Evlenmeyi Terketmek Hususunda İnsana Düşen Vazifeler
Müridin işin başlangıcında nefsini evlenmekle meşgul etmemesi gerekir. Çünkü evlenmek, insanı meşgul eden ve müridi seyr u sülûkten alıkoyan, kadınlara yakınlaşmaya götüren bir durumdur. Oysa Allah'tan başkası ile yakınlaşan bir kimse Allah'tan uzaktır! Sakın Hz. Peygamber'in çok evlenmesi müridi aldatmasın. Çünkü Hz. Peygamber'in kalbini dünyada olanların hiçbiri Allah'tan uzaklaştırmazdı. Bu bakımdan melekler hiçbir zaman demircilerle kıyas edilemez ve bu sırra binaen Ebu Süleyman Dârânî şöyle demiştir: 'Evlenen bir kimse dünyaya meyletmiştir'. Yine şöyle demiştir: Hiçbir mürid görmedim ki evlenip de eski halinde dursun!'
Bir ara kendisine şöyle denildi: 'Senin kendisiyle yakınlık kuracak bir kadına ihtiyacın var'. Cevap olarak 'Hayır! Allah nasip etmesin, evlenip kadına yakınlaşmak Allah'tan uzaklaşmak demektir' demiştir. Yine şöyle demiştir: 'Çocuk, mal veya kadın, seni Allah'tan meşgul ediyorsa, o senin için uğursuzdur'. Bu bakımdan Hz. Peygamber'den başkası, Hz. Peygamber'e nasıl kıyas edilebilir? Oysa Hz. Peygamber'in Allah sevgisine dalması öyle bir raddeye gelmişti ki bazen sevgi içerisinde cayır cayır yandığını hissederdi. Öyle bir dereceye gelmişti ki bazı durumlarda bu sevginin bedenini paramparça etmesinden korkulurdu. İşte bu sırra binaen Hz, Peygamber, elini zevcesi Âişe'nin oyluk kemiği üstüne vurarak şöyle demiştir:
Ey Âişe! Benimle konuş!53
Hz. Peygamber bu sözü, içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyenin ağırlığından Âişe'nin konuşmasıyla bir zaman için -az da olsa-kurtulmak maksadıyla söylemişti. Çünkü bedeninin buna tahammül edemeyeceğini düşünüyordu. Hz. Peygamber'in tabiatı, Allah ile yakınlaşmaktı. Halk ile yakınlaşmak ise geçicidir. Sadece bedenine acıdığı içindir. Sonra Hz. Peygamber, halk ile uzun zaman beraber oturmaya katlanamazdı. Canı sıkıldığı zaman şöyle derdi:
Ey Bilâl! Bizi rahata kavuştur!54
Bunu, gözünün nûru olan namaz için ezan okuması anlamında söylerdi. Bu bakımdan, zayıf bir kimse kendini bu şekilde ele alırsa aldanır. Çünkü anlayışlar, Hz. Peygamber'in fiillerinin sırlarına vâkıf olmaktan âcizdir. Bu bakımdan müridliğin şartı, marifette kuvvet buluncaya kadar, başlangıçta bekar olmaktır. Tabiî bu da şehvet kendisine galebe çalmadığı zaman sözkonusudur. Eğer şehvet kendisine galip gelirse, şehveti uzun bir açlık ve devamlı oruçla kırmalıdır. Eğer şehvet buna rağmen eksilmezse ve gözünü (haramdan) koruyacak derecede değilse -tenasül uzvunu koruyacak güçte olsa bile- evlenmek böyle bir kimse için daha evlâdır ki şehveti sükûnet bulsun! Aksi takdirde gözünü korumadığı müddetçe fikrini de koruyamaz. Böylece himmeti dağılır ve çoğu zaman güç yetiremediği bir belâya düçar olur. Zaten göz zinası da küçük günahların büyüklerindendir. Göz zinası, kısa bir zamanda fahiş olan büyük günaha (zinaya) götürür. Gözünü haramdan korumaya gücü yetmeyen bir kimse, tenasül uzvunu korumaya da güç yetiremez demektir.
Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Haram bakıştan sakının! Çünkü haram bakış kalbe şehvet tohumunu eker. Fitne olarak bu durum yeter de artar bile!'
Said b. Cübeyr şöyle demiştir: "Hz. Davud için fitne, ancak haram bakıştan gelmişti ve bu sırra binaen Hz. Davud (a.s) şöyle dedi: 'Ey oğul! Arslan ve yılanların arkasından git de bir kadının arkasında yürüme!' Hz. Yahya'ya (a.s) şöyle soruldu: 'Zinanın başlangıcı nedir?' Cevap olarak 'Bakmak ve temenni etmektir!' dedi".
Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: "İblis der ki: 'O benim eski okumdur. O benim öyle bir okumdur ki onunla attığımda hedefi şaşırmam!' İblis bununla 'haram bakış'ı kastediyor".
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Haram bakış, İblis'in oklarından zehirli bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terkederse, Allah Teâlâ ona öyle bir iman verir ki o imanın tadını kalbinde hisseder...55
Ben kendimden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.56
Dünya fitnesinden ve kadın fitnesinden sakının! Çünkü İsrail oğullarının fitnesinin başlangıcı kadınlar tarafındandı.57
Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur:
Mü'min erkeklere söyle: 'Gözlerini haram bakıştan kapatsınlar!'(Nûr/30)
Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her insanın zinadan nasibi vardır. Gözler zina ederler. Onların zinası bakıştır. Eller zina ederler. Onların zinası tutmaktır. Ayaklar zina ederler. Onların zinası (harama doğru) yürümektir. Ağız zina eder. Onun zinası öpmektir. Kalp himmet eder veya temennide bulunur. Tenasül organı ise ya kalbi tasdikler veya yalanlar.58
Ümmü Seleme şöyle anlatır: İki gözü kör olan İbn Ümmi Mektum (Abdullah b. Kays), Hz. Peygamber'in huzuruna gelmek için izin istedi. Beri ve Hz. Peygamber'in Meymune adlı zevcesi Hz. Peygamber'in yanında bulunuyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber ikimize 'Perdenin arkasına çekiliniz!' dedi. Hz. Peygamber'e 'İbn Ümmi Mektum'un gözleri kör değil mi?' dedik. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Siz ikiniz onu görmüyor musunuz?59
Bu hadîs-i şerîf, kadınların, âmâ olan erkeklerle matem ve düğünlerde âdet olduğu gibi beraber oturmalarının câiz olmadığına delâlet eder. Bu bakımdan âmâ olan bir kimseye kadınlarla tenha bir yerde bulunmak haramdır. Kadına da âmâ ile oturmak, ihtiyaç olmaksızın ona bakmak haramdır. Kadınların erkeklerle konuşması ve erkeklere bakması sadece umumî ihtiyaç için câiz kılınmıştır. Bu bakımdan kişi gözünü kadından tutmaya muktedir ise de tüysüz çocuklardan tutmaya muktedir olmadığından dolayı evlenmek kendisi için daha iyidir. Çünkü tüysüz çocuklar için fitne daha yaygındır. Zira kişinin kalbi bir kadına meylederse, onunla evlenmek sûretiyle mübah bir şekilde ona ulaşabilir. Şehvet ile tüysüz çocuğun yüzüne bakmak ise haramdır. Hatta kalbi tüysüz çocuğun suretinin güzelliğiyle etkilenip; tüysüz çocuk ile sakallı arasında fark olduğunu idrak eden kimsenin tüysüz çocuğa bakması helâl değildir.
İtiraz: Her his sahibi, şüphesiz güzel ile çirkin arasındaki farkı idrak eder ve asr-ı saâdetten bu yana da tüysüz çocukların yüzleri açık bırakılmıştır.
Cevap: Ben ayırmaktan, sadece gözün ayırmasını kasdetmiyorum. Kişinin aradaki farkı idrak etmesi, yemyeşil ağaçla kupkuru ağaç, saf su ile bulanık su arasındaki farkı idrak etmesi gibi olmasını kastediyorum. Üzerinde çiçek ve yapraklar bulunan ağaç ile çiçekleri dökülen ağaç arasındaki farkı idrak etmeyi kastediyorum. Çünkü kişi bunların birisine, hem gözü, hem de tabiatiyle meyleder. Fakat bu meylediş, şehvetten uzak bir meyildir ve bunun için de kişi çiçeklere, güllere dokunup öpmek istemez. Saf suyu öpmeyi düşünmez. Güzel bir genç de böyledir. Bazen göz ona meyleder. Onunla çirkin bir yüz arasındaki farkı idrak eder. Fakat bu öyle bir farkediştir ki onda şehvet yoktur. Bu, nefsin yaklaşması, dokunması ve meyletmesiyle bilinir. Ne zaman bu meyil kişinin kalbinde bulunursa ve kişi güzel yüz, güzel bitkiler, nakışlı elbiseler ve süslü tavanlar arasındaki farkı idrak ederse, kişinin o yüze bakması şehvet bakışıdır ve haramdır. İşte bu husus, halkın gevşeklik gösterdiği bir husustur. Bu gevşeklik, halkı bilmedikleri tehlikelere sürükler.
Âriflerden biri şöyle demiştir: 'Ben ibâdet eden bir genç için yırtıcı bir canavarın, o gencin yanında oturan tüysüz bir çocuktan daha tehlikeli olduğunu sanmıyorum'.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Eğer bir kişi, ayaklarının parmaklarından ikisiyle şehveti irade ederek bir tüysüz çocukla oynarsa bu yaptığı livata sayılır!'
Selefin birinden rivayet ediliyor ki şöyle demiştir: 'Bu ümmette üç çeşit lûtî olacaktır: Birincisi bakar. İkincisi el sıkar. Üçüncüsü de bu işi fiilen yapar!'
Durum bu iken, o halde yeni yetişen tüysüzlere bakmanın âfeti büyüktür. Bu bakımdan mürid, gözünü kapatmaktan, fikrini kontrol altına almaktan âciz olduğu zaman, kendisi için güzel olan, evlenmek sûretiyle şehveti kırmaktır. Zira bazı nefisler vardır ki onun şehveti aç bırakmakla kırılmaz.
Biri şöyle anlatıyor: "Benim şehvetim, güç yetiremiyeceğim derecede bana galebe çaldı. Bu esnada ben çokça Allah'a yalvardım. Rüyamda bir şahıs göründü, bana 'Sen neden böyle sızlanıyorsun?'dedi. Ona durumumu anlattım. 'Bana doğru gel!' dedi. Ona doğru gittim. Elini göğsümün üzerine koydu. O elin serinliğini ciğerimin ortasında ve bütün bedenimde hissettim. Sabahladığım zaman bendeki şehvet kayboldu. Bir sene şehvetten uzak kaldım. Sonra şehvet tekrar geldi. Yine Allah'a yalvardım. Rüyamda bir şahıs bana geldi ve dedi ki: 'Sendeki şehvetin gitmesini, buna karşılık senin boynunu vurmamı ister misin?' Ben 'Evet! İsterim!' dedim. Bunun üzerine bana 'O halde boynunu uzat!' dedi. Ben de boynumu uzattım. O şahıs, nûrdan yapılmış bir kılıcı kınından çekti ve onunla boynumu vurdu. Sabahladığımda o şehvet benden gitmişti. Bir sene şehvetten uzak kaldım. Sonra o şehvet veya ondan daha şiddetlisi tekrar geldi. Bu sefer rüyamda bir şahıs kaburgamla göğsümün arasında durup bana hitap ederek şöyle diyordu: 'Allah senden razı olsun! Allah'ın kaldırılmasını sevmediği bir şeyi kaldırmak için Allah'a daha ne kadar yalvaracaksın'. Bunun üzerine evlendim, şehvet de kesildi ve çocuğum da oldu!"
