesini hasretmemelidir. Belki meninin biri diğerine benzer cüzlerden müteşekkil olduğunu düşünmeli, sonra bu meninin et, kemik, sinir ve damarlara nasıl taksim edildiğini, çeşitli şekilde baş, el, ayak, ciğer, kalp ve sâir âzâlar olarak meydana nasıl geldiğini, sonra buradaki kulak, göz, akıl ve sair şerefli sıfatlarının nasıl belirdiğini, sonra bunlardaki gazab
şehvet, kibir, cehalet, yalanlamak ve mücadele gibi çirkin sıfatların nasıl olduğunu düşünmelidir.
Bahsi geçen ayetler şunlardır:
Şimdi gördünüz mü o ektiğiniz tohumu?
(Vâkıa/63)
Şimdi gördünüz mü (rahimlere) döktüğünüz meni yi?
(Vâkıa/58)
Şimdi içmekte olduğunuz suyu bildirin bana!
(Vâkıa/68)
Şimdi çakıp yakmakta olduğunuz ateşi bana haber verin!
(Vâkıa/71)
Evet, bu ayetleri söylediğimiz gibi düşünmelidir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
O (inkarcı) insan görmedi mi? Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi de âşikâr bir mücadeleci kesiliverdi.
(Yâsin/77)
Evet, bu hikmetleri düşünmelidir. Düşünmeli ki, o hikmetlerin acaipliklerine ulaşabilsin. Acaiplerin acaibi ise, bu acaiplerin kaynağı bulunan sıfatlardır. Bu bakımdan kişi, daima sanata bakmalıdır. Bakmalıdır ki, orada yaratanı görebilsin.
Peygamberlerin Hâlleri
Kur'ân okuyan insan peygamberlerin yalanlandıklarını, nasıl vurulduklarını ve bazılarının nasıl öldürüldüklerini Kur'an'dan dinlediği zaman, bundan anlamalıdır ki; Allah (cc) peygamberlerden de, kendilerine peygamber gönderilen kimselerden de müstağnidir.
Bu hâdiseler O'nun istiğna sıfatına delâlet eder. Eğer bütün beşeriyeti helâk ederse, bu hadise O'nun mülkünde zerre kadar menfi bir tesir icra edemez. Başka bir ayette peygamberlerin galip geldiklerini okuduğu zaman, Allah Teâlâ'nın kudretine ve hakka yardım etmek hususundaki irâdesine yorumlamalıdır.
Peygamberleri Tekzib Edenlerin Hâlleri
Ad, Semûd kavimleriyle onların başına gelen hadiseler gibi... Bu hadiseleri belirten ayetleri okuduğu zaman Allah'ın satvet ve intikam alışından korkmalıdır.
Bu hadiseden kendi nefsi için ibret almalıdır. Eğer gafil olur sû-i edebde bulunur ve Allah Teâlâ'nın azabının gecikmesine aldanırsa 'Belki de Allah Teâlâ'nın azabı yakama yapışır ve hükm-i ilâhîsi benim hakkımda infaz edilir' diye düşünüp nasibdar olmalıdır. Böylece cennet ve cehennem ve Kur'an'ın diğer konularını dinlediği zaman, herbiri hakkında uygun şeyler düşünüp ibret almalıdır. Bunlardan ne gibi ibret alınır? Bunu saymaya imkân yoktur. Çünkü sonsuzluğa doğru uzanıp gider. Her kul, Allah Teâlâ kendisine bu sahada ne kadar nasib etmişse ancak o kadarını alabilir. Zira yaş ve kuru her ne varsa tamamı hâdiseleri apaçık beyân eden kitabda mevcuttur.
İşte bu-nun delili olan ayet:
De ki: Eğer rabbimin kelimeleri(ni yazmak) için bütün denizler mürekkeb olsa, muhakkak ki rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi. Bir o kadar daha yardımcı getirsek bile...
(Kehf/109)
Yine bu sırra binâen Hz. Ali şöyle buyurmuştur: 'Eğer dileseydim sadece Fâtiha-i Şerîfe'nin tefsiri bahsinde yetmiş deve yükü kitap yazabilirdim'.
Belirttiklerimizden gayemiz; Kur'an'ı anlamak yoluna işaret etmektir ki bu kapı okuyucunun önüne açılsın. Bu sahayı tamamen sayarak arzetmek hususuna gelince, bu, beşer takatinin üstünde bir şeydir.
Kur'an'ın hakikatlerini anlamakta az da olsa, nasibi olmayan bir kimse şu ayetin mefhumuna dahil olur:
O, münafıklardan seni dinlemeye gelen de var. Hatta senin yanından çıktıkları zaman (sahâbîlerden) kendilerine ilim verilmiş olanlara şöyle derler: 'O (Peygamber) demin ne söyledi?' (Böylece alay ederler) Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerini mühürlemiştir de hep hevâlarına uymuşlardır.
(Muhammed/16)
Bunların kalplerine vurulan mühür ise Kur'an'ı anlamalarına engel olan şeylerdir ki, gelecek bahislerde zikrettiğimiz zaman bilinecektir.
Denildi ki: 'Mürid, ancak Kur'an'da bütün isteklerini gören bir kimseye denir'. Demek ki, bütün isteklerini Kur'an'da görmeyen mürid olamaz. Mürid olan bir kimse, Kur'ân'dan eksik sıfatları tam sıfatlardan ayırdeder, mevlâsının lütfuyla kölelere muhtaç olmaktan müstağni olur.
39) Nesâî, (Ebû Hüreyre'den
Allah'ın sıfatlarını belirten bazı ayetler:
O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi cinsinizden çiftler yapmıştır. Davarlardan da çiftler... Sizi bu tarzda yaratıp üretiyor. O'nun misli gibi (ona benzer) tek birşey yoktur. O, bütün söylenenleri işitir bir semî'dir, bütün yapılanları gören bir basîr'dir.(Şûrâ/11) Melik 'tir (mülk ve saltanatı devamlı olandır), Kuddûs 'tür (yani her türlü noksanlık ve ayıplardan beridir, bütün âfet ve kederlerden salimdir), Mü'min dir (yâni emniyet verendir), Müheymin'dir (yani her şeyi gözetip koruyandır), Azîz dir (yani herşeye galibdir), Cebbâr'dır (yani kulların hallerini ve ihtiyaçlarını düzeltendir. Varlığı çok yücedir), Mütekebbir 'dir (azamet ve ululuk sahibidir).
(Haşr/23)
Bu bakımdan okuduğumuz bu isim ve sıfatların mânâlarını derin derin düşünmelidir ki, bunların sırları kendisine inkişâf etsin. Zira bu isim ve sıfatların altında öyle mânâlar saklıdır ki, o mânâlar ancak muvaffak olanlara belirir. Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:
Hz. Peygamberin insanlardan gizleyip de sadece bana fısıldayıp söylediği birşey yoktur. Ancak Allah Teâlâ'nın, kitabı hususunda kuluna verdiği anlayış ve idrak müstesna!39
Bu nedenle okuyucu Kur'an'ın mânâsını anlamayı şiddetle aramalıdır.
İbn Mes'ûd şöyle buyurmuştur: 'Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini isteyen bir kimse, Kur'an'ı deşsin. Kur'an'ın en büyük ilimleri Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatları altındadır. Çünkü insanların çoğu o isim ve sıfatlardan ancak kendi anlayışlarına uygun mânâlar çıkarmışlardır. Oysa onların derinlerine nüfûz etmemişlerdir.
Allah Teâlâ'nın Fiilleri
Gökleri, yeri ve onlardan başka varlıkları yarattığını zikretmesi gibi... Bu bakımdan okuyan bu mânâları taşıyan ayetlerden Allah'ın sıfatlarını ve celâlini anlamalıdır. Çünkü fiil, faile delâlet eder. Fiilin büyüklüğü failin büyüklüğüne delildir. Bu bakımdan fiilde, fiil değil fâil görünmelidir.
Hakkı bilen, herşeyde O'nu görür. Çünkü herşey haktandır. O'na dönecek, O'nunla kaim ve O'nun içindir. Bu bakımdan hakîkat açısından O, külldür. Yani herşey O'nun varlığını ilan etmektedir. Kim gördüğünde O'nu görmezse sanki O'nu tanımamıştır. O'nu tanıyan da O'ndan başka her ne varsa hepsinin bâtıl olduğunu tanımış demektir. O'nun zâtı hariç, herşey helâk olur. Bunun mânâsı herşey ikinci bir halde iptal olunacaktır demek değildir. Belki herşey el'ân, eğer zâtı, zât olarak itibar edilirse bâtıldır. Ancak Allah'ın var ettiği ve O'nun kudretiyle meydana geldiği cihetle eşyaya itibar edilirse, o vakit varlıkları bu mânâ ile sabit olur. Yani tâbi olmak yoluyla sâbit olurlar. İstiklâl yoluyla ise, mutlak bâtıldırlar.
İşte bu keyfiyet, mükâşefe ilminin başlangıçlarından bir başlangıçtır. Bu sırra binâen okuyucu şu ayetleri okuduğu zaman sadece su, ateş, ekin ve meni mânâlarına düşüncesini hasretmemelidir. Belki meninin biri diğerine benzer cüzlerden müteşekkil olduğunu düşünmeli, sonra bu meninin et, kemik, sinir ve damarlara nasıl taksim edildiğini, çeşitli şekilde baş, el, ayak, ciğer, kalp ve sâir âzâlar olarak meydana nasıl geldiğini, sonra buradaki kulak, göz, akıl ve sair şerefli sıfatlarının nasıl belirdiğini, sonra bunlardaki gazab
şehvet, kibir, cehalet, yalanlamak ve mücadele gibi çirkin sıfatların nasıl olduğunu düşünmelidir.
Bahsi geçen ayetler şunlardır:
Şimdi gördünüz mü o ektiğiniz tohumu?
(Vâkıa/63)
Şimdi gördünüz mü (rahimlere) döktüğünüz meni yi?
(Vâkıa/58)
Şimdi içmekte olduğunuz suyu bildirin bana!
(Vâkıa/68)
Şimdi çakıp yakmakta olduğunuz ateşi bana haber verin!
(Vâkıa/71)
Evet, bu ayetleri söylediğimiz gibi düşünmelidir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
O (inkarcı) insan görmedi mi? Biz onu bir nutfeden yarattık. Şimdi de âşikâr bir mücadeleci kesiliverdi.
(Yâsin/77)
Evet, bu hikmetleri düşünmelidir. Düşünmeli ki, o hikmetlerin acaipliklerine ulaşabilsin. Acaiplerin acaibi ise, bu acaiplerin kaynağı bulunan sıfatlardır. Bu bakımdan kişi, daima sanata bakmalıdır. Bakmalıdır ki, orada yaratanı görebilsin.
Peygamberlerin Hâlleri
Kur'ân okuyan insan peygamberlerin yalanlandıklarını, nasıl vurulduklarını ve bazılarının nasıl öldürüldüklerini Kur'an'dan dinlediği zaman, bundan anlamalıdır ki; Allah (cc) peygamberlerden de, kendilerine peygamber gönderilen kimselerden de müstağnidir.
Bu hâdiseler O'nun istiğna sıfatına delâlet eder. Eğer bütün beşeriyeti helâk ederse, bu hadise O'nun mülkünde zerre kadar menfi bir tesir icra edemez. Başka bir ayette peygamberlerin galip geldiklerini okuduğu zaman, Allah Teâlâ'nın kudretine ve hakka yardım etmek hususundaki irâdesine yorumlamalıdır.
Peygamberleri Tekzib Edenlerin Hâlleri
Ad, Semûd kavimleriyle onların başına gelen hadiseler gibi... Bu hadiseleri belirten ayetleri okuduğu zaman Allah'ın satvet ve intikam alışından korkmalıdır.
Bu hadiseden kendi nefsi için ibret almalıdır. Eğer gafil olur sû-i edebde bulunur ve Allah Teâlâ'nın azabının gecikmesine aldanırsa 'Belki de Allah Teâlâ'nın azabı yakama yapışır ve hükm-i ilâhîsi benim hakkımda infaz edilir' diye düşünüp nasibdar olmalıdır. Böylece cennet ve cehennem ve Kur'an'ın diğer konularını dinlediği zaman, herbiri hakkında uygun şeyler düşünüp ibret almalıdır. Bunlardan ne gibi ibret alınır? Bunu saymaya imkân yoktur. Çünkü sonsuzluğa doğru uzanıp gider. Her kul, Allah Teâlâ kendisine bu sahada ne kadar nasib etmişse ancak o kadarını alabilir. Zira yaş ve kuru her ne varsa tamamı hâdiseleri apaçık beyân eden kitabda mevcuttur.
İşte bu-nun delili olan ayet:
De ki: Eğer rabbimin kelimeleri(ni yazmak) için bütün denizler mürekkeb olsa, muhakkak ki rabbimin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi. Bir o kadar daha yardımcı getirsek bile...
(Kehf/109)
Yine bu sırra binâen Hz. Ali şöyle buyurmuştur: 'Eğer dileseydim sadece Fâtiha-i Şerîfe'nin tefsiri bahsinde yetmiş deve yükü kitap yazabilirdim'.
Belirttiklerimizden gayemiz; Kur'an'ı anlamak yoluna işaret etmektir ki bu kapı okuyucunun önüne açılsın. Bu sahayı tamamen sayarak arzetmek hususuna gelince, bu, beşer takatinin üstünde bir şeydir.
Kur'an'ın hakikatlerini anlamakta az da olsa, nasibi olmayan bir kimse şu ayetin mefhumuna dahil olur:
O, münafıklardan seni dinlemeye gelen de var. Hatta senin yanından çıktıkları zaman (sahâbîlerden) kendilerine ilim verilmiş olanlara şöyle derler: 'O (Peygamber) demin ne söyledi?' (Böylece alay ederler) Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah kalplerini mühürlemiştir de hep hevâlarına uymuşlardır.
(Muhammed/16)
Bunların kalplerine vurulan mühür ise Kur'an'ı anlamalarına engel olan şeylerdir ki, gelecek bahislerde zikrettiğimiz zaman bilinecektir.
Denildi ki: 'Mürid, ancak Kur'an'da bütün isteklerini gören bir kimseye denir'. Demek ki, bütün isteklerini Kur'an'da görmeyen mürid olamaz. Mürid olan bir kimse, Kur'ân'dan eksik sıfatları tam sıfatlardan ayırdeder, mevlâsının lütfuyla kölelere muhtaç olmaktan müstağni olur.
39) Nesâî, (Ebû Hüreyre'den
Kur'ân Okunurken Riayet Edilmesi Gereken Bâtınî ameller
- Kalp Huzuruyla Okumak
- Kelâm'ın Aslını Anlamak
- Kur'an'ı Anlamak ve Nakle Başvurmadan Sadece Rey
- Müfessirîn Bilmesi Gereken Hususlar
- Rey ile Kur'an'ı Tefsir Etmeyi Yasaklayan Hadîs
- Tahsis (Kendine Hitap Edildiğini Bilmek)
- Tâzim
- Teberrî
- Tecerrüd (Anlamayı Engelleyen Herşeyden Uzaklaşmak)
- Tedebbür (Düşünmek)
- Teessür (Müteessir Olmak)
- Tefehhüm (Anlamaya Çalışmak)
- Terakki