Dünya ve Ahiret İşlerinde Tüccarın Dini İçin Titiz Davranması

Dünya kazancı, tüccarı ahiretinden uzaklaştırmamalıdır. Böyle olduğu takdirde tüccarın ömrü zâyi olur, ticareti de zarardan başka birşey olamaz. Ahiretin kârından kaçırdığını, elde ettiği dünyalıkla telafi etmesi mümkün değildir. Böyle hareket ettiği takdirde ahiretini verip, dünya hayatını satın alan kimselerden olur. Bilâkis akıllı bir kimse, herkesten evvel nefsine şefkat göstermelidir. Nefse şefkat göstermek de ancak sermayeyi korumak suretiyle olur. (Hakikî) sermayesi ise dinidir ve dinindeki ticaretidir. Seleften bazıları şöyle buyurur 'Akıllı bir kimse için en iyi şey, geçici dünyada en fazla muhtaç olduğu şeydir. Geçici dünyada en fazla muhtaç olduğu şey ise, gelecek âlemde neticesi en güzel olan şeydir'.

Muaz b. Cebel (r.a) vasiyetnamesinde şöyle yazdı: 'Senin dünyadaki nasibin elbette ki senin için lâzımdır. Fakat sen ahiret nasi-bine dünya nasibinden daha fazla muhtaçsın. Bu bakımdan önce ahiret nasibinden başla, onu edin; zira böyle yaptığın takdirde nasibinin yanından geçer, onu da tanzim edersin'. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Dünyada olan nasibini unutma.
(Kasas/77)

Yani ahiretin için dünyadan olan nasibini dünyada unutma. Çünkü dünya, ahiretin tarlasıdır. Sevaplar dünyada kazanılır. Tüccarın dinini korumak makamındaki şefkati ancak yedi şeyi gözetmekle tamamlanabilir:

1. Birincisi, ticaretin başlangıcında güzel niyet ve inançtır. Tüccar bir kimse ticaret yapmakla helâlinden kazanıp halkın elinden gözünü ayırmak ve dilenciliği bırakmak niyetini taşımalıdır. Elde ettiği servet ile dinine yardım etmeyi, çoluk çocuğunun nafakasını temin edip bu hususta mücahid olanların zümresinden olmaya niyet etmelidir. Aynı zamanda müslümanlar için nasihat etmeyi ve kendi nefsi için sevdiğini başka insanlar için de sevmeyi niyet edip kasdetmelidir. Daha önce söylediğimiz gibi, alışverişinde adâlet ve ihsan yoluna tâbi olmaya niyet etmelidir. Pazarda gördüğü her işte emr-i bilmaruf ve nehy-i an'il-münker'e niyet etmelidir. Zira tüccar bir kimse bu niyetleri kalbinde taşıdığında ve bu inançlara sahip bulunduğunda ahiret yolunda çalışmış bir kimse olur. Eğer bu çalışma neticesinde mal da elde ederse bu da kâr üzerine kârdır. Eğer bu niyetlerle beraber dünyalık hususunda zarar etse dahi ahiretindeki kârı muhak-kaktır.

2. İkincisi, sanatında veya ticaretinde farz-ı kifayelerinden birini yapmayı kasdetmektir. Zira sanatlar ve ticaretler terkedildiği takdirde hayat dumura uğrar, insanların çoğu helâk olur. Bu bakımdan insanların işlerinin intizama girmesi, ancak bütün insanların yardımlaşmasıyla ve her grubun çalışmasıyla cemiyetin hayatını tekeffül etmeye bağlıdır. Eğer insanların tamamı bir sanata yönelirse diğer sanatlar dumura uğrar ve bütün insanlar helâk olur. İşte insanların bir kısmı Hz. Peygamber'in (s.a) 'Ümmetimin ihtilâfı rahmettir'62 hadîs-i şerifini bu mânâ üzerine hamletmişlerdir. Yani ümmetin sanatlar ve işlerdeki değişik fikirleri onları helâk olmaktan korumak bakımından rahmettir.

Sanatların bir kısmı vardır ki, pek önemli değildir ve bir kısmı da vardır ki, dünyada süslü gezmek, lüks bir hayat yaşamak için talep edilir. Böyle bir sanattan da mü'min bir kimse müstağnidir. Mü'min bir kimse, cemiyetin hayatında önemli olan bir sanatla uğraşmalıdır ki, o sanat ile uğraştığında müslümanların ihtiyaç cephelerinden birini kapatmış olsun. Aynı zamanda da uğraştığı sanatın dince de önemli olması gerekir ki o sanatı yapmakla beraber, dinin önemli saydığı bir açığı kapatmış olsun. Nakışçılık, kuyumculuk ve harç ile duvarları kuvvetlice yapmak sanatından ve dünyanın süslenmesine elverişli olan bütün sanatlardan sakınmak gerekir. Zira bütün bu sanatları dindar kimseler kerih görmüşlerdir.

Çalgı ve benzeri aletleri yapmak, kullanılması haram olan aletleri imâl etmek gibi sanatlardan kaçınmak, zulmü terketmek kabilindendir. Terzinin, erkekler için (saf) ipekliden cübbe dikmesi, dökümcünün altından terkip edilmiş at eğeri veya erkekler için altın yüzükler yapması, bunların hepsi kullanılması haram olan aletleri yapmak grubuna dâhildir. Onların terkedilmesi zulmü terketmek gibidir. Bütün bunları yapmak günahlardandır. Bunların karşılığında alınan ücret haramdır. İşte bu sırra binaen biz bunlarda zekâtın farz olduğunu söyledik. Her ne kadar biz (Şâfiîler) süs eşyasında zekâtın farz olmadığına kani isek de... Zira süs eşyaları erkekler için olursa, haram olurlar. Eğer bu şekil süs eşyaları kadınlar için dahi yapılmış ise, kadınlar için mübah olan ziynet grubuna dahil olamazlar. Eğer onlarda kadınlar için ziynet kastedilmezse... Bu bakımdan kadınlar için yapılan bu şekildeki eğerler ve altın yüzükler, ancak kadının süs eşyası kastıyla yapıldığı takdirde, süs eşyası hükmüne geçer.
Biz daha önce yiyecek maddelerinin ve kefenlerin satılmasının mekruh olduğunu söylemiştik. Zira bunları satmak, insanları ölümünü beklemeyi ve piyasanın anormal bir şekil almasını istemeyi gerektirmektedir. Kişinin hayvan kesicisi olması da mekruhtur. Çünkü bu sanatla insanın kalbi katılaşır. Kişinin haccam (kan alıcı) veya süpürgeci olması da mekruhtur. Çünkü bu sanatlarda necasete karışmak ve uğraşmak vardır. Debbağ ve debbağlık mânâsında herhangi bir sanata sahip olmak da böyledir. İbn Sîrîn, kişinin tellâl olmasını da mekruh görmektedir. Ebu Katâde b. Deâme, tellâlın ücretinin mekruh olduğunu söylemiştir. Umulur ki tellâl ücretinin mekruh oluşu, tellâlların pek az yalandan kurtulmaları ve malın satılması ve fiyatının yükselmesi için ifrat derecede o malı övmeleri buna sebep olsa gerek. Bir de tellâllıkta çalışma miktarı hiçbir zaman belli olmaz. Bazen az olur bazen de çok. Tellâllık ücretinde, tellâlın çalışmasına bakılmaz. Belki satılan elbisenin kıymetine bakılır ve âdet de böyledir. Bu ise, zul-mün ta kendisidir. Bilâkis bir insanın yorgunluk miktarına baka-rak onun ücretini takdir etmek gerekir.
Ticaret için hayvan satın almayı da kerih görmüşlerdir. Zira hayvanı ticaret için alan bir insan, o hayvan hakkındaki ilâhî kaza ve kaderi hoş görmez. Yani hayvanın ölümünü iyi karşılamaz. Oysa 'Hayvanı sat! Arazi, ev ve arsa gibi ölmezleri al!' denilmiştir.

Selef-i Sâlihîn sarraflık yapmayı da kerih görmüştür. Zira sarraflık, bizzat kendisi istenmeyen, ancak geçerliliği kastolunan bir nesnede onun ince özelliklerini aramak demektir. Çok zaman malın sahibi paranın inceliklerinden gafil olup onun gafletinden istifade etmeksizin kâr etmek sarraf için mümkün değildir. Sarraf ne kadar ihtiyatlı davranırsa davransın hilelerden çok az kurtulabilir. Sarraf bir kimse ve başka bir satıcı için tüm paranın ve dinar-ların kırılması mekruhtur. Ancak o paranın katışık olmasından şüpheye düşer veya zaruret olursa, o vakit kırabilir.
Ahmed b. Hanbel şöyle buyurmuştur: 'Hz. Peygamber ve onun ashâbından, kırılmamış paralardan eritip başka bir maddeyi dökmek ve yapmak (kuyumculuk) hakkında yasak vârid olmuştur. Ben de tedâvüldeki paraların kırılmasını ve parçalanmasını mekruh görmekteyim. Ancak kişi dinarlarla dirhemleri satın alır. Sonra dirhemlerle altını satın alır ve o altından istediği eşyayı ya-par'.
Manifaturacılık yapmayı, müstehab görmüşlerdir. Said b. Müseyyeb şöyle buyurmuştur: 'Manifaturacılıkta fuzulî yerde yemin etmek sözkonusu değilse, bence bu ticaretten daha sevimli bir ticaret yoktur'.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Ticaretlerinizin en hayırlısı bezzazlık (kumaş ticareti)dir. Sanatlarınızın en hayırlısı ise, inci işlemeciliğidir.63

Eğer cennet ehli ticaretle uğraşsaydı, muhakkak ki bez ticareti (manifaturacılık) yaparlardı. Eğer cehennem ehli tica-retle uğraşsaydı, muhakkak ki, sarraflık yaparlardı.64
Selef büyüklerinin çoğu şu on sanatı tercih ederlerdi:

1.İnci işlemeciliği
2.Ticaret
3.Nakliyecilik
4.Terzilik ve ayakkabıcılık
5.Bez ağartıcılık
6.Terlik imalâtı
7.Demircilik
8.Dokumacılık
9.Karada ve denizde avcılık
10.Hattatlık

Abdulvehhab el-Verrak65 şöyle anlatır; Ahmed b. Hanbel benden 'Sanatın nedir?' diye sordu. Ben ise 'Hattatlık' dedim. Bunun üzerine 'Hattatlık helâl kazançtır. Eğer ben elimle bir sanat yapsaydım mutlaka senin sanatını yapardım. Sakın orta kısmına yazmaktan şaşma. Hâşiyelerde (sahife kenarlarında) yer bırak. Cüz'lerin arka kısımlarına da yazma' dedi.
Sanatkârlardan dört grup halkın nezdinde zayıf görüşe sahip olmakla bilinirler.

a)Örücüler
b)Pamukçular
c)Yün eğiricileri
d)Muallimler

Bu grupların halk nezdinde zayıf görüşlü olarak bilinmelerinin hikmeti şu olabilir: Çünkü bunların karıştıkları ve konuştukları, çoğunlukla kadınlar ve çocuklardır. Aklen gelişmemiş kimselerle oturup-kalkmak ise, aklın zâfiyetine yol açar. Nitekim akıllılarla oturup-kalkmak da aklın artmasına vesile olduğu gibi...
Mücahid'den şöyle rivayet edilir:66 Hz. İsa'nın annesi Meryem (a.s), oğlu İsa'yı ararken dokumacıların yanından geçerek yolu sordu. Dokumacılar ise, Meryem'e yanlış yol gösterdiler. Bunun üzerine Hz. Meryem onlara şu bedduâda bulundu: 'Ey Allahım! onların kazancından bereketi kaldır! Onları fakir olarak öldür ve onları insanların gözünde hakir göster!' Allah Teâlâ tarafından Hz. Meryem'in bu duası kabul olundu. (Şâyân-ı itimad bir rivayet değildir).

Selef-i Sâlihîn, farz-ı kifâyeler ve ibâdetler kabilinden olan herhangi bir şeyin karşılığında ücret almayı hoş görmezlerdi. Meselâ, ölü yıkamak, ölüyü gömmek, ezan okumak, teravih namazını kıldırmak gibi... Her ne kadar bu çalışmalar karşılığında alınan ücretin doğruluğuna hükmedilmiş ise de... Kur'ân ve şer'î ilimleri öğretmek de böyledir. Zira bu çalışmalar karşılığında dünya ücreti değil de ahiret ücreti düşünülmelidir. Bunların karşılığında ücret almak ise, âhireti dünya ile değiştirmek mânâsına gelir. Böyle bir muamele ise, müstehab değildir.

3. Üçüncüsü, dünya pazarı, müslüman kişiyi ahiret pazarından menetmemelidir. Ahiretin pazar yerleri camilerdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Nice adamlar vardır ki, ne bir ticaret ne de bir alışveriş, Allah'ı anmaktan, namazı gereği üzere kılmaktan ve zekât vermekten kendilerini alıkoymaz.
(Nûr/37) Aynı sûrenin 36. ayetinde de şöyle buyurulmaktadır:
Bu lamba, o mescidlerde yakılır ki, onların yüce tanınmasını ve içlerinde isminin anılmasını Allah emretmiştir.
Bu bakımdan müslüman tüccar gündüzün başlangıcından pazar kuruluncaya kadar vaktini ahiret pazarına girmeye tahsis etmelidir. Camide zikir ve fikir ile meşgul olmalıdır. Virdlerine devam etmelidir. Hz. Ömer tüccarlara şu şekilde hitab ediyordu: 'Ey tüccarlar! Gündüzlerinizin başlangıcını ahiretinize tahsis ediniz. Ondan sonraki zamanınızı da dünyanıza...'

Selef-i Sâlihîn günün başlangıcını ve sonunu ahirete ayırarak günün ortasında ticaretle uğraşırlardı. Herise (dövmeden yapılmış bir yemektir) ve kelle-paçayı sabahleyin ancak bâliğ olmayan çocuklar ve İslâm diyarında yaşayan zimmîler satarlardı. Çünkü bâliğ müslümanlar ise, o zaman hâlâ mescidlerde ibadet etmekle meşguldüler.

Melekler, kulun amel defterini Allah'ın huzuruna götürdükleri zaman, o defterde günün başında ve sonunda Allah'ın zikri ve işlenilmiş bir hayır varsa Allah Teâlâ bu iki vaktin arasında işlenen kötü amellerine onu kefaret kılar.67

Gece nöbetçisi bulunan meleklerle gündüz nöbetini devralan melekler fecrin doğuşunda ve ikindi namazında bir araya gelirler. Bunun üzerine Allah Teâlâ -herşeyi onlardan daha iyi bildiği halde- kendilerine şöyle sorar:
-Kullarımı nasıl ve ne ile uğraşırken bıraktınız?
-Onları namaz kıldıkları halde terkettik ve (yine nöbeti devralmak için) geldiğimizde onları namaz kılarken gördük.
-O kullarımı affettiğime dair sizi şahid kılıyorum.
Sonra kişinin günün ortasında birinci (öğle) veya ikindi na-mazı için okunan ezanı işittiği zaman, başka bir işe yönelmemesi, yerinden kalkıp işini bırakması uygun bir harekettir. Zira imam ile beraber alınan tekbirin faziletini kaçırmaya karşılık olarak
dünya içindekilerle beraber verilse yine de değmez. Eğer tüccar bir kimse cemaat namazına iştirak etmezse, bir kısım âlimlere göre günahkâr olur.

Selef-i Sâlihîn ezanı işitir işitmez pazar ve çarşıları çocuklar ile zimmîlere bırakıp boşaltır, camilere akın ederlerdi. Namaz vakit-lerinde dükkânlarını korumak için kıratlar (paranın küçük birimleri) vererek çocuklar veya zimmîleri bekçi tutarlardı ve bu ücretler de bu tür işlerde çalışanlar için maişet vesilesi olurdu. 'Onları Allah'ın zikrinden ne bir ticaret, ne de bir alışveriş meşgul etmez' (Nûr/37) ayetinin tefsirinde şöyle vârid olmuştur: Onlar demirci ve inci işlemecisi idiler. Bu bakımdan onlardan herhangi biri çekicini demire indirmek üzere yukarı kaldırır veya inciyi delmek üzere çarkı harekete geçirir ve tam bu durumda iken ezan sesini işitir, çarkı inciden çekmez, yukarıda kalan çekici demire vurmaz, derhal elindekileri atar, namaza kalkardı.

4. Sadece bununla yetinmemeli, çarşıda ve pazarda Allah'ın zikrini daimî bir şekilde yapmalı, tehlil ve tesbihlerle (alışveriş es-nasında dahi) meşgul olmalıdır.
Çarşıda gafiller arasında Allah'ı zikretmek camide zikretmek-ten daha faziletlidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Gafiller arasında Allah'ı zikreden, düşmanın önünden ka-çanların arkasında savaşan ve ölüler arasında diri bulunan bir kimse gibidir.
Bu hadîs 'Kurumuş bitkiler arasında yemyeşil bir ağaç gibidir' şeklinde de gelmiştir.

Kim çarşı ve pazara girip 'Allah'tan başka ilah yok! Allah kuvvet ve kudretinde tekdir. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nundur. Dirilten ve öldüren O... O, ölümsüz diridir. Hayr O'nun kudret elindedir. O, herşeyi

Kitabu Âdâb'il-Kesb ve'1-Meâş/V. Bölüm 281
yapmaya kâdirdir' dese Allah Teâlâ onun için bir milyon hasene yazar.68

İbn Ömer, Salim b. Abdullah, Muhammed b. Vasık ve diğer sahabîler69 çarşı ve pazara bu zikrin faziletine nail olmak için giderlerdi. Hasan Basrî şöyle buyurmuştur: Pazarda veya çarşıda Allah'ı zikreden bir kimse kıyamet gününde haşre gelir. Onun ayın ziyası ve güneşin burhanı gibi bir burhanı vardır. Pazarda Allah'tan af dileyen bir kimseye Allah Teâlâ o pazarda bulunan-ların adedince sevap verir'.

Hz. Ömer (r.a), çarşıya girdiği zaman şöyle derdi:

Ey Allahım! Küfürden ve fısktan ve bu çarşıdaki şeylerin şerrinden sana sığınıyorum. Ey Allahım! Yalan yemin et-mekten, zarar edici bir alışverişten sana sığınıyorum.
Ebu Câfer el-Ferganî şöyle anlatır: Birgün biz Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanında bulunuyorduk. Onun meclisinde camilerde oturup kendilerini sûfîlere benzeten, camide oturmanın âdabında kusur yapan ve pazarlara gidenlerin ayıplarını araştıran birtakım kimselerden bahsedildi. Bunun üzerine Cüneyd şöyle buyurdu: 'Çarşıda nice kişiler vardır ki, camiye girip camide (güya) zikir ile meşgul olan bazı kimselerin kulağından tutup camiden dışarı atıp onun yerine oturmak selâhiyetine sahiptir. Ben çarşıda çalışan bir kişiyi biliyorum ki, hergün üçyüz rek'at ve otuz bin tesbih onun virdi ve vazifesidir'. Ferganî diyor ki: 'Benim aklıma Cüneyd'in bu söz ile kendi nefsini kastettiği geldi'.

Abdullah'tan biridir. Salim b.
Abdullah ise Hz. Ömer'in torunu ve İbn Ömer'in oğludur. Yedi fakîhten biridir. Abid ve fâzıl bir kimseydi, Muhammed b. Vâsık b. Câbir b. Ahnes, el-
Ezdi kabilesine mensuptur. Basralı, itimad edilir bir âlim, âbid bir
kimseydi. H. 123 senesinde vefat etmiştir.İşte dünyanın lezzetlerine dalmak için değil sadece ekmeğini temin etmek için ticaret yapanların ticaretleri böyleydi. Zira ahirete yardımcı olsun diye dünyayı arayan, nasıl olur da ahiret kârını elden kaçırır? Çarşı, cami ve ev aynı hükümdedirler. Kurtuluş ancak takva iledir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:

Nerede olursan ol, Allah'tan kork! (Günahın arkasından iyilik işle ki o günahı silsin. Halka güzel ahlâkla muamele
et).70

Bu bakımdan takva dindar kimselerden -durumlar ve haller
onları nerelere sürüklerse sürüklesin- ayrılmaz. Onların hayatı ve
yaşayışı onunladır. Zira onlar ticaretlerini ve kârlarını ancak takvada görürler.

Denildi ki: 'Ahireti seven yaşar. Dünyayı seven ise, taşar; yani delidir'. Ahmak odur ki, sabah akşam hiç peşinde gezer. Akıllı odur ki, kendi nefsinin ayıplarını arar, bulur (ve ıslah eder).

5. Beşincisi, pazar ve ticarete fazlasıyla haris ve düşkün olmamaktır. Şöyle ki, herkesten evvel pazara gidip herkesten sonra pazardan ayrılanlardan olmamalıdır. Ticaret peşinde deniz yolculuğuna çıkmamalıdır. Zira herkesten evvel çarşıya gelip herkesten sonra ayrılmak ve ticaret için deniz yolculuğuna çıkmak mekruhtur.71

Ancak hac veya umre veya muharebe için deniz seferi yapılır.72

Abdullah b. Amr b. As şöyle buyurmaktadır: 'Sakın herkesten önce çarşıya giren ve herkesten sonra çarşıdan ayrılan olma! Zira orada şeytan yumurtlamış ve civcivler çıkarmıştır'.

Muaz b. Cebel ve Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet edilir: İblis, Zelembur adlı çocuğuna şöyle emir verir: 'Askerlerinle beraber geceleyin git. Pazarcıların yanına var. Onlar için yalan söyle-meyi, yemin etmeyi, kandırmayı, hile yapmayı ve hıyânette bu-lunmayı süslü göster. Herkesten evvel pazara girenle ve herkesten sonra pazardan çıkanla beraber ol!'

Yerlerin en şerlisi çarşı ve pazarlardır. Çarşı ve pazar ehlinin en şerlisi de, çarşıya ilk giren ve son çıkandır.73

Bu ihtirazın (korunmanın) tamamı, kişinin günlük nafa-kasına yetecek kadar kazanmayı murakabe etmesidir. Ne zaman yetecek kadar nafakasını elde ederse gitmeli ve ahiret ticaretiyle meşgul olmalıdır. Selefin salihleri böyleydi. Selefin sahillerinden bazıları vardı ki, bir danik (dirhemin altıda biridir) kâr ettiği zaman onunla kanaat eder, derhal alışverişi bırakır, ahiret ticaretiyle meşgul olmak üzere ayrılırdı. Hammad b. Selme (veya Seleme)74 içinde koku saklanan bir kabı (yani bir tablayı) önüne bırakıp onun üzerinde peçe satardı. Ne zaman iki habbe kâr ederse (habbe, o devrin para birimi) derhal koku kabını kaldırır, alışverişi bırakır giderdi.

İbrahim b. Beşşar75 şöyle anlatır; İbrahim b. Edhem'e dedim ki;
-Bu günümü boş mu geçireyim, yoksa duvarcıların yanında
çamurda mı çalışayım? (Veya bugünümü çamurda çalışmak su-
retiyle geçirmek istiyorum).
-Ey Beşşar'ın oğlu! Sen hem arıyor, hem de aranıyorsun.Elinden kurtulmaya imkân olmayan biri tarafından aranıyorsun.
Senden istenmiyen birşeyi de sen arıyorsun. Sen hiç mahrum olmuş bir hârisi ve çeşitli nimetlerle donatılan bir zayıfı görmedin mi?
-Bakkalın yanında benim bir danik param vardır.
-Bir danik paran olduğu halde çalışmayı arıyorsun ha!Doğrusu bu bana çok ağır geldi. (Veya doğrusu bu kadar sabırlı
olman seni gözümde daha da büyüttü).
Seleften bazıları öğle namazından sonra alışverişi terkedip giderdi. Bazıları da ikindi namazından sonra... Bazıları da haftada bir veya iki gün çalışır, bununla yetinirlerdi.

6. Altıncısı, sadece haramdan sakınmakla yetinmemelidir. Bilâkis şüpheli şeylerden kaçınmalıdır. Şekkin kokusu bulunan yerlerden uzaklaşmalıdır. Bu hususta fetvalara pek fazla kulak asmamalıdır. Sadece kalbinden fetva istemelidir. Eğer kalbinde yapacağı işe karşı bir ürkeklik görürse, derhal ondan sakınmalıdır. Kendisine bir mal geldiği zaman, o mal kendisini şüpheye sevkediyorsa, onun durumunu sormalı, nereden geldiğini anlamalıdır. Eğer sormaksızın yerse, şüpheli birşeyi yemiş olur. Hz. Peygamber'e (s.a) süt getirildi. Şüpheli gördüğü için getirenlere şöyle sordu:
- Bu süt nereden elinize geçti?
-Koyundan...
-Bu koyun nereden elinize geçti?
-Filân yerden...
İşte bu cevap üzerine Hz. Peygamber sütten içerek şöyle buyurdu:
Biz peygamberler zümresi, ancak helâli yemek ve salihi işlemekle emrolunduk.76

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Muhakkak ki, Allah Teâlâ, peygamberlerine emrettiklerini mü'min kullarına da emrederek şöyle buyurmuştur: 'Ey mü'minler! Size verdiğim rızıkların temiz ve helâlinden yeyin ve Allah'a şükredin! Eğer hakîkaten ona ibadet ediyorsanız... (Bakara/172).

İşte görüldüğü gibi, Hz. Peygamber, birşeyin aslını ve aslının aslını sormuştur. Fakat öteye gitmemiştir. Çünkü ötekileri bilmek güçtür. Biz Helâller ve Haramlar bölümünde bu kabil soruların nerede farz olduğunu belirteceğiz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), kendisine getirilen herşeyi sorup tahkik etmezdi. Tüccar bir kimse alışveriş yaptığı kimsenin haline ve tavrına bakmalıdır. Zulme, hıyânet, hırsızlık veya faize nisbet edilen bir kimse ile alışveriş yapmamalıdır. Cündîlerle (paralı asker), zâlimlerle hiçbir şekilde alışveriş yapmamalıdır. Çünkü bunlarla alışveriş yapmak onların zulmüne yardımcı olmak demektir. Anlatıldığına göre bir kişi, İslâm hududlarının herhangi birinde yapılmakta olan bir sur'un müteahhitliğini aldı. Adam diyor ki; 'Buradan aldıklarım kalbime şüphe getirdi. Her ne kadar böyle birşeyi yapmak hayırlı işlerden, belki İslâmî farzlardansa da...' Çünkü o kişinin mıntıkasındaki emîr, zâlimlerdendi.
Adam der ki; Süfyan es-Sevrî'ye gidip bu durum hakkında fetva sordum. Süfyan bana 'Sakın az veya çokta zâlimlere yardımcı olma!' buyurdu. Bunun üzerine şu karşılığı verdim: 'Bu yapılan müslümanlar için ve Allah yolunda yapılan bir sur mudur?' Bana şöyle cevap verdi: Evet öyledir. Bu vazifeyi aldığından ötürü sana gelecek en az felâket, senin ücretini vermek için bu sur'u yaptıran zâlimlerin hayatta kalmalarını sevmen olacaktır. Böylece Allah'a isyan eden bir kimsenin yaşamasını isteyip sevmiş olursun. Oysa Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Zâlim bir kimsenin yaşaması için dua eden bir kimse, Allah'ın mülkünde Allah'a isyan etmeyi sevmiş olur.77

Fâsık bir kimse övüldüğü zaman muhakkak Allah gazaba gelir.78

Kim herhangi bir fâsığa ikramda bulunursa, o kimse İslâm'ın yıkımına yardım etmiş olur.79
Süfyan, el-Mehdî'nin huzuruna girdi.80 el-Mehdî'nin elinde beyaz bir kâğıt vardı. el-Mehdî, Süfyan'ı görünce şöyle dedi. 'Ey Süfyan! Bana divit ver ki yazayım!' Süfyan da şöyle dedi: 'Bana söyle, ne yazacaksın? Eğer hak bir sözü yazacaksan sana diviti ve-reyim'.
Emirlerden birinin yanında, mahpus bulunan âlimlerden bi-rinden emîr mektubunu mühürlemek için çamur istedi81 ki, onunla yazmış olduğu mektubu mühürlesin. Bunun üzerine âlim şöyle dedi: 'Ey emîr! Evvela mektubu bana ver. Onun içinde neler olduğunu göreyim. (Ondan sonra sana kurutman ve mühürlemen için çamur vermek suretiyle yardım edeyim)'.
İşte selef-i Sâlihîn böylece zâlimlere yardım etmekten kaçınırlardı. Zâlimlerle iş yapmak ise, yardım çeşitlerinin en şiddetlisidir. Bu bakımdan dindar kimseler imkân buldukça onlarla iş yapmaktan sakınmalıdırlar.

Kısaca, müslüman kişinin nazarında insanlar 'kendileri ile iş yapılır' ve 'kendileriyle iş yapılmaz' diye iki kısma ayrılır. Bu zamanda kendileriyle iş yapılanlar; iş yapılmayanlardan daha azdır.

Seleften biri şöyle buyurmuştur: "İnsanlar için bir zaman geldi ki, kişi çarşıya gider, çarşıdakilere 'Benim için şu insanlardan hangisiyle iş yapmayı münasip görürsünüz?' derdi. Bu sözünü işitenler de İstediğinle iş yap. Ancak filân ve falan adamla yapma!' derlerdi. Daha sonra üçüncü bir zaman geldi ki, kendisine şöyle denildi: 'Sakın filan ve falandan başka kimselerle iş yapmayasın'. Ben korkuyorum ki, dördüncü bir zaman gelsin ki, bu kadarı da o zamanda kalmamış olsun".
Sanırım ki, bu zâtın korktuğu zaman gelip çatmıştır. İnnâ lillâhî ve innâ ileyhi râciûn!

7. Yedincisi, iş yaptığı şahısların herbiriyle muamelesinin cereyan etme şekillerinin tamamını murakabe ve kontrol etmektir. Zira kişi murâkıb ve muhâsiptir. Bu bakımdan, hesap ve ikab gününde her yaptığından sorumlu tutulduğu anda verilecek cevapları şimdiden hazırlamalıdır. Her sözünden 'Neden bunu söyledin veya yaptın?' diye sorulacaktır. Çünkü denildi ki, tüccar bir kimse kıyamet gününde her alışveriş yaptığı kimse ile teker teker durup onların adedince muhasebeye çekilir.
Seleften biri şöyle anlatır: Ben bazı tüccarları rüyamda gördüm ve şöyle sordum:
-Allah sana nasıl muamele etti?
-Allah Teâlâ benim önüme elli bin sahife yığdı.
-Önüne yığılan bütün bu sahifeler günahlar mıdır?
-Bunlar insanlarla yapmış olduğum işlerdir. Dünyada iş yaptığım her insan için müstakil bir sahife yazılmıştır.Muamelenin başlangıcından sonuna kadar benimle onun
arasında cereyan edenlerin tamamı burada mevcuttur.
İşte buraya kadar saydıklarımız çalışan bir kimsenin çalışmasındaki adâlet, ihsan ve dinindeki şefkattir. Eğer kişi sadece adalete riayet ederse salih kimselerden olur ve adaletle beraber bir de ihsana riayet ederse mukarriblerden olur.

Eğer kişi -beşinci bölümde zikredildiği gibi- bununla beraber dinî vazifelerini de ihmâl etmezse sıddîkîn'den olur. Allah en doğrusunu bilir!
Kitabu Âdâb'il-Kesb ve'l-Meâş (Kazanç ve Geçim Adabı) bölümü burada sona erdi. Hamd ve senâ Allah'a mahsustur

________
62)Kitab'u1-İlim'de geçmişti.
63)imam Irâkî, bu hadisin isnadına vakıf olmadığını söylüyor. Deylemî ise,
Hz. Ali'den rivayet etmektedir.
64)Deylemî, (Ebu Said el-Hudrî'den zayıf bir senedle)
65)Künyesi Abdülvehhab b. Abdilhakem b. Nafi b. Hasan el-Bağdadî'dir. Verrak (hattat) mahlasıyla şöhret bulmuştur. H. 50 senesinde vefat etmiştir.
65)Tâbiîn-i kirâmdandır. Şâyân-ı itimad bir kimsedir.
66)Tâbiîn-i kirâmdandır. Şâyân-ı itimad bir kimsedir.
67)Ebu Yâ'la, (Enes'ten benzerini zayıf bir senedle)
68)Zikir bölümünde geçmişti.
69)İbn Ömer'in adı Abdullah'tır. Meşhur dört Abdullah'tan biridir. Salim b.
Abdullah ise Hz. Ömer'in torunu ve İbn Ömer'in oğludur. Yedi fakîhten
biridir. Abid ve fâzıl bir kimseydi, Muhammed b. Vâsık b. Câbir b. Ahnes, el-Ezdi kabilesinemensuptur. Basralı,itimad edilir bir âlim,âbid bir kimseydi. H. 123 senesinde vefat etmiştir.
70)Tirmizî, (Ebu Zer'den salâh bir senedle)
71)Deniz seferind karadan daha fazla tehlike olduğundan bu hükme varılmıştır.
72)Ebu Dâvud, (Abdullah b. Amr'dan)
73)Ebu Nuaym, (İbn Abbas'tan)
74)Künyesi Ebu Selem'dir. Basralıdır. Şâyân-ı itimad ve âbid bir kimseydi.
75)Sûfî ve zâhid bir zat idi. Tercüme-i hali daha önce geçmişti.
77)Bu hadis, merfû olarak bulunamamıştır. Ancak İbn Ebî Dünya, Hasan'm
sözünden nakletmektedir.
78)İbn Ebî Dünya, İbn Adiy, Ebû Yala ve Beyhakî, Şuab'il İman, (zayıf bir
senedle)
79)İbn Adiy, (Hz. Aişe'den); Taberânî, Evsat; Ebû Nuaym, Hilye, (zayıf
senedlerle). İbn Cevzî'ye göre hepsi de uydurma dur.
80)el-Mehdi Lidinillah, Abbasî halifeleriııdendi.
81)O zaman mühürler çamurdan yapılırdı.