Mürid, evlenmeye muhtaç olduğu zaman, evlenirken ve evliliğin devamında müridliğin şartını terketmemelidir. Nikâhın başlangıcında güzel niyetle, devamında ise güzel ahlâk, yaşantının düzelmesi ve kadının haklarını yerine getirmekle müridliğin şartını terketmiş olmaz. Nitekim biz bunları Nikâh Adabı bölümünde tafsilatlı bir şekilde zikretmiştik. Onu tekrar etmekle kitabı uzatmayacağız. İradenin doğruluğunun alâmeti, fakir ve dindar bir kadınla evlenmek, zengin kadın aramamaktır. Adamın biri şöyle demiştir: "Zengin kadınla evlenen bir kimse beş zorluk ile karşılaşır:
1.Mehrinin çok olması
2.Zifafın geciktirilmesi
3.Kadının kocasına hizmet etmekten kaçınması
4.Nafakanın çokluğu
5.Kişi zengin kadını boşamak istediği zaman, kadının malının elinden gitmesinden korkarak bunu yapamaz. Fakir kadının durumu ise, bunun tam aksinedir".
Yine adamın biri şöyle demiştir: "Kadının dört yönden erkekten daha düşük olması uygundur, aksi takdirde kadın erkeği hakir görür. Bu dört şey şunlardır:
1.Yaşça erkekten küçük, olmalı
2.Boyca erkekten kısa olmalı
3.Malca erkekten fakir olmalı
4.Nesebce erkekten düşük olmalıdır.
Dört hasletle de erkekten üstün olması uygundur:
1.Güzellikte erkekten daha üstün olmalı
2.Terbiye açısından erkekten daha ilerde olmalı
3.Takvâda erkekten daha ilerde olmalı
4.Ahlâkça da erkekten daha üstün olmalıdır'"1.
Evliliğin devamında niyetin doğruluğunun alâmeti ahlâktır. Müridlerden biri bir kadınla evlendi. Kadına o kadar hizmet etti ki kadın utanıp kocasını babasına şikayet ederek şöyle dedi: 'Ben bu kişi hakkında hayrete düşüyorum. Senelerden beri evindeyim. Tuvalete gittiğimde mutlaka benden önce suyu tuvalete götürüp bırakıyor'.
Bir kimse güzel bir kadınla evlendi. Zifaf yaklaştığı zaman kadın çiçek hastalığına tutuldu. Kadının ailesi bundan dolayı pek mahzun oldular. Kocasının kendisini çirkin göreceğinden korktular. Bunun üzerine adam onlara gözünün ağrıdığını, sonra da gözünün kör olduğunu bildirdi. Böylece zifafa girdi ve onların üzüntüsü de gitti. O kadın, bu kocasının yanında yirmi sene kaldı, sonra vefat etti. Adam yirmi sene kapadığı gözünü açtı. Kendisine 'Neden yirmi seneden beri bu zahmete katlandın?' denildiğinde şu cevabı verdi: 'Hanımımın ailesi üzülmesin diye bunu yaptım'. Kendisine 'Bu ahlâkınla sen, arkadaşlarını geçtin!' dediler.
Sûfîlerden biri kötü huylu bir kadınla evlendi. Kadının her türlü eziyetine sabrediyordu. Kendisine 'Neden bu kadını bozamıyorsun?' denildi. Cevap olarak 'Onun eziyetlerine dayanamayacak birinin onu alarak zahmet çekmesinden korktuğum için onu boşamıyorum' dedi.
Eğer mürîd evlenirse, işte böyle olması uygundur. Eğer evlenmeyi terketmeye gücü yeterse, evlenmemek daha evlâdır. Fakat nikâhın faziletiyle, ahiret yolunun seyr u sülûkünü bir arada tutmaya imkânı olmadığını ve evlenmenin, kendisini bu durumdan alıkoyacağını anlarsa bekâr kalması daha iyidir.
Rivayet ediliyor ki Muhammed b. Süleyman el-Hâşimî'nin günlük geliri seksen bin dirhemdi. Bu zat Basra halkına ve âlimlerine evlenmek hususunda bir mektup yazdı. Bütün Basralılar, Rabiat'ul-Adevîye'nin uygun olduğuna karar verdiler. Bunun üzerine Muhammed, Rabia Hâtun'a şu mektubu yazdı:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle başlarım!
Allah Teâlâ beni dünya kazancından günde seksen bin dirhem gelire sahip kılmıştır. Pek fazla bir zaman geçmeden ben onu yüzbine çıkarırım. Ben bu servetin bir mislini sana vereceğim. Bu bakımdan bana evlenmek hususunda müsbet cevap ver!
Râbia Hâtun cevap olarak kendisine şu mektubu yazdı: Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle başlarım.
Dünya hususundaki zâhidlik, kalbin ve bedenin rahatıdır. Dünyaya rağbet göstermek, üzüntü ve gam getirir. Sana bu mektubum geldiği zaman, sen azığını hazırla, âhiret için gönder. Kendi kendinin vasîsi ol. Başkalarını mirasını taksim etmek için vasî yapma! Devamlı oruç tut! İftarın ölüm olsun! Bana gelince, eğer Allah Teâlâ bana, sana verdiğinin birkaç mislini ve birkaç katını verse bile, göz açıp kapayıncaya kadar da olsa Allah'tan başka birşey ile meşgul olmak bana zor gelir.
Râbia Hâtunun bu sözü insanı Allah'tan başka şeyle meşgul eden her şeyin noksanlık olduğuna işarettir. Bu bakımdan mürid, haline ve kalbine bakmalıdır. Eğer halinin ve kalbinin bekarlıkta daha güzel olacağını anlarsa, bekarlık kendisi için daha yaklaştırıcıdır. Eğer bundan âciz olursa evlenmek daha iyidir.
Bu illet ve hastalığın ilâcı üç şeydir.
1.Açlık
2.Gözü haramdan korumak
3.Kalbi meşgul eden bir vazife ile uğraştırmak
Eğer bu üç tedavi şekli fayda vermezse, o zaman bu hastalığın kökünü kesen yegana ilâç evlenmektir ve bu sırra binaen selef erken evlenir ve kızlarını da erken evlendirirlerdi .
Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: "İblis herhangi bir kimseden ümitsiz olduğu zaman, muhakkak kadın1ar kanalı1a ona yaklaşmak ister'.
Yine Said, seksen dört yaşında iken ve bir gözü kör olduğu, diğer gözü de geceleyin görmediği halde şöyle demiştir: 'Bence şehvet yönünden kadınlardan daha korkunç birşey yoktur!'
Abdullah b. Ebu Veda'dan şöyle rivayet edilir: "Ben Said b. Müseyyeb'in sohbetine katılırdım. Bir müddet yanına gelmedim. Kendisine geldiğim zaman 'Sen neredeydin?' diye sordu. 'Ailem vefat etti. Onunla meşguldüm!' dedim. Said 'Neden bize haber vermedin ki biz onun cenazesine iştirak ederdik' dedi. Sonra kalkmak istedim. Bana 'Sen herhangi bir kadından söz aldın mı?' dedi. Ben ona 'Allah senden razı olsun! Kim bana kız verir. Ben iki veya üç dirhem paraya sahibim!' dedim. Said 'Ben veriyorum!' dedi. Ben 'Sen mi kızını bana veriyorsun?' dedim. Said 'Evet' dedi. Hemen Allah'a hamdetti. Hz. Peygamber'e salât ve selâm okudu ve kızını iki veya üç dirhem mehir karşılığı bana nikahladı. Ben sevincimden ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette ayağa kalktım. Evime gittim. Parayı kimden alayım ve kime borç edeyim diye düşündüm. Sonra akşam namazını kılarak evime döndüm, çırayı yaktım. Orucumu açmak için akşam yemeğini getirdim. Yemeğim de ekmekle zeytindi. Birden kapı vuruldu. Ben 'Kimdir kapıyı çalan?' dedim. Çalan 'Said'dir' dedi. Ben Müseyyeb'in oğlu Said hariç, ismi Said olan herkesi kalbimden geçirdim. Çünkü Müseyyeb'in oğlu Said, kırk seneden beri evi ile mescidin arasından başka bir yeri görmüş değildi. Kapıya çıkınca Said b. Müseyyeb'i gördüm. Kızı hakkında aklına birşey geldi de onu bana söylemek için geldiğini zannettim. 'Ya Ebu Muhammed! Keşke sen bana haber verseydin de ben sana gelseydim' dedim. Said 'Hayır! Ben sana gelmeye daha müstehakım!' dedi. Ben 'O halde emrin nedir?1 diye sorunca, Said 'Sen yeni evlenmiş bir kimsesin. Ben senin bu gece tek başına sabahlamanı çirkin gördüm. İşte senin hanımın!' dedi. Baktım ki kızı arkasında ayakta duruyor. Sonra kızın elini tuttu. Kızı kapıdan içeri itti ve kapıyı kapattı. Kız hayâ ve utangaçlıktan yere düştü. Ben de kapıya tutundum. Sonra içinde ekmekle zeytin bulunan çömleğe gittim. Kız onu görmesin diye çıranın gölgesinde gizledim. Sonra evin damına çıktım. Komşulara taş atarak haber verdim. Bana gelerek 'ne oldu?' diye sordular. Onlara 'Allah sizden razı olsun! Said b. Müseyyeb kızını bugün benimle evlendirdi ve benim haberim olmaksızın bu gece getirdi!' dedim. Onlar Said mi sana kızını verdi?' dediler. Ben'Evet!' dedim. Onlar 'Kız evde mi?' dediler. Ben 'Evet!' dedim. Komşular kızın yanına iniverdi. Haber anneme gitti. Annem gelip 'Ben kızı hazırlayıncaya dek kıza dokunursan yüzüm senin yüzüne haram olsun' dedi. Üç gün sonra zifafa girdik. Baktım ki kız, bir kadın güzelidir. Allah'ın Kitabı'nı herkesten daha güzel hıfzetmiş, Hz. Peygamber'in sünnetini herkesten daha iyi bilir, kocanın hakkını herkesten daha iyi anlar bir kadındı. Bir ay ne ben Said'e gittim ne de o bana geldi. Bir aydan sonra ona gittim. Ders halkasındaydı. Ona selâm verdim. Selâmımın karşılığını verdi. Halk dağılıp gidinceye kadar benimle konuşmadı. Sonra bana 'O kimsenin (kızını kastediyor) hâli nedir?' diye sordu. Ben cevap olarak 'Ey Ebu Muhammed! Hayırlıdır; dostu sevindirecek ve düşmanı kızdıracak bir durum üzeredir' dedim. Said bana 'Eğer onun herhangi bir şeyi seni şüphelendirme, bastona yapış!' dedi. Ben evime döndüm. Said bana yirmi dirhem gönderdi".
Abdullah b. Süleyman şöyle anlatıyor: 'Said b. Müseyyeb'in bu kızını Abdülmelik b. Mervan, oğlu Velid'i veliahd yaptığı zaman istedi. Fakat Said, kızını Velid'e vermedi. Abdülmelik o günden sonra Said'in aleyhinde bir fırsat kolluyordu. Hatta soğuk bir günde Said'e yüz sopa vurdurup başına bir testi su döktü ve kendisine ceza olarak yünden yapılmış bir cübbe giydirdi'. İşte ey okuyucu! Said'in o gece zifaf hususunda acele etmesi, şehvet felaketinin ne olduğunu sana bildirmekte ve dinde şehvet ateşini evlenmekle söndürmenin vâcib oluşunu sana haber vermektedir. Allah ondan razı olsun ve onu rahmetine kavuştursun!
52) Nikâh bölümünde geçmişti
53)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
54)Namaz bölümünde geçmişti.
55)Nikâh bölümünde geçmişti.
56)Buhârî, Müslim
57)Müslim
58)Buhârî, Müslim
59)Ebu Dâvud, Nesâî,Tirmizi
Bir ara kendisine şöyle denildi: 'Senin kendisiyle yakınlık kuracak bir kadına ihtiyacın var'. Cevap olarak 'Hayır! Allah nasip etmesin, evlenip kadına yakınlaşmak Allah'tan uzaklaşmak demektir' demiştir. Yine şöyle demiştir: 'Çocuk, mal veya kadın, seni Allah'tan meşgul ediyorsa, o senin için uğursuzdur'. Bu bakımdan Hz. Peygamber'den başkası, Hz. Peygamber'e nasıl kıyas edilebilir? Oysa Hz. Peygamber'in Allah sevgisine dalması öyle bir raddeye gelmişti ki bazen sevgi içerisinde cayır cayır yandığını hissederdi. Öyle bir dereceye gelmişti ki bazı durumlarda bu sevginin bedenini paramparça etmesinden korkulurdu. İşte bu sırra binaen Hz, Peygamber, elini zevcesi Âişe'nin oyluk kemiği üstüne vurarak şöyle demiştir:
Ey Âişe! Benimle konuş!53
Hz. Peygamber bu sözü, içinde bulunduğu hâlet-i rûhiyenin ağırlığından Âişe'nin konuşmasıyla bir zaman için -az da olsa-kurtulmak maksadıyla söylemişti. Çünkü bedeninin buna tahammül edemeyeceğini düşünüyordu. Hz. Peygamber'in tabiatı, Allah ile yakınlaşmaktı. Halk ile yakınlaşmak ise geçicidir. Sadece bedenine acıdığı içindir. Sonra Hz. Peygamber, halk ile uzun zaman beraber oturmaya katlanamazdı. Canı sıkıldığı zaman şöyle derdi:
Ey Bilâl! Bizi rahata kavuştur!54
Bunu, gözünün nûru olan namaz için ezan okuması anlamında söylerdi. Bu bakımdan, zayıf bir kimse kendini bu şekilde ele alırsa aldanır. Çünkü anlayışlar, Hz. Peygamber'in fiillerinin sırlarına vâkıf olmaktan âcizdir. Bu bakımdan müridliğin şartı, marifette kuvvet buluncaya kadar, başlangıçta bekar olmaktır. Tabiî bu da şehvet kendisine galebe çalmadığı zaman sözkonusudur. Eğer şehvet kendisine galip gelirse, şehveti uzun bir açlık ve devamlı oruçla kırmalıdır. Eğer şehvet buna rağmen eksilmezse ve gözünü (haramdan) koruyacak derecede değilse -tenasül uzvunu koruyacak güçte olsa bile- evlenmek böyle bir kimse için daha evlâdır ki şehveti sükûnet bulsun! Aksi takdirde gözünü korumadığı müddetçe fikrini de koruyamaz. Böylece himmeti dağılır ve çoğu zaman güç yetiremediği bir belâya düçar olur. Zaten göz zinası da küçük günahların büyüklerindendir. Göz zinası, kısa bir zamanda fahiş olan büyük günaha (zinaya) götürür. Gözünü haramdan korumaya gücü yetmeyen bir kimse, tenasül uzvunu korumaya da güç yetiremez demektir.
Hz. İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Haram bakıştan sakının! Çünkü haram bakış kalbe şehvet tohumunu eker. Fitne olarak bu durum yeter de artar bile!'
Said b. Cübeyr şöyle demiştir: "Hz. Davud için fitne, ancak haram bakıştan gelmişti ve bu sırra binaen Hz. Davud (a.s) şöyle dedi: 'Ey oğul! Arslan ve yılanların arkasından git de bir kadının arkasında yürüme!' Hz. Yahya'ya (a.s) şöyle soruldu: 'Zinanın başlangıcı nedir?' Cevap olarak 'Bakmak ve temenni etmektir!' dedi".
Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: "İblis der ki: 'O benim eski okumdur. O benim öyle bir okumdur ki onunla attığımda hedefi şaşırmam!' İblis bununla 'haram bakış'ı kastediyor".
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Haram bakış, İblis'in oklarından zehirli bir oktur. Kim Allah'tan korkarak onu terkederse, Allah Teâlâ ona öyle bir iman verir ki o imanın tadını kalbinde hisseder...55
Ben kendimden sonra erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım.56
Dünya fitnesinden ve kadın fitnesinden sakının! Çünkü İsrail oğullarının fitnesinin başlangıcı kadınlar tarafındandı.57
Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur:
Mü'min erkeklere söyle: 'Gözlerini haram bakıştan kapatsınlar!'(Nûr/30)
Hz, Peygamber şöyle buyurmuştur:
Her insanın zinadan nasibi vardır. Gözler zina ederler. Onların zinası bakıştır. Eller zina ederler. Onların zinası tutmaktır. Ayaklar zina ederler. Onların zinası (harama doğru) yürümektir. Ağız zina eder. Onun zinası öpmektir. Kalp himmet eder veya temennide bulunur. Tenasül organı ise ya kalbi tasdikler veya yalanlar.58
Ümmü Seleme şöyle anlatır: İki gözü kör olan İbn Ümmi Mektum (Abdullah b. Kays), Hz. Peygamber'in huzuruna gelmek için izin istedi. Beri ve Hz. Peygamber'in Meymune adlı zevcesi Hz. Peygamber'in yanında bulunuyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber ikimize 'Perdenin arkasına çekiliniz!' dedi. Hz. Peygamber'e 'İbn Ümmi Mektum'un gözleri kör değil mi?' dedik. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Siz ikiniz onu görmüyor musunuz?59
Bu hadîs-i şerîf, kadınların, âmâ olan erkeklerle matem ve düğünlerde âdet olduğu gibi beraber oturmalarının câiz olmadığına delâlet eder. Bu bakımdan âmâ olan bir kimseye kadınlarla tenha bir yerde bulunmak haramdır. Kadına da âmâ ile oturmak, ihtiyaç olmaksızın ona bakmak haramdır. Kadınların erkeklerle konuşması ve erkeklere bakması sadece umumî ihtiyaç için câiz kılınmıştır. Bu bakımdan kişi gözünü kadından tutmaya muktedir ise de tüysüz çocuklardan tutmaya muktedir olmadığından dolayı evlenmek kendisi için daha iyidir. Çünkü tüysüz çocuklar için fitne daha yaygındır. Zira kişinin kalbi bir kadına meylederse, onunla evlenmek sûretiyle mübah bir şekilde ona ulaşabilir. Şehvet ile tüysüz çocuğun yüzüne bakmak ise haramdır. Hatta kalbi tüysüz çocuğun suretinin güzelliğiyle etkilenip; tüysüz çocuk ile sakallı arasında fark olduğunu idrak eden kimsenin tüysüz çocuğa bakması helâl değildir.
İtiraz: Her his sahibi, şüphesiz güzel ile çirkin arasındaki farkı idrak eder ve asr-ı saâdetten bu yana da tüysüz çocukların yüzleri açık bırakılmıştır.
Cevap: Ben ayırmaktan, sadece gözün ayırmasını kasdetmiyorum. Kişinin aradaki farkı idrak etmesi, yemyeşil ağaçla kupkuru ağaç, saf su ile bulanık su arasındaki farkı idrak etmesi gibi olmasını kastediyorum. Üzerinde çiçek ve yapraklar bulunan ağaç ile çiçekleri dökülen ağaç arasındaki farkı idrak etmeyi kastediyorum. Çünkü kişi bunların birisine, hem gözü, hem de tabiatiyle meyleder. Fakat bu meylediş, şehvetten uzak bir meyildir ve bunun için de kişi çiçeklere, güllere dokunup öpmek istemez. Saf suyu öpmeyi düşünmez. Güzel bir genç de böyledir. Bazen göz ona meyleder. Onunla çirkin bir yüz arasındaki farkı idrak eder. Fakat bu öyle bir farkediştir ki onda şehvet yoktur. Bu, nefsin yaklaşması, dokunması ve meyletmesiyle bilinir. Ne zaman bu meyil kişinin kalbinde bulunursa ve kişi güzel yüz, güzel bitkiler, nakışlı elbiseler ve süslü tavanlar arasındaki farkı idrak ederse, kişinin o yüze bakması şehvet bakışıdır ve haramdır. İşte bu husus, halkın gevşeklik gösterdiği bir husustur. Bu gevşeklik, halkı bilmedikleri tehlikelere sürükler.
Âriflerden biri şöyle demiştir: 'Ben ibâdet eden bir genç için yırtıcı bir canavarın, o gencin yanında oturan tüysüz bir çocuktan daha tehlikeli olduğunu sanmıyorum'.
Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Eğer bir kişi, ayaklarının parmaklarından ikisiyle şehveti irade ederek bir tüysüz çocukla oynarsa bu yaptığı livata sayılır!'
Selefin birinden rivayet ediliyor ki şöyle demiştir: 'Bu ümmette üç çeşit lûtî olacaktır: Birincisi bakar. İkincisi el sıkar. Üçüncüsü de bu işi fiilen yapar!'
Durum bu iken, o halde yeni yetişen tüysüzlere bakmanın âfeti büyüktür. Bu bakımdan mürid, gözünü kapatmaktan, fikrini kontrol altına almaktan âciz olduğu zaman, kendisi için güzel olan, evlenmek sûretiyle şehveti kırmaktır. Zira bazı nefisler vardır ki onun şehveti aç bırakmakla kırılmaz.
Biri şöyle anlatıyor: "Benim şehvetim, güç yetiremiyeceğim derecede bana galebe çaldı. Bu esnada ben çokça Allah'a yalvardım. Rüyamda bir şahıs göründü, bana 'Sen neden böyle sızlanıyorsun?'dedi. Ona durumumu anlattım. 'Bana doğru gel!' dedi. Ona doğru gittim. Elini göğsümün üzerine koydu. O elin serinliğini ciğerimin ortasında ve bütün bedenimde hissettim. Sabahladığım zaman bendeki şehvet kayboldu. Bir sene şehvetten uzak kaldım. Sonra şehvet tekrar geldi. Yine Allah'a yalvardım. Rüyamda bir şahıs bana geldi ve dedi ki: 'Sendeki şehvetin gitmesini, buna karşılık senin boynunu vurmamı ister misin?' Ben 'Evet! İsterim!' dedim. Bunun üzerine bana 'O halde boynunu uzat!' dedi. Ben de boynumu uzattım. O şahıs, nûrdan yapılmış bir kılıcı kınından çekti ve onunla boynumu vurdu. Sabahladığımda o şehvet benden gitmişti. Bir sene şehvetten uzak kaldım. Sonra o şehvet veya ondan daha şiddetlisi tekrar geldi. Bu sefer rüyamda bir şahıs kaburgamla göğsümün arasında durup bana hitap ederek şöyle diyordu: 'Allah senden razı olsun! Allah'ın kaldırılmasını sevmediği bir şeyi kaldırmak için Allah'a daha ne kadar yalvaracaksın'. Bunun üzerine evlendim, şehvet de kesildi ve çocuğum da oldu!"
Mürid, evlenmeye muhtaç olduğu zaman, evlenirken ve evliliğin devamında müridliğin şartını terketmemelidir. Nikâhın başlangıcında güzel niyetle, devamında ise güzel ahlâk, yaşantının düzelmesi ve kadının haklarını yerine getirmekle müridliğin şartını terketmiş olmaz. Nitekim biz bunları Nikâh Adabı bölümünde tafsilatlı bir şekilde zikretmiştik. Onu tekrar etmekle kitabı uzatmayacağız. İradenin doğruluğunun alâmeti, fakir ve dindar bir kadınla evlenmek, zengin kadın aramamaktır. Adamın biri şöyle demiştir: "Zengin kadınla evlenen bir kimse beş zorluk ile karşılaşır:
1.Mehrinin çok olması
2.Zifafın geciktirilmesi
3.Kadının kocasına hizmet etmekten kaçınması
4.Nafakanın çokluğu
5.Kişi zengin kadını boşamak istediği zaman, kadının malının elinden gitmesinden korkarak bunu yapamaz. Fakir kadının durumu ise, bunun tam aksinedir".
Yine adamın biri şöyle demiştir: "Kadının dört yönden erkekten daha düşük olması uygundur, aksi takdirde kadın erkeği hakir görür. Bu dört şey şunlardır:
1.Yaşça erkekten küçük, olmalı
2.Boyca erkekten kısa olmalı
3.Malca erkekten fakir olmalı
4.Nesebce erkekten düşük olmalıdır.
Dört hasletle de erkekten üstün olması uygundur:
1.Güzellikte erkekten daha üstün olmalı
2.Terbiye açısından erkekten daha ilerde olmalı
3.Takvâda erkekten daha ilerde olmalı
4.Ahlâkça da erkekten daha üstün olmalıdır'"1.
Evliliğin devamında niyetin doğruluğunun alâmeti ahlâktır. Müridlerden biri bir kadınla evlendi. Kadına o kadar hizmet etti ki kadın utanıp kocasını babasına şikayet ederek şöyle dedi: 'Ben bu kişi hakkında hayrete düşüyorum. Senelerden beri evindeyim. Tuvalete gittiğimde mutlaka benden önce suyu tuvalete götürüp bırakıyor'.
Bir kimse güzel bir kadınla evlendi. Zifaf yaklaştığı zaman kadın çiçek hastalığına tutuldu. Kadının ailesi bundan dolayı pek mahzun oldular. Kocasının kendisini çirkin göreceğinden korktular. Bunun üzerine adam onlara gözünün ağrıdığını, sonra da gözünün kör olduğunu bildirdi. Böylece zifafa girdi ve onların üzüntüsü de gitti. O kadın, bu kocasının yanında yirmi sene kaldı, sonra vefat etti. Adam yirmi sene kapadığı gözünü açtı. Kendisine 'Neden yirmi seneden beri bu zahmete katlandın?' denildiğinde şu cevabı verdi: 'Hanımımın ailesi üzülmesin diye bunu yaptım'. Kendisine 'Bu ahlâkınla sen, arkadaşlarını geçtin!' dediler.
Sûfîlerden biri kötü huylu bir kadınla evlendi. Kadının her türlü eziyetine sabrediyordu. Kendisine 'Neden bu kadını bozamıyorsun?' denildi. Cevap olarak 'Onun eziyetlerine dayanamayacak birinin onu alarak zahmet çekmesinden korktuğum için onu boşamıyorum' dedi.
Eğer mürîd evlenirse, işte böyle olması uygundur. Eğer evlenmeyi terketmeye gücü yeterse, evlenmemek daha evlâdır. Fakat nikâhın faziletiyle, ahiret yolunun seyr u sülûkünü bir arada tutmaya imkânı olmadığını ve evlenmenin, kendisini bu durumdan alıkoyacağını anlarsa bekâr kalması daha iyidir.
Rivayet ediliyor ki Muhammed b. Süleyman el-Hâşimî'nin günlük geliri seksen bin dirhemdi. Bu zat Basra halkına ve âlimlerine evlenmek hususunda bir mektup yazdı. Bütün Basralılar, Rabiat'ul-Adevîye'nin uygun olduğuna karar verdiler. Bunun üzerine Muhammed, Rabia Hâtun'a şu mektubu yazdı:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle başlarım!
Allah Teâlâ beni dünya kazancından günde seksen bin dirhem gelire sahip kılmıştır. Pek fazla bir zaman geçmeden ben onu yüzbine çıkarırım. Ben bu servetin bir mislini sana vereceğim. Bu bakımdan bana evlenmek hususunda müsbet cevap ver!
Râbia Hâtun cevap olarak kendisine şu mektubu yazdı: Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle başlarım.
Dünya hususundaki zâhidlik, kalbin ve bedenin rahatıdır. Dünyaya rağbet göstermek, üzüntü ve gam getirir. Sana bu mektubum geldiği zaman, sen azığını hazırla, âhiret için gönder. Kendi kendinin vasîsi ol. Başkalarını mirasını taksim etmek için vasî yapma! Devamlı oruç tut! İftarın ölüm olsun! Bana gelince, eğer Allah Teâlâ bana, sana verdiğinin birkaç mislini ve birkaç katını verse bile, göz açıp kapayıncaya kadar da olsa Allah'tan başka birşey ile meşgul olmak bana zor gelir.
Râbia Hâtunun bu sözü insanı Allah'tan başka şeyle meşgul eden her şeyin noksanlık olduğuna işarettir. Bu bakımdan mürid, haline ve kalbine bakmalıdır. Eğer halinin ve kalbinin bekarlıkta daha güzel olacağını anlarsa, bekarlık kendisi için daha yaklaştırıcıdır. Eğer bundan âciz olursa evlenmek daha iyidir.
Bu illet ve hastalığın ilâcı üç şeydir.
1.Açlık
2.Gözü haramdan korumak
3.Kalbi meşgul eden bir vazife ile uğraştırmak
Eğer bu üç tedavi şekli fayda vermezse, o zaman bu hastalığın kökünü kesen yegana ilâç evlenmektir ve bu sırra binaen selef erken evlenir ve kızlarını da erken evlendirirlerdi .
Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: "İblis herhangi bir kimseden ümitsiz olduğu zaman, muhakkak kadın1ar kanalı1a ona yaklaşmak ister'.
Yine Said, seksen dört yaşında iken ve bir gözü kör olduğu, diğer gözü de geceleyin görmediği halde şöyle demiştir: 'Bence şehvet yönünden kadınlardan daha korkunç birşey yoktur!'
Abdullah b. Ebu Veda'dan şöyle rivayet edilir: "Ben Said b. Müseyyeb'in sohbetine katılırdım. Bir müddet yanına gelmedim. Kendisine geldiğim zaman 'Sen neredeydin?' diye sordu. 'Ailem vefat etti. Onunla meşguldüm!' dedim. Said 'Neden bize haber vermedin ki biz onun cenazesine iştirak ederdik' dedi. Sonra kalkmak istedim. Bana 'Sen herhangi bir kadından söz aldın mı?' dedi. Ben ona 'Allah senden razı olsun! Kim bana kız verir. Ben iki veya üç dirhem paraya sahibim!' dedim. Said 'Ben veriyorum!' dedi. Ben 'Sen mi kızını bana veriyorsun?' dedim. Said 'Evet' dedi. Hemen Allah'a hamdetti. Hz. Peygamber'e salât ve selâm okudu ve kızını iki veya üç dirhem mehir karşılığı bana nikahladı. Ben sevincimden ne yapacağımı şaşırmış bir vaziyette ayağa kalktım. Evime gittim. Parayı kimden alayım ve kime borç edeyim diye düşündüm. Sonra akşam namazını kılarak evime döndüm, çırayı yaktım. Orucumu açmak için akşam yemeğini getirdim. Yemeğim de ekmekle zeytindi. Birden kapı vuruldu. Ben 'Kimdir kapıyı çalan?' dedim. Çalan 'Said'dir' dedi. Ben Müseyyeb'in oğlu Said hariç, ismi Said olan herkesi kalbimden geçirdim. Çünkü Müseyyeb'in oğlu Said, kırk seneden beri evi ile mescidin arasından başka bir yeri görmüş değildi. Kapıya çıkınca Said b. Müseyyeb'i gördüm. Kızı hakkında aklına birşey geldi de onu bana söylemek için geldiğini zannettim. 'Ya Ebu Muhammed! Keşke sen bana haber verseydin de ben sana gelseydim' dedim. Said 'Hayır! Ben sana gelmeye daha müstehakım!' dedi. Ben 'O halde emrin nedir?1 diye sorunca, Said 'Sen yeni evlenmiş bir kimsesin. Ben senin bu gece tek başına sabahlamanı çirkin gördüm. İşte senin hanımın!' dedi. Baktım ki kızı arkasında ayakta duruyor. Sonra kızın elini tuttu. Kızı kapıdan içeri itti ve kapıyı kapattı. Kız hayâ ve utangaçlıktan yere düştü. Ben de kapıya tutundum. Sonra içinde ekmekle zeytin bulunan çömleğe gittim. Kız onu görmesin diye çıranın gölgesinde gizledim. Sonra evin damına çıktım. Komşulara taş atarak haber verdim. Bana gelerek 'ne oldu?' diye sordular. Onlara 'Allah sizden razı olsun! Said b. Müseyyeb kızını bugün benimle evlendirdi ve benim haberim olmaksızın bu gece getirdi!' dedim. Onlar Said mi sana kızını verdi?' dediler. Ben'Evet!' dedim. Onlar 'Kız evde mi?' dediler. Ben 'Evet!' dedim. Komşular kızın yanına iniverdi. Haber anneme gitti. Annem gelip 'Ben kızı hazırlayıncaya dek kıza dokunursan yüzüm senin yüzüne haram olsun' dedi. Üç gün sonra zifafa girdik. Baktım ki kız, bir kadın güzelidir. Allah'ın Kitabı'nı herkesten daha güzel hıfzetmiş, Hz. Peygamber'in sünnetini herkesten daha iyi bilir, kocanın hakkını herkesten daha iyi anlar bir kadındı. Bir ay ne ben Said'e gittim ne de o bana geldi. Bir aydan sonra ona gittim. Ders halkasındaydı. Ona selâm verdim. Selâmımın karşılığını verdi. Halk dağılıp gidinceye kadar benimle konuşmadı. Sonra bana 'O kimsenin (kızını kastediyor) hâli nedir?' diye sordu. Ben cevap olarak 'Ey Ebu Muhammed! Hayırlıdır; dostu sevindirecek ve düşmanı kızdıracak bir durum üzeredir' dedim. Said bana 'Eğer onun herhangi bir şeyi seni şüphelendirme, bastona yapış!' dedi. Ben evime döndüm. Said bana yirmi dirhem gönderdi".
Abdullah b. Süleyman şöyle anlatıyor: 'Said b. Müseyyeb'in bu kızını Abdülmelik b. Mervan, oğlu Velid'i veliahd yaptığı zaman istedi. Fakat Said, kızını Velid'e vermedi. Abdülmelik o günden sonra Said'in aleyhinde bir fırsat kolluyordu. Hatta soğuk bir günde Said'e yüz sopa vurdurup başına bir testi su döktü ve kendisine ceza olarak yünden yapılmış bir cübbe giydirdi'. İşte ey okuyucu! Said'in o gece zifaf hususunda acele etmesi, şehvet felaketinin ne olduğunu sana bildirmekte ve dinde şehvet ateşini evlenmekle söndürmenin vâcib oluşunu sana haber vermektedir. Allah ondan razı olsun ve onu rahmetine kavuştursun!
52) Nikâh bölümünde geçmişti
53)Irâkî tarafından aslına rastlanılmamıştır.
54)Namaz bölümünde geçmişti.
55)Nikâh bölümünde geçmişti.
56)Buhârî, Müslim
57)Müslim
58)Buhârî, Müslim
59)Ebu Dâvud, Nesâî,Tirmizi
Kesriş Şehaveteyn
- Açlığın Faydaları, Tokluğun Zararları
- Açlığın Fazileti, Tokluğun Zemmi
- Açlığın Hükmü, Fazileti ve Açlık Konusunda İnsanların Farklı Tutumları
- Evlenmeyi Terketmek Hususunda İnsana Düşen Vazifeler
- Ferc'in (Tenasül Uzvu'nun) Şehveti
- Giriş
- Göz ile Tenasül Uzvunun Şehvetine Muhalefet Eden Kimselerin Fazileti
- Midenin Şehvetini Kırmakta Riyazet Yolu
- Yemeği Azaltan ve Şehvetleri Terkeden Bir Kimseye Ansızın Gelen Riya'nın Âfeti