Vika
Eşler arasındaki ilişkiye besmele ile başlanması müstehâbdır. Temastan önce İhlâs suresini okuyup Allahu Ekber deyip Lâ ilâhe illâllah dedikten sonra şu duâyı okumalıdır:
Büyük ve yüce olan Allah'ın ismiyle başlarım. Ey Allahım! Eğer zürriyetimden bir çocuk çıkmasını takdir etmişsen, onu tertemiz bir evlat kıl!
Hz. Peygamber (s.a) bu hususta ümmetine şöyle tavsiyede bulunmaktadır:
Biriniz ehliyle cinsî münasebette bulunmak istediği zaman 'Ey Allahım! Beni şeytandan uzaklaştır veya bana rızık olarak vereceğinden şeytanı uzaklaştır' derse bu temastan eşlerin arasından bir çocuk doğarsa, şeytan o çocuğa tasallut edemez.129 Meninin akması yaklaştığı zaman, içinden dudaklarını kıpırdatmaksızın şu ayeti okumalıdır: 'Hamd o Allah'a mahsustur ki, sudan bir beşer yarattı...'
Âlimlerden biri, cinsî münasebette bulunmak istediği zaman (gayr-i İhtiyârî olarak) evdekilere işittirecek derecede sesini yükseltip tekbir getirirdi.
Cinsî münasebette bulunmak isteyen kıbleden yüzünü çevirmeli, kıbleye hürmet için, cima anında kıbleyi karşısına almamalıdır. Cima ânında gerek kendini ve gerekse hanımını bir örtü ile örtmelidir. Zira Hz. Peygamber (s.a) üzerini örter ve sesini alçaltırdı ve eşine de sükûnet tavsiye ederdi.130
Sizlerden herhangi biriniz eşiyle cima ettiği zaman sakın merkepler gibi soyunmasınlar.131
Cimadan önce ince ve hassas konuşmalar yapmalı, hanımı öpmelidir.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sakın sizden herhangi biriniz hayvanın eşinin üzerine atladığı gibi eşine yaklaşmasın. Aralarında elçi olsun. Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Elçi nedir?' Şöyle buyurdu: 'Öpmek ve konuşmaktır'.132
Üç şey vardır ki, bunlar kişinin acizliğinden kaynaklanır: a) Tanıması gereken biriyle bir araya gelip onun ismini ve soyunu öğrenmeden ondan ayrılmak, b) Biri kendisine ikrâm ettiği halde ikrâmını geri çevirmek, c) Kişi, câriyesine veya zevcesine yaklaşıp onunla konuşmadan, onunla sevişmeden önce onunla cinsî münâsebet kurup onun ihtiyacını düşünmemek.133
Ayın üç gecesinde kişi için cinsî münâsebette bulunmak mek-ruhtur: a) Ayın birinci gecesi, b) Ayın sonuncu gecesi, c) Ayın ortanca gecesi.
Deniliyor ki, bu gecelerde yapılan cinsî münâsebette şeytan hazır bulunur. Yine deniliyor ki, bu gecelerde şeytanlar cinsî münasebette bulunurlar. Bu gecelerde cinsî münâsebette bulunmanın mekruh olması Hz. Ali'den, Muaviye'den ve Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edilmiştir:
(Cuma günü) yıkanan ve ailesini yıkatan kişiye Allah rahmet etsin!
Bu hadîs-i şerifin te'villerinden birini (cuma günü cinsî münasebette bulunmak ve dolayısıyla zevcesini de yıkanmaya mecbur etmek) yerine getirmek için âlimlerden bir kısmı, Cuma gününde ve gecesinde cinsî münasebette bulunmayı müstehab görmektedir. Kişi cinsî münasebette bulunup zevklendiği zaman, hanımının da zevklenmesine fırsat vermesi gerekir ki, o hanımından zevk aldığı gibi, hanımı da ondan zevk almış olsun. Zîra kadının menisi çok zaman erkeğin menisinden daha sonra gelmektedir. Bu bakımdan kadının şehvetini tahrik edip, daha şehveti tamam olmadan ondan uzaklaşmak, ona bir nev'i eziyettir. Eşler arasındaki meninin akışından meydana gelen ihtilâf eğer kocanın menisi daha önce akıyorsa buğz ve ayrılığa sebep olur. Karı kocanın ikisinin menisi birden akarsa bu durum zevceye daha lezzetli gelir. Böyle olması için erkeğin çaba sarfetmesi gerekir. O anda kişi eşiyle değil, kendi nefsiyle meşgul olmalıdır. Zira kadın çok zaman utanarak bu derdini açmaktan kaçar.
Karısıyla dört gecede bir cinsî münâsebette bulunması uygun-dur ve böyle yapmak daha âdil bir şekildir. Zira müslüman bir erkeğe helâl olan kadınların sayısı dörttür. Bundan daha fazla geciktirebilir. Evet, (kendi nefsini veya) zevcesinin nefsini zinadan korumak bakımından gerektiği anda bu müddeti çoğaltıp veya azaltabilir. Çünkü kadının bu hususta korunması kocasına farzdır. Her ne kadar zorluluğundan ötürü cinsî münasebette bulunmak kocadan şer'an istenilmese de... (Bu bakımdan kocanın vazifesi geceleyin hanımının yanında uyumaktır. Hanıma düşende gece gündüz nefsini kocasından menetmemektir. Oruçlu olsa bile. (Zira ancak kocanın izniyle nafile orucu tutabilir).
Kadın hayızlı iken onunla cinsî münasebette bulunmamalıdır. Hayız kanı kesildikten sonra da yıkanmadan önce (Şâfiî mezhebine göre) cinsî münasebette bulunmak yasaktır. Hayızlı iken cinsî münasebetin harâm olduğu Kur'an nassıyla sâbittir.
Denildi ki, kadın hayızlı iken yapılan temaslardan ötürü çocukta cüzzam hastalığı olur. Kişi hayızlı hanımının bütün bedeniyle oynayabilir. Mûtad yolun dışında hanımı ile temasta bulunamaz. Zira hayızlı bir kadının cinsî münâsebeti eziyet verici olduğu için haram kılınmıştır. Hanımın mûtad yolundan başka yollarında ise eziyet daimî bir şekilde mevcuttur. Bu bakımdan böyle bir yoldan münâsebette bulunmak, hayızlı bir hanımla münâsebette bulunmaktan daha şiddetli bir şekilde haramdır.
'Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl isterse-niz öyle varın' (Bakara/223) ayeti İstediğiniz vakitte tarlanıza gelebilirsiniz' mânâsını da ihtiva eder. (İstediğiniz yoldan oraya varınız mânâsını ifade etmez).
Hayızlı hanımın eliyle istimna edilebilir. Cinsî münâsebet hariç, elbisesinin altında istediği şekilde bedeninin her tarafından yararlanabilir.134 Hayız halinde kadının kemer bağlama yerinden dizlerinin üstüne kadar uzanan küçük bir izar bağlaması uygundur. Böyle yapmak edeptendir. Kişi hayızlı bulunan hanımıyla beraber yemek yiyebilir. Onunla beraber aynı yatakta yatmak ve oynaşmakta kişi için bir sakınca yoktur. Hayızlı olduğundan ötürü ondan cinsî münasebet hariç sakınması gerekmez.
Eğer kişi ikinci bir defa helâliyle cinsî münâsebette bulunmak istiyorsa, temastan önce tenasül uzvunu yıkamalıdır. Eğer kişi ihtilâm olmuşsa uyandıktan sonra tenâsül organını yıkamadan önce veya küçük su dökmeden önce cima etmemelidir,
Taharetsiz uyanmamak için, gecenin başlangıcında cima mekruhtur. Eğer cünüb iken uyumak veya yemek istiyorsa, namaz için abdest aldığı gibi abdest almalıdır. Çünkü böyle yapmak sünnettir. İbn Ömer şöyle diyor:
Hz. Peygamber'e 'Herhangi birimiz cünüp olduğu hâlde uyuyabilir mi?' diye sordum. 'Evet, abdest alıp uyuyabilir' buyurdu.135
Fakat bu hususta ruhsat bildiren bir haber vardır. Zira Aişe validemiz (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) hiç suya dokunmadan cünüp olarak uyuduğunu rivayet etmektedir.136
Kişi yatağına yatmadan önce yatağının yüzünü eliyle süpürmeli veya yatağı silkmelidir. Çünkü yataktan ayrıldıktan sonra ne olduğundan habersizdir.137
Cünüp iken traş olmak, tırnak kesmek, kasıkları traş etmek veya kan aldırmak veya bedenin herhangi bir parçasını koparıp atmak uygun değildir. Zira bütün bu parçalar âhirette bedene geri döneceklerdir. Eğer bedenden cünüp olarak ayrılmışlarsa, cünüp olarak döneceklerdir.
Deniliyor ki, cünüp iken kesilen her kıl, kıyâmet gününde 'Neden beni cünüp iken kestin?' diye adamın yakasına yapışır ve dâvacı olur.
Cimanın edeplerinden birisi de azil yapmamaktır. Tohumun tarlası olan (zevcenin) rahminden başka, menisini herhangi bir yere akıtmamalıdır.
Hiçbir nefis yoktur ki, Allah Teâlâ onun yaratılışını takdir etmiş olsun da o olmasın,138
İşte Hz. Peygamber'in azil için söylediği budur. Eğer azil ya-parsa (bilsin ki) âlimler azlin mübâh veya mekruh olması hususunda dört görüştedirler.
a) Bir grup âlim; mutlak ve her durumda azil mübahtır, demiştir.
b) Bir grup da; mutlaka haramdır, demişlerdir.
c) Başka bir grup da; eğer kadının da rızasıyla olursa helâldir, eğer kadının rızası yoksa helâl değildir, demiştir. Sanki bu son grup, azil yapmayı değil, kadına eziyet etmeyi haram kılmaktadır.
d) Bir kısım âlimler de; câriyede azil yapmak mübahtır, fakat hür hanımlarda azil yapmak mübah değildir, demişlerdir. Bize göre en doğru fetva, azlin mübah olmasıdır.
Kerâhiyet'e139 gelince, şu üç mânâya gelmektedir: a) Tahrîmen kerâhiyet, b) Tenzîhen kerâhiyet, c) Faziletin terki mânâsına gelen kerâhiyet.
Bu bakımdan 'azil yapmak mekruhtur'140 diyenler üçüncü mânâ ile mekruh olduğunu söylemek istiyorlar. Yani azil yap-makta faziletin terkedilmesi vardır. Nitekim camide oturan bir kimse için 'Şu adam boş oturup zikir veya namazla meşgul olmazsa oturması mekruhtur' ve 'Mekke'de oturan bir kimse, her sene haccetmezse kerâhet işlemiştir' denir. Bu kerâhetten gaye; evlâ ve faziletliyi terketmek demektir. Azil meselesinde de bu şekildeki kerâhet sabittir. Çünkü biz daha önce evlat edinmekteki faziletten bahsetmiştik.
Kişi zevcesiyle cinsî münasebette bulunduğunda, onun bu temasından kendisine erkek ve Allah yolunda çarpışıp şehid düşen her evladın ecri yazılır,
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?
- Sen mi onu yarattın? Sen mi onu hidâyet ettin? Onun dirilmesi ve ölmesi de sana mı aittir?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Onu yaratan, hidâyet eden, dirilten ve öldüren Allah'tır.
Böylece Rasûlullah (s.a) o hükmü ikrar ettirdi.
Bu hükmünü şu sırra binâen söylemiştir: Eğer bu kişiye hadîste vasfı geçen evlat gibi, bir evlat verilirse, böyle bir evladın doğumuna sebep olduğu için sevap kazanır. Oysa böyle bir evladın esas yaratanı, dirilteni ve cihada gitme kuvvet ve kudretini kendisine vereni Allah Teâlâ'dır. Babaya düşen vazife ki varolmasında sebep olmaktır cinsî münasebette bulunmaktır. Cinsî münasebette bulunmak da ancak meniyi anne rahmine akıttığı takdirde gerçekleşmiş olur. Biz azil yapmanın, kerâhet-i tahrîmiyye veya tenzihiyye olmadığını, ancak şu illetten ötürü söyledik: Yasağın (nehyin) isbatı ancak nass veya nass ile bildirilen başka bir şeyin üzerine kıyas etmekle mümkündür. Oysa azlin mekruh olması için herhangi bir nass olmadığı gibi, kerâheti hakkında kıyas edebileceğimiz bir asıl da mevcut değildir. Aksine burada azlin mübah olduğuna dair kıyas yapılacak bir asıl vardır. O da evlenmeyi esasından terketmek veya evlendikten sonra cimâı terketmek veya cinsî münasebette bulunduğu halde meniyi akıtmayı terketmektir. Bunların herhangi birini terketmek, en faziletli olanı terketmek demektir. Herhangi bir yasağı işlemek değildir. Bunlarla azl arasında hiçbir fark yoktur. Zira çocuk, ancak meninin rahme düşmesiyle oluşur. Meninin rahme düşmesinin de dört sebebi vardır:
1. Evlenmek.
2. Cinsî münâsebette bulunmak.
3. Cinsî münasebette bulunduktan sonra meninin akmasına kadar sabretmek.
4. Meni aktıktan sonra rahme varsın diye duraklamak.
Bu sebeplerin bir kısmı çocuk yapımına diğerinden daha yakındır. Meselâ dördüncüden kaçınmak, üçüncüden kaçınmak gibidir. Böylece üçüncüsü, ikincisi gibi ve ikincisi de birincisi gibidir.
Azil yapmak, âzaları daha belirmeyen çocuğu düşürmek veya olduktan sonra çocuğu öldürmek gibi değildir. Zira çocuğun oluştuktan sonra düşürülmesi veya olduktan sonra öldürülmesi, var olan bir varlığa saldırıp yok etmek demektir.
Var olmuş çocuğun dört mertebesi vardır. Varlık mertebelerinin ilki, meninin rahme akıp, hayatı kabul etmeye hazırlanmak için kadının suyu ile karışmasıdır. İşte bu şekilde kadının suyu ile karışmış bir meniyi yok etmek cinayettir. İkinci mertebesi, eğer bu meni, kan pıhtısı veya et parçası olursa onu ifsâd etmek, birinciyi ifsâd etmekten daha da korkunç bir cinâyet olur. Üçüncü mertebe, çocuğa ruh üfürülür ve âzaları belirirse, cinâyet daha da korkunçlaşır. Dördüncü mertebesi ve cinâyetin en ağırı ise, çocuğun annesinden diri olarak doğduktan sonra hayatına son vermektir.
Bizim 'Varlık sebebinin başlangıcı, meninin rahme akıtılmasıdır, erkek uzvundan çıkması değildir' dememizin sebebi şudur; çocuk sadece erkeğin menisinden yaratılmaz, iki eşin menilerinin karışmasından meydana gelir; ya erkek ile kadının suyundan veya erkeğin suyu ile kadının hayız kanından meydana gelir.141 Hekimlerden bazıları 'döl yatağındaki et parçası Allah'ın takdiri ile hayız kanından yaratılır' demiştir. Kan pıhtısında kanın yeri, yoğurt içindeki sütün yeri gibidir. Erkeğin menisi ise, o kanın katılaşması için, mayanın süt için şart olması gibi şarttır. Zira yoğurt ancak maya ile meydana gelebilir. Durum ne olursa olsun kadının suyu (menisi) çocuğun oluşumunda şarttır. Bu bakımdan eşlerin suları (menileri) akidlerdeki icab ve kabulün yerine geçer. Bu bakımdan kim önce akde evet deyip sonra karşı tarafın kabullenmesi olmadan önce cayarsa, akdi feshettiğinden ötürü suçlu sayılmaz. Ne zaman icab ile kabul, yani verdim ile aldım sözü bir araya gelirse, ondan sonra caymak yapılmış bir akdi feshetmek demek olur. Erkeğin bel kemiklerinde bulunan meni, tek başına çocuğu yapmadığı gibi, erkeğin tenâsül uzvundan çıktıktan sonra kadının suyu veya kanı ile karışmadıkça çocuk olmaz. İşte en açık kıyas budur.
İtiraz: Meniyi dışarıya akıtmak çocuğun olmasını bertaraf et-mek hususunda mekruh sayılmasa dahi, insanı böyle yapmaya sevkeden niyetinden ötürü mekruh olması, uzak sayılmayan bir ihtimaldir. Zira insanı azil yapmaya sevkeden niyet, bozuk bir niyettir. Böyle bir niyette şirkin şâibelerinden bir koku vardır.
Cevap: İnsanı azil yapmaya sevkeden niyetler beş tanedir:
Birincisi, câriyeler hususunda yapılan niyettir. Cariyesi gebe kalmak suretiyle azâd edilmeye hak kazanıp, mülkünden çıkmasın, mülkünü elinden çıkarıcı sebepler ortadan kalksın diye azil yapar. Bu şekildeki azil ise, şer'an yasaklanmış bir azil değildir.
İkincisi, kadının gençlik ve güzelliğini korumak için azil yapmaktır. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasaklanmış değildir.
Üçüncüsü, çocuklarının çokluğu sebebiyle sıkıntının çokluğundan, geçim zorluğundan ve gayr-ı meşrû yerlere başvurmaktan kaçınmak niyetidir. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasak değildir. Zira zorluğun ve çalışmanın azlığı, dinin yardımcısı olur. Gerçi asıl kemâl, Allah'ın teminâtına güvenip ona tevekkül etmektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı sadece Allah'a aittir. (Hud/6)
Şüphe yoktur ki, azil yapmakta kemâlin zirvesinden düşüş olduğu gibi, en faziletli olanı terketmek de sözkonusudur. Fakat görünüşte tevekküle aykırı olan, malı koruyup biriktirmek, tevek-küle zıt olmakla beraber yasak bir şeydir diyemeyiz.
Dördüncüsü, kız çocuğunun ar getireceği düşüncesiyle yapılan azildir. Kız çocukları kendilerine bir ayıp olur diye öldürmek cahiliyye Arabının âdeti olduğu gibi, kız çocuklarının başkasıyla evlenmelerinde bir rezâletin olduğuna inandığı için azil yaparsa, bu niyeti bozuk bir niyettir. Eğer bu niyetten ötürü evlenmenin esasını veya cinsî münâsebetin esasını terkederse günahkâr olur. Yani evlenmeyi veya cinsî münâsebeti terketmekten ötürü değil, bu niyetinden dolayı günahkâr olur. Böylece bu niyetle yapılan azilde de sorumluluk vardır, Hz. Peygamber'in sünnet-i seniyyesinde ar ve ayıbın olduğuna inanmaktan doğan tehlike ise, daha şiddetlidir.142 Böyle bir kişi, kendisini erkeklere benzetmek istediği için üstüne erkek çıkacak diye evlenmeyi terkeden bir kadına benzer.
Beşincisi, temizliğe aşırı derecede düşkün olan bazı kadınlarda olduğu gibi, çocuk doğurmaktan, hayız ve nifastan kaçındıkları için çocuk istememeleridir. Hatta evlenmekten bile kaçınmalarıdır. Bu hâricî mezhebine mensup kadınların âdetidir. Onlar temizliğe çok önem verirler. Hayız halinde oruç tutar. Hatta hayız günlerinde geçen namazlarını bile kazâ ederler. Helâya bile soyunarak girerler. Onların yaptıkları sünnet-i seniyye'ye aykırı bir bid'attir. Bu niyet de bozuktur. Haricî kadınlarından birisi Âişe vâlidemiz (r.a) Basra'ya geldiği zaman, Âişe'nin huzuruna girmek için izin istemiş, ancak Âişe validemiz ona izin vermemiştir. Bunların da çocuk doğurmamaları değil, bu niyet ve tutumları bozuktur.
Çocukların nafakasından korkarak evlenmeyi terkeden bizden değildir. (Hz. Peygamber bu sözünü üç defa tekrar etmiştir).143
Şayet bu hadîsi öne sürerek itiraz edecek olursan, derim ki: Azil yapmak, evlenmeyi terketmek gibidir. Fakat Rasûlullah'ın 'Bizden değildir' demesi, şu mânâya gelir: 'Sünnetimiz ve yolumuz üzerinde bize uymuş değildir'; zira sünnetin en faziletlisi evlenip çocuk edinmektir.
Hz. Peygamber'in (s.a) azil hakkında 'Azil, çocuğu diri diri gömmektir' dediğini ve 'Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi günahla öldürüldüğü sorulduğu zaman' (Tekvir/8)144 ayetini okuduğunu söyleyecek olursan ki bu hadîs sahih'de vardır cevap olarak deriz ki: Bu hadîs gibi, azlin mübah olduğuna işaret eden birçok sahih hadîs de vardır. Hz. Peygamber'in 'çocuğunu diri gömmektir' sözü ise 'gizli şirktir' sözü gibidir. Bu ise, haram olmasını değil, mekruh olmasını icabettirir.
İtiraz: İbn Abbas (r.a) azlin, çocuğu öldürmenin bir şekli olduğunu söylemiştir. Zira azil yapmakla doğumu önlenen, küçücük iken öldürülen bir yavru gibidir.
Cevap: İbn Abbas bu kıyasıyla varlığın önlenmesini, varlığın doğduktan sonra öldürülmesi hususuna kıyas etmiştir. Bu kıyas ise, zayıf bir kıyastır. Zayıf olduğundan ötürü Hz. Ali (r.a) İbn Abbas'ın bu şekilde kıyas yaptığını duyduğu zaman, onun bu kıyasının yerinde bir kıyas olmadığını söyleyerek şöyle demiştir: 'Ancak meni yedi tür değişimden geçtikten sonra zâyi edilirse, öldürülen çocuk hükmüne geçer'. Hemen bu sözün akabinde yaradılışın geçirdiği devirler hakkında vârid olan şu ayeti celîleyi okudu:
Biz insanı muhakkak ki, çamurun özünden yarattık. Sonra Âdem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı hâline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını da kemikler haline getirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Mü'minûn/12-14)
Daha sonra Hz. Ali (r.a) şu ayeti de okudu:
Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman... (Tekvir/8)
Azil meselesinde itibar edilmesi gereken delilleri ve kıyas yolunda ileri sürdüğümüz delilleri güzelce tedkik ettiğin zaman, Hz. Ali ile İbn Abbas'ın mânâlara dalmak ve ilimleri idrâk etmek hu-susundaki derecelerinin arasındaki farklılık güneş gibi açık bir şekilde görünür.
Nasıl hak, Hz. Ali'nin tarafında olmasın ki, Müslim ve Buhârî'de ittifakla Câbir'den şu hüküm rivayet edilmektedir: 'Bizler Hz. Peygamber'in zamanında Kur'an indiği halde azil yapıyorduk'. Başka bir tabir ile, 'Biz azil yapıyorduk, bizim böyle yaptığımız Hz. Peygamber'in kulağına gittiği halde bizi bu hareketimizden menetmedi'.145
Sahih'de Câbir'den şu hüküm de rivayet edilmektedir: Adamın biri Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dedi:
- Benim bir câriyem var. Aynı zamanda o câriye hurmalıkta da bizim hizmetimizi görür ve sâkilik yapar. Ben ise arada sırada onunla buluşurum. Fakat onun gebe kalmasını istemiyorum.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verdi:
İstersen azil yap. Fakat muhakkak ki, Allah tarafından ona ne takdir edilmiş ise ona gelecektir.
Bundan sonra uzun bir zaman adamcağız Rasûlullah'yanına gelmedi. Sonra bir gün çıkageldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim câriye gebe kaldı'. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) 'Ben kendisi için takdir edilen olacaktır dedim ya' buyurdu. Bütün bu hükümler, Sahîh-i Müslim ile Sahih-i Buharî'de yer almatadır.146
129) Müslim ve Buhârî
130) Ümmü Seleme'den, (zayıf bir senedle)
131) İbn Hâce, (Utbe b. Abd'den zayıf bir senedle)
132) Deylemî, (Enes'ten). Hadîs münker'dir.
133) Deylemî
134) Bu fetva Muhammed b. Hasan'ın fetvasıdır. Bu zata göre, kadının tenasül uzvu hariç, kocası bedeninin diğer kısımlarını elleyebilir. Çünkü Hak Teâlâ 'hayız yerinden uzaklaşınız' buyurur. Hayız yeri ise, tenasül uzvu'dur. Hadîs-i şerifte 'Hayız hali olduğunda -cima hariç- istediğinizi yapabilirsiniz' (Müslim) buyurulmuştur. Hanefîlerden Tahavî, Mâlikîlerden Asbağ da bu fetvayı desteklemişlerdir. Fakat Gazalî'nin burada söylediği Şafii mezhebine göre verilmiş bir fetva değildir, kendisinin görüşü olabilir. Bkz. İthaf" us-Saade
135) Müslim ve Buhârî
136) Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce
137) Ebu Hüreyre'den
138) Müslim ve Buhârî
139) Hususi bir yasaklama ile terk etmeyi gerektiren bir hitaptır. Mutlak terketme kesinlikle kastolunmamaktadır. Çünkü böyle oldu mu haram olur.
140) İmam Irâkî bu hadîsin aslına rastlamadığını söylemektedir. Fakat Ebu
Zer hadisinin aslı vardır. İbn Hibban Sahih adlı eserinde azlin haram olduğuna bu hadîsle delil getirmiştir.
141) Bu görüş, devamından da anlaşıldığı gibi eski hekimlerin görüşüdür.
142) Evlenme, Resûlüllah'ın sünnet-i seniyyesidir. Eğer kişi kızının evlenmesinde ayıp olduğuna inanırsa sünnette de ayıbın olduğuna inanmış olur ki bu bir felâkettir,
143) Daha önce geçmişti.
144) Müslim, (Vehb'in kızı Cüzzame'den)
145) İmam Gazâlî'nin belirttiği gibi hadîs, Müslim ve Buhârî tarafından rivayet edilmiştir. 'Bizi azletmekten menetmedi'ibaresi ise, sadece Müslim'de vardır.
146) Son kısım sadece Müslim'de vardır.
Büyük ve yüce olan Allah'ın ismiyle başlarım. Ey Allahım! Eğer zürriyetimden bir çocuk çıkmasını takdir etmişsen, onu tertemiz bir evlat kıl!
Hz. Peygamber (s.a) bu hususta ümmetine şöyle tavsiyede bulunmaktadır:
Biriniz ehliyle cinsî münasebette bulunmak istediği zaman 'Ey Allahım! Beni şeytandan uzaklaştır veya bana rızık olarak vereceğinden şeytanı uzaklaştır' derse bu temastan eşlerin arasından bir çocuk doğarsa, şeytan o çocuğa tasallut edemez.129 Meninin akması yaklaştığı zaman, içinden dudaklarını kıpırdatmaksızın şu ayeti okumalıdır: 'Hamd o Allah'a mahsustur ki, sudan bir beşer yarattı...'
Âlimlerden biri, cinsî münasebette bulunmak istediği zaman (gayr-i İhtiyârî olarak) evdekilere işittirecek derecede sesini yükseltip tekbir getirirdi.
Cinsî münasebette bulunmak isteyen kıbleden yüzünü çevirmeli, kıbleye hürmet için, cima anında kıbleyi karşısına almamalıdır. Cima ânında gerek kendini ve gerekse hanımını bir örtü ile örtmelidir. Zira Hz. Peygamber (s.a) üzerini örter ve sesini alçaltırdı ve eşine de sükûnet tavsiye ederdi.130
Sizlerden herhangi biriniz eşiyle cima ettiği zaman sakın merkepler gibi soyunmasınlar.131
Cimadan önce ince ve hassas konuşmalar yapmalı, hanımı öpmelidir.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sakın sizden herhangi biriniz hayvanın eşinin üzerine atladığı gibi eşine yaklaşmasın. Aralarında elçi olsun. Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Elçi nedir?' Şöyle buyurdu: 'Öpmek ve konuşmaktır'.132
Üç şey vardır ki, bunlar kişinin acizliğinden kaynaklanır: a) Tanıması gereken biriyle bir araya gelip onun ismini ve soyunu öğrenmeden ondan ayrılmak, b) Biri kendisine ikrâm ettiği halde ikrâmını geri çevirmek, c) Kişi, câriyesine veya zevcesine yaklaşıp onunla konuşmadan, onunla sevişmeden önce onunla cinsî münâsebet kurup onun ihtiyacını düşünmemek.133
Ayın üç gecesinde kişi için cinsî münâsebette bulunmak mek-ruhtur: a) Ayın birinci gecesi, b) Ayın sonuncu gecesi, c) Ayın ortanca gecesi.
Deniliyor ki, bu gecelerde yapılan cinsî münâsebette şeytan hazır bulunur. Yine deniliyor ki, bu gecelerde şeytanlar cinsî münasebette bulunurlar. Bu gecelerde cinsî münâsebette bulunmanın mekruh olması Hz. Ali'den, Muaviye'den ve Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edilmiştir:
(Cuma günü) yıkanan ve ailesini yıkatan kişiye Allah rahmet etsin!
Bu hadîs-i şerifin te'villerinden birini (cuma günü cinsî münasebette bulunmak ve dolayısıyla zevcesini de yıkanmaya mecbur etmek) yerine getirmek için âlimlerden bir kısmı, Cuma gününde ve gecesinde cinsî münasebette bulunmayı müstehab görmektedir. Kişi cinsî münasebette bulunup zevklendiği zaman, hanımının da zevklenmesine fırsat vermesi gerekir ki, o hanımından zevk aldığı gibi, hanımı da ondan zevk almış olsun. Zîra kadının menisi çok zaman erkeğin menisinden daha sonra gelmektedir. Bu bakımdan kadının şehvetini tahrik edip, daha şehveti tamam olmadan ondan uzaklaşmak, ona bir nev'i eziyettir. Eşler arasındaki meninin akışından meydana gelen ihtilâf eğer kocanın menisi daha önce akıyorsa buğz ve ayrılığa sebep olur. Karı kocanın ikisinin menisi birden akarsa bu durum zevceye daha lezzetli gelir. Böyle olması için erkeğin çaba sarfetmesi gerekir. O anda kişi eşiyle değil, kendi nefsiyle meşgul olmalıdır. Zira kadın çok zaman utanarak bu derdini açmaktan kaçar.
Karısıyla dört gecede bir cinsî münâsebette bulunması uygun-dur ve böyle yapmak daha âdil bir şekildir. Zira müslüman bir erkeğe helâl olan kadınların sayısı dörttür. Bundan daha fazla geciktirebilir. Evet, (kendi nefsini veya) zevcesinin nefsini zinadan korumak bakımından gerektiği anda bu müddeti çoğaltıp veya azaltabilir. Çünkü kadının bu hususta korunması kocasına farzdır. Her ne kadar zorluluğundan ötürü cinsî münasebette bulunmak kocadan şer'an istenilmese de... (Bu bakımdan kocanın vazifesi geceleyin hanımının yanında uyumaktır. Hanıma düşende gece gündüz nefsini kocasından menetmemektir. Oruçlu olsa bile. (Zira ancak kocanın izniyle nafile orucu tutabilir).
Kadın hayızlı iken onunla cinsî münasebette bulunmamalıdır. Hayız kanı kesildikten sonra da yıkanmadan önce (Şâfiî mezhebine göre) cinsî münasebette bulunmak yasaktır. Hayızlı iken cinsî münasebetin harâm olduğu Kur'an nassıyla sâbittir.
Denildi ki, kadın hayızlı iken yapılan temaslardan ötürü çocukta cüzzam hastalığı olur. Kişi hayızlı hanımının bütün bedeniyle oynayabilir. Mûtad yolun dışında hanımı ile temasta bulunamaz. Zira hayızlı bir kadının cinsî münâsebeti eziyet verici olduğu için haram kılınmıştır. Hanımın mûtad yolundan başka yollarında ise eziyet daimî bir şekilde mevcuttur. Bu bakımdan böyle bir yoldan münâsebette bulunmak, hayızlı bir hanımla münâsebette bulunmaktan daha şiddetli bir şekilde haramdır.
'Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza nasıl isterse-niz öyle varın' (Bakara/223) ayeti İstediğiniz vakitte tarlanıza gelebilirsiniz' mânâsını da ihtiva eder. (İstediğiniz yoldan oraya varınız mânâsını ifade etmez).
Hayızlı hanımın eliyle istimna edilebilir. Cinsî münâsebet hariç, elbisesinin altında istediği şekilde bedeninin her tarafından yararlanabilir.134 Hayız halinde kadının kemer bağlama yerinden dizlerinin üstüne kadar uzanan küçük bir izar bağlaması uygundur. Böyle yapmak edeptendir. Kişi hayızlı bulunan hanımıyla beraber yemek yiyebilir. Onunla beraber aynı yatakta yatmak ve oynaşmakta kişi için bir sakınca yoktur. Hayızlı olduğundan ötürü ondan cinsî münasebet hariç sakınması gerekmez.
Eğer kişi ikinci bir defa helâliyle cinsî münâsebette bulunmak istiyorsa, temastan önce tenasül uzvunu yıkamalıdır. Eğer kişi ihtilâm olmuşsa uyandıktan sonra tenâsül organını yıkamadan önce veya küçük su dökmeden önce cima etmemelidir,
Taharetsiz uyanmamak için, gecenin başlangıcında cima mekruhtur. Eğer cünüb iken uyumak veya yemek istiyorsa, namaz için abdest aldığı gibi abdest almalıdır. Çünkü böyle yapmak sünnettir. İbn Ömer şöyle diyor:
Hz. Peygamber'e 'Herhangi birimiz cünüp olduğu hâlde uyuyabilir mi?' diye sordum. 'Evet, abdest alıp uyuyabilir' buyurdu.135
Fakat bu hususta ruhsat bildiren bir haber vardır. Zira Aişe validemiz (r.a) Rasûlullah'ın (s.a) hiç suya dokunmadan cünüp olarak uyuduğunu rivayet etmektedir.136
Kişi yatağına yatmadan önce yatağının yüzünü eliyle süpürmeli veya yatağı silkmelidir. Çünkü yataktan ayrıldıktan sonra ne olduğundan habersizdir.137
Cünüp iken traş olmak, tırnak kesmek, kasıkları traş etmek veya kan aldırmak veya bedenin herhangi bir parçasını koparıp atmak uygun değildir. Zira bütün bu parçalar âhirette bedene geri döneceklerdir. Eğer bedenden cünüp olarak ayrılmışlarsa, cünüp olarak döneceklerdir.
Deniliyor ki, cünüp iken kesilen her kıl, kıyâmet gününde 'Neden beni cünüp iken kestin?' diye adamın yakasına yapışır ve dâvacı olur.
Cimanın edeplerinden birisi de azil yapmamaktır. Tohumun tarlası olan (zevcenin) rahminden başka, menisini herhangi bir yere akıtmamalıdır.
Hiçbir nefis yoktur ki, Allah Teâlâ onun yaratılışını takdir etmiş olsun da o olmasın,138
İşte Hz. Peygamber'in azil için söylediği budur. Eğer azil ya-parsa (bilsin ki) âlimler azlin mübâh veya mekruh olması hususunda dört görüştedirler.
a) Bir grup âlim; mutlak ve her durumda azil mübahtır, demiştir.
b) Bir grup da; mutlaka haramdır, demişlerdir.
c) Başka bir grup da; eğer kadının da rızasıyla olursa helâldir, eğer kadının rızası yoksa helâl değildir, demiştir. Sanki bu son grup, azil yapmayı değil, kadına eziyet etmeyi haram kılmaktadır.
d) Bir kısım âlimler de; câriyede azil yapmak mübahtır, fakat hür hanımlarda azil yapmak mübah değildir, demişlerdir. Bize göre en doğru fetva, azlin mübah olmasıdır.
Kerâhiyet'e139 gelince, şu üç mânâya gelmektedir: a) Tahrîmen kerâhiyet, b) Tenzîhen kerâhiyet, c) Faziletin terki mânâsına gelen kerâhiyet.
Bu bakımdan 'azil yapmak mekruhtur'140 diyenler üçüncü mânâ ile mekruh olduğunu söylemek istiyorlar. Yani azil yap-makta faziletin terkedilmesi vardır. Nitekim camide oturan bir kimse için 'Şu adam boş oturup zikir veya namazla meşgul olmazsa oturması mekruhtur' ve 'Mekke'de oturan bir kimse, her sene haccetmezse kerâhet işlemiştir' denir. Bu kerâhetten gaye; evlâ ve faziletliyi terketmek demektir. Azil meselesinde de bu şekildeki kerâhet sabittir. Çünkü biz daha önce evlat edinmekteki faziletten bahsetmiştik.
Kişi zevcesiyle cinsî münasebette bulunduğunda, onun bu temasından kendisine erkek ve Allah yolunda çarpışıp şehid düşen her evladın ecri yazılır,
- Ey Allah'ın Rasûlü! Bu nasıl olur?
- Sen mi onu yarattın? Sen mi onu hidâyet ettin? Onun dirilmesi ve ölmesi de sana mı aittir?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Onu yaratan, hidâyet eden, dirilten ve öldüren Allah'tır.
Böylece Rasûlullah (s.a) o hükmü ikrar ettirdi.
Bu hükmünü şu sırra binâen söylemiştir: Eğer bu kişiye hadîste vasfı geçen evlat gibi, bir evlat verilirse, böyle bir evladın doğumuna sebep olduğu için sevap kazanır. Oysa böyle bir evladın esas yaratanı, dirilteni ve cihada gitme kuvvet ve kudretini kendisine vereni Allah Teâlâ'dır. Babaya düşen vazife ki varolmasında sebep olmaktır cinsî münasebette bulunmaktır. Cinsî münasebette bulunmak da ancak meniyi anne rahmine akıttığı takdirde gerçekleşmiş olur. Biz azil yapmanın, kerâhet-i tahrîmiyye veya tenzihiyye olmadığını, ancak şu illetten ötürü söyledik: Yasağın (nehyin) isbatı ancak nass veya nass ile bildirilen başka bir şeyin üzerine kıyas etmekle mümkündür. Oysa azlin mekruh olması için herhangi bir nass olmadığı gibi, kerâheti hakkında kıyas edebileceğimiz bir asıl da mevcut değildir. Aksine burada azlin mübah olduğuna dair kıyas yapılacak bir asıl vardır. O da evlenmeyi esasından terketmek veya evlendikten sonra cimâı terketmek veya cinsî münasebette bulunduğu halde meniyi akıtmayı terketmektir. Bunların herhangi birini terketmek, en faziletli olanı terketmek demektir. Herhangi bir yasağı işlemek değildir. Bunlarla azl arasında hiçbir fark yoktur. Zira çocuk, ancak meninin rahme düşmesiyle oluşur. Meninin rahme düşmesinin de dört sebebi vardır:
1. Evlenmek.
2. Cinsî münâsebette bulunmak.
3. Cinsî münasebette bulunduktan sonra meninin akmasına kadar sabretmek.
4. Meni aktıktan sonra rahme varsın diye duraklamak.
Bu sebeplerin bir kısmı çocuk yapımına diğerinden daha yakındır. Meselâ dördüncüden kaçınmak, üçüncüden kaçınmak gibidir. Böylece üçüncüsü, ikincisi gibi ve ikincisi de birincisi gibidir.
Azil yapmak, âzaları daha belirmeyen çocuğu düşürmek veya olduktan sonra çocuğu öldürmek gibi değildir. Zira çocuğun oluştuktan sonra düşürülmesi veya olduktan sonra öldürülmesi, var olan bir varlığa saldırıp yok etmek demektir.
Var olmuş çocuğun dört mertebesi vardır. Varlık mertebelerinin ilki, meninin rahme akıp, hayatı kabul etmeye hazırlanmak için kadının suyu ile karışmasıdır. İşte bu şekilde kadının suyu ile karışmış bir meniyi yok etmek cinayettir. İkinci mertebesi, eğer bu meni, kan pıhtısı veya et parçası olursa onu ifsâd etmek, birinciyi ifsâd etmekten daha da korkunç bir cinâyet olur. Üçüncü mertebe, çocuğa ruh üfürülür ve âzaları belirirse, cinâyet daha da korkunçlaşır. Dördüncü mertebesi ve cinâyetin en ağırı ise, çocuğun annesinden diri olarak doğduktan sonra hayatına son vermektir.
Bizim 'Varlık sebebinin başlangıcı, meninin rahme akıtılmasıdır, erkek uzvundan çıkması değildir' dememizin sebebi şudur; çocuk sadece erkeğin menisinden yaratılmaz, iki eşin menilerinin karışmasından meydana gelir; ya erkek ile kadının suyundan veya erkeğin suyu ile kadının hayız kanından meydana gelir.141 Hekimlerden bazıları 'döl yatağındaki et parçası Allah'ın takdiri ile hayız kanından yaratılır' demiştir. Kan pıhtısında kanın yeri, yoğurt içindeki sütün yeri gibidir. Erkeğin menisi ise, o kanın katılaşması için, mayanın süt için şart olması gibi şarttır. Zira yoğurt ancak maya ile meydana gelebilir. Durum ne olursa olsun kadının suyu (menisi) çocuğun oluşumunda şarttır. Bu bakımdan eşlerin suları (menileri) akidlerdeki icab ve kabulün yerine geçer. Bu bakımdan kim önce akde evet deyip sonra karşı tarafın kabullenmesi olmadan önce cayarsa, akdi feshettiğinden ötürü suçlu sayılmaz. Ne zaman icab ile kabul, yani verdim ile aldım sözü bir araya gelirse, ondan sonra caymak yapılmış bir akdi feshetmek demek olur. Erkeğin bel kemiklerinde bulunan meni, tek başına çocuğu yapmadığı gibi, erkeğin tenâsül uzvundan çıktıktan sonra kadının suyu veya kanı ile karışmadıkça çocuk olmaz. İşte en açık kıyas budur.
İtiraz: Meniyi dışarıya akıtmak çocuğun olmasını bertaraf et-mek hususunda mekruh sayılmasa dahi, insanı böyle yapmaya sevkeden niyetinden ötürü mekruh olması, uzak sayılmayan bir ihtimaldir. Zira insanı azil yapmaya sevkeden niyet, bozuk bir niyettir. Böyle bir niyette şirkin şâibelerinden bir koku vardır.
Cevap: İnsanı azil yapmaya sevkeden niyetler beş tanedir:
Birincisi, câriyeler hususunda yapılan niyettir. Cariyesi gebe kalmak suretiyle azâd edilmeye hak kazanıp, mülkünden çıkmasın, mülkünü elinden çıkarıcı sebepler ortadan kalksın diye azil yapar. Bu şekildeki azil ise, şer'an yasaklanmış bir azil değildir.
İkincisi, kadının gençlik ve güzelliğini korumak için azil yapmaktır. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasaklanmış değildir.
Üçüncüsü, çocuklarının çokluğu sebebiyle sıkıntının çokluğundan, geçim zorluğundan ve gayr-ı meşrû yerlere başvurmaktan kaçınmak niyetidir. Böyle bir niyetle yapılan azil de yasak değildir. Zira zorluğun ve çalışmanın azlığı, dinin yardımcısı olur. Gerçi asıl kemâl, Allah'ın teminâtına güvenip ona tevekkül etmektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı sadece Allah'a aittir. (Hud/6)
Şüphe yoktur ki, azil yapmakta kemâlin zirvesinden düşüş olduğu gibi, en faziletli olanı terketmek de sözkonusudur. Fakat görünüşte tevekküle aykırı olan, malı koruyup biriktirmek, tevek-küle zıt olmakla beraber yasak bir şeydir diyemeyiz.
Dördüncüsü, kız çocuğunun ar getireceği düşüncesiyle yapılan azildir. Kız çocukları kendilerine bir ayıp olur diye öldürmek cahiliyye Arabının âdeti olduğu gibi, kız çocuklarının başkasıyla evlenmelerinde bir rezâletin olduğuna inandığı için azil yaparsa, bu niyeti bozuk bir niyettir. Eğer bu niyetten ötürü evlenmenin esasını veya cinsî münâsebetin esasını terkederse günahkâr olur. Yani evlenmeyi veya cinsî münâsebeti terketmekten ötürü değil, bu niyetinden dolayı günahkâr olur. Böylece bu niyetle yapılan azilde de sorumluluk vardır, Hz. Peygamber'in sünnet-i seniyyesinde ar ve ayıbın olduğuna inanmaktan doğan tehlike ise, daha şiddetlidir.142 Böyle bir kişi, kendisini erkeklere benzetmek istediği için üstüne erkek çıkacak diye evlenmeyi terkeden bir kadına benzer.
Beşincisi, temizliğe aşırı derecede düşkün olan bazı kadınlarda olduğu gibi, çocuk doğurmaktan, hayız ve nifastan kaçındıkları için çocuk istememeleridir. Hatta evlenmekten bile kaçınmalarıdır. Bu hâricî mezhebine mensup kadınların âdetidir. Onlar temizliğe çok önem verirler. Hayız halinde oruç tutar. Hatta hayız günlerinde geçen namazlarını bile kazâ ederler. Helâya bile soyunarak girerler. Onların yaptıkları sünnet-i seniyye'ye aykırı bir bid'attir. Bu niyet de bozuktur. Haricî kadınlarından birisi Âişe vâlidemiz (r.a) Basra'ya geldiği zaman, Âişe'nin huzuruna girmek için izin istemiş, ancak Âişe validemiz ona izin vermemiştir. Bunların da çocuk doğurmamaları değil, bu niyet ve tutumları bozuktur.
Çocukların nafakasından korkarak evlenmeyi terkeden bizden değildir. (Hz. Peygamber bu sözünü üç defa tekrar etmiştir).143
Şayet bu hadîsi öne sürerek itiraz edecek olursan, derim ki: Azil yapmak, evlenmeyi terketmek gibidir. Fakat Rasûlullah'ın 'Bizden değildir' demesi, şu mânâya gelir: 'Sünnetimiz ve yolumuz üzerinde bize uymuş değildir'; zira sünnetin en faziletlisi evlenip çocuk edinmektir.
Hz. Peygamber'in (s.a) azil hakkında 'Azil, çocuğu diri diri gömmektir' dediğini ve 'Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi günahla öldürüldüğü sorulduğu zaman' (Tekvir/8)144 ayetini okuduğunu söyleyecek olursan ki bu hadîs sahih'de vardır cevap olarak deriz ki: Bu hadîs gibi, azlin mübah olduğuna işaret eden birçok sahih hadîs de vardır. Hz. Peygamber'in 'çocuğunu diri gömmektir' sözü ise 'gizli şirktir' sözü gibidir. Bu ise, haram olmasını değil, mekruh olmasını icabettirir.
İtiraz: İbn Abbas (r.a) azlin, çocuğu öldürmenin bir şekli olduğunu söylemiştir. Zira azil yapmakla doğumu önlenen, küçücük iken öldürülen bir yavru gibidir.
Cevap: İbn Abbas bu kıyasıyla varlığın önlenmesini, varlığın doğduktan sonra öldürülmesi hususuna kıyas etmiştir. Bu kıyas ise, zayıf bir kıyastır. Zayıf olduğundan ötürü Hz. Ali (r.a) İbn Abbas'ın bu şekilde kıyas yaptığını duyduğu zaman, onun bu kıyasının yerinde bir kıyas olmadığını söyleyerek şöyle demiştir: 'Ancak meni yedi tür değişimden geçtikten sonra zâyi edilirse, öldürülen çocuk hükmüne geçer'. Hemen bu sözün akabinde yaradılışın geçirdiği devirler hakkında vârid olan şu ayeti celîleyi okudu:
Biz insanı muhakkak ki, çamurun özünden yarattık. Sonra Âdem'in neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık. Sonra o nutfeyi kan pıhtısı hâline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık. O et parçasını da kemikler haline getirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik. (Mü'minûn/12-14)
Daha sonra Hz. Ali (r.a) şu ayeti de okudu:
Diri olarak (toprağa) gömülen kıza hangi suçtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman... (Tekvir/8)
Azil meselesinde itibar edilmesi gereken delilleri ve kıyas yolunda ileri sürdüğümüz delilleri güzelce tedkik ettiğin zaman, Hz. Ali ile İbn Abbas'ın mânâlara dalmak ve ilimleri idrâk etmek hu-susundaki derecelerinin arasındaki farklılık güneş gibi açık bir şekilde görünür.
Nasıl hak, Hz. Ali'nin tarafında olmasın ki, Müslim ve Buhârî'de ittifakla Câbir'den şu hüküm rivayet edilmektedir: 'Bizler Hz. Peygamber'in zamanında Kur'an indiği halde azil yapıyorduk'. Başka bir tabir ile, 'Biz azil yapıyorduk, bizim böyle yaptığımız Hz. Peygamber'in kulağına gittiği halde bizi bu hareketimizden menetmedi'.145
Sahih'de Câbir'den şu hüküm de rivayet edilmektedir: Adamın biri Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dedi:
- Benim bir câriyem var. Aynı zamanda o câriye hurmalıkta da bizim hizmetimizi görür ve sâkilik yapar. Ben ise arada sırada onunla buluşurum. Fakat onun gebe kalmasını istemiyorum.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verdi:
İstersen azil yap. Fakat muhakkak ki, Allah tarafından ona ne takdir edilmiş ise ona gelecektir.
Bundan sonra uzun bir zaman adamcağız Rasûlullah'yanına gelmedi. Sonra bir gün çıkageldi ve dedi ki: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim câriye gebe kaldı'. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) 'Ben kendisi için takdir edilen olacaktır dedim ya' buyurdu. Bütün bu hükümler, Sahîh-i Müslim ile Sahih-i Buharî'de yer almatadır.146
129) Müslim ve Buhârî
130) Ümmü Seleme'den, (zayıf bir senedle)
131) İbn Hâce, (Utbe b. Abd'den zayıf bir senedle)
132) Deylemî, (Enes'ten). Hadîs münker'dir.
133) Deylemî
134) Bu fetva Muhammed b. Hasan'ın fetvasıdır. Bu zata göre, kadının tenasül uzvu hariç, kocası bedeninin diğer kısımlarını elleyebilir. Çünkü Hak Teâlâ 'hayız yerinden uzaklaşınız' buyurur. Hayız yeri ise, tenasül uzvu'dur. Hadîs-i şerifte 'Hayız hali olduğunda -cima hariç- istediğinizi yapabilirsiniz' (Müslim) buyurulmuştur. Hanefîlerden Tahavî, Mâlikîlerden Asbağ da bu fetvayı desteklemişlerdir. Fakat Gazalî'nin burada söylediği Şafii mezhebine göre verilmiş bir fetva değildir, kendisinin görüşü olabilir. Bkz. İthaf" us-Saade
135) Müslim ve Buhârî
136) Ebu Dâvud, Tirmizî, İbn Mâce
137) Ebu Hüreyre'den
138) Müslim ve Buhârî
139) Hususi bir yasaklama ile terk etmeyi gerektiren bir hitaptır. Mutlak terketme kesinlikle kastolunmamaktadır. Çünkü böyle oldu mu haram olur.
140) İmam Irâkî bu hadîsin aslına rastlamadığını söylemektedir. Fakat Ebu
Zer hadisinin aslı vardır. İbn Hibban Sahih adlı eserinde azlin haram olduğuna bu hadîsle delil getirmiştir.
141) Bu görüş, devamından da anlaşıldığı gibi eski hekimlerin görüşüdür.
142) Evlenme, Resûlüllah'ın sünnet-i seniyyesidir. Eğer kişi kızının evlenmesinde ayıp olduğuna inanırsa sünnette de ayıbın olduğuna inanmış olur ki bu bir felâkettir,
143) Daha önce geçmişti.
144) Müslim, (Vehb'in kızı Cüzzame'den)
145) İmam Gazâlî'nin belirttiği gibi hadîs, Müslim ve Buhârî tarafından rivayet edilmiştir. 'Bizi azletmekten menetmedi'ibaresi ise, sadece Müslim'de vardır.
146) Son kısım sadece Müslim'de vardır.
Nikahin Adablari
- Duâbe
- Gayret (Kıskançlık)
- Giriş
- Karı Koca Arasındaki Adâb-ı Muâşeret ve Nikâhın Devâmını Sağlayacak Hususlar
- Muâşeret
- Nafaka
- Nikâh Akdinde ve Nikâh Yapanlar Arasında Riayet Edilmesi Gereken Âdâb
- Nikâha Teşvik ve Nikâhtan Sakındırma
- Nikâhı Teşvik
- Nikâhın Âfetleri
- Nikâhın Faydaları
- Nikâhtan Sakındırmak
- Nüşuz/Geçimsizlik
- Siyaset
- Taksim
- Talâk
- Tâlim
- Vika
- Vilâdet