Hased'in Hakîkati, Hükmü, Kısımları ve Mertebeleri
Hased ancak nimete karşı yapılır. Bu bakımdan Allah Teâlâ, kardeşine bir nimet ile ikramda bulunursa, o nimet hakkında iki durumda olabilirsin:
Birincisi: O nimeti hoş görmemen ve onun yok olmasını istemendir. Bu durumun ismi haseddir. Bu bakımdan hasedin tarifi nimeti hoş görmemek ve kendisine nimet verilenden o nimetin yok olup gitmesini istemek demektir.
İkincisi: Nimetin yok olmasını sevmez, onun varlığını ve devamlılığını kerih görmez, fakat onun benzerini kendisi için de ister. Bu durumun adı gıbta'dır. Bazen de buna münafese denir. Bazen de münafeseye hased, hasede münafese denilir. İki lâfzın herbiri diğerinin yerinde kullanılır. Mânâlar anlaşıldıktan sonra isimlerin kullanılmasında herhangi bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mü'min gıbta, münafık ise hased eder.
Birincisi, her durumda haramdır. Ancak bir fâcir veya kâfirin sahip olduğu ve fitne çıkarıp müslümanların arasını bozan, halka eziyet etmekte kullanılan bir malın veya rütbenin onunla bu adamın elinden alınmasını temenni etmek bir zarar vermez. Çünkü sen nimetin nimet olması hasebiyle yok olmasını istemiyor, fesada alet edildiği için yok olmasını istiyorsun. Eğer onun fesadından emin olsaydın onun nimeti seni üzmezdi. Hasedin haram olduğuna bizim naklettiğimiz haberler delâlet etmektedir. Bu tür hased Allah Teâlâ'nın bir kısım kullarını diğer bir kısmından üstün kılan kaza ve kaderine küsmektir. Bu ise ne özür ne de ruhsat kabul eder. Acaba bir müslümanın rahat etmesinden kıskançlık duyulmasından daha büyük bir günah mı olur? Oysa ondan sana hiçbir zarar da sözkonusu değildir. Kur'an, buna şöyle işaret etmektedir:
Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa ona sevinirler.
(Alu İmran/120)
İşte ayetteki sevinmek, şamata diye tabir edilen durumdur. Hased ile şamata biri diğerinden ayrılmayan eş mânâlardır.
Kitab ehlinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıklarından ötürü sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler.(Bakara/109)
Görüldüğü gibi Allah Teâlâ onların, iman nimetinin müslümanlardan yok olmasını istemelerinin hased olduğunu haber veriyor.
Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla bir olasınız.(Nisa/89)
Allah Teâlâ, Hz. Yusuf'un kadeşlerinin hasedini zikretmiş ve onların kalplerindekini şu şekilde tabir etmiştir:
(Kardeşleri) demişlerdi ki: 'Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir topluluğuz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir!' İçlerinden bir sözcü 'Yusuf'u öldürün, yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgisi yalnız size kalsın ve ondan sonra (tevbe edip) sâlih bir topluluk olursunuz!'(Yusuf/8-9)
Yusuf un kardeşleri, babalarının Yusuf'u sevmesini hoş görmedikleri ve bu sevgi onlara nahoş geldiği ve bu sevginin Yusuf'a gösterilmemesini istediklerinden dolayı Yusuf'u babalarından uzaklaştırdılar.
Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (onları nefislerine tercih ederler)..(Haşr/9)
Yani göğüsleri, kardeşlerine verilenden dolayı daralmaz ve ondan dolayı üzülmezler. Allah Teâlâ ensâr-ı kiramı hasedleri olmamakla övmektedir.
Yoksa Allah'ın fazlından insanlara verdiği nimetlere hased mi ediyorlar? Gerçekten biz İbrahim hanedanına kitap ve hikmet verdik. Hem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik.(Nisâ/54)
İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere hak ile kitabı indirdi. Hüküm etmek için o peygamberlerle kitab gönderdi. Oysa kendilerine kitap verilenler, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki bağy'den (zulüm ve kıskançlıktan) ötürü o (Kitab hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler).(Bakara/213)
Ayette geçen ve zulümle tefsir ettiğimiz bağyen kelimesi hased mânâsına yorumlanmıştır.
Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.(Şûrâ/14)
Allah Teâlâ, ilmi, onları bir araya getirsin, Allah'ın ibadet ve taatinde onları birleştirsin diye ihsan ederek ilimde birleşmelerini emretmiştir. Fakat onlar birbirlerine hased ettiler, ihtilâfa düştüler. Çünkü onların herbiri reis olmak ve sözünün kabul edilmesi sevdasında idi! Bu bakımdan birbirlerinin sözünü reddettiler.
İbn Abbas şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (s.a) peygamber olmadan önce yahudiler bir kavimle savaştıkları zaman, Allah Teâlâ'ya şöyle dua ederlerdi: 'Yarab! Göndereceğini bize va'dettiğin peygamberin hürmetine, indireceğin kitabın hürmetine bize yardım et'. Allah Teâlâ da onlara yardım ederdi. Ne zaman Hz. İsmail'in evladından Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildi, onu tanımalarına rağmen inkâr ettiler.
Vakta ki onlara Allah Teâlâ tarafından yanlarında bulunanı tasdik edici bir Kitab geldi, daha önce Arap müşriklerine karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirler üzerinedir. Allah'ın, kullarından dilediği kimseye lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek Allah'ın indirdiği Kur'an'ı inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazap üstüne gazaba uğradılar.(Bakara /89-90)
Ayette geçen bağy kelimesi hased mânâsınadır. Hz. Safiye şöyle anlatır: 'Birgün babam, amcama 'Sen bu zat (Hz. Muhammed) hakkında ne dersin?' diye sordu. Amcam 'Bence Musa'nın müjdelediği peygamber budur!' Babam 'O halde ne yapmalıyız?' dedi. Amcam 'Hayatta oldukça ona düşmanlık edelim!' diye cevap verdi.
İşte haramlık hususunda hased'in hükmü budur. Münafese ise haram değildir. Aksine münafese ya vâcib veya mendup veya mübahdır. Bazen münafese terimi yerine hased tabiri kullanılır. Hased'in yerine de münafese tabiri kullanılır
Kusem b. Abbas106 der ki: 'Kardeşim Fadl ile Hz. Peygamber'e gidip zekât toplama memuru olmak için ricada bulunmayı düşündük. Hz. Ali 'gitmeyiniz! O sizi zekât toplamaya memur etmez!' dediği zaman onlar Hz. Ali'ye şöyle dediler: 'Senin bu sözün bize karşı ancak bir münafese'den ibarettir. Allah'a yemin ederiz ki Hz, Peygamber kızını sana verdiği zaman, biz bunun için sana karşı münafese etmedik'.
Münâfese lûgatta nefaset (imrenmek) kökünden gelir. Münâfese'nin helâl olduğuna delâlet eden ayet şudur:
Ki sonu misktir. İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin/26)
Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği göklerle yerin genişliği gibi olan bir cennet için yarışın ki o, Allah'a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır. O, Allah'ın ihsanıdır. Onu dilediği kimselere verir. Allah çok büyük ihsan sahibidir.(Hadîd/21)
Müsabaka ve yarışma elden çıkma korkusu olduğu zaman yapılır. Bu, mevlâlarınm hizmetine koşuşan iki köle gibidir; zira bu kölelerin herbiri, arkadaşı kendisinden önce mevlâsının hizmetine yetişip, mevlâsının nezdinde kendisine nasip olmayan bir mertebeyi elde eder diye korkar. Bu nasıl böyle olmasın? Zira Hz. Peygamber açıkça belirterek şöyle buyurmaktadır:
Hased ancak iki haslette vardır:
1. Allah bir kişiye mal vermiş ve onu o malı hak yola sarfetmeye muvaffak kılmıştır.
2. Bir kişi ki Allah kendisine ilim vermiş, o da kendisine verilen ilimle amel eder ve o ilmi halka öğretir.107
Sonra Hz. Peygamber, bu hadîs-i şerifini Ebu Kebşe el-Enmarî'nin108 rivayet ettiği hadiste (tefsir ederek) şöyle buyurmaktadır:
Şu ümmetin misâli, dört kişinin misâline benzer:
1. Bir kişidir ki, Allah ona mal ve ilim vermiştir, o da ilminin gereğiyle malından tasarruf eder.
2. Bir kişi ki Allah ona
ilim vermiş, mal vermemiştir. O da şöyle der: 'Yarab! Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı, ben onun yaptığı kadar malımdan tasarruf eder, senin yolunda harcardım'. Bu iki kişi ecirde eşittirler.
İkinci kişinin bu temennisi, yani başkasının malı kadar malının olmasını ve onunla o mal sahibi gibi infak etme temennisi, diğer kişinin nimetinin zâil olmasını istemek değildir.
Ve devamla şöyle buyurmuştur:
3. Bir kişi ki Allah ona mal vermiş, ilim vermemiştir. O da kendisine verilen o malı Allah'ın günah saydığı yerlerde sarfeder.
4. Bir kişi ki Allah kendisine ne ilim, ne de mal vermiştir. O da der ki: 'Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı ben de onun gibi günah yerlere sarfederdim!' İşte bu iki sınıf günahta eşittirler!109
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a), (dördüncü kişiyi) mâsiyet için temennide bulunduğundan dolayı kötülemiştir. Yoksa başkasına verilen nimet kadar kendisine de nimet verilmesini istemesinden dolayı kötülemiş değildir.
Bu bakımdan başkasına bir nimetten ötürü imrenip onun nimeti gibi nimet isteyene herhangi bir zarar sözkonusu değildir. Şu şartla ki, başkasının nimetinin yok olmasını istemeyip o nimetin devamlılığından rahatsız olup kıskanmıyorsa... Evet! Eğer o nimet iman, namaz ve zekât gibi dinî ve farz olan nimet ise, burada münafese etmek de farzdır. Kişi imanlı, namazlı ve zekâtlı bir kimse gibi olmayı istemelidir. Çünkü böyle olmayı istemediği takdirde günaha razı olmuş olur. Bu ise haramın ta kendisidir. Malları şerefli yerlerde, sadakalarda sarfetmek gibi eğer nimet faziletlerdense burada münafese menduptur. Eğer nimet mübah bir şekilde kendisinden istifade edilen nimetlerden ise, burada münafese mübahtır. Bütün bunlar kişinin nimet sahibiyle eşit olmayı isteyeceği yerlerdir. Nimette ona yetişmeyi temenni etmeye ve nimetten rahatsız olmamak şartıyla bu nimetin altında iki şey vardır:
1.Kendisine nimet verilenin rahatlığı
2.Başkasının bu hususta eksikliği ve kendisinden geri kalması
Kişi bu iki şeyden birini kerih görür, O da nimet sahibinin geri kalması ve onunla eşit olmayı sevmesidir. Bu bakımdan nefsinin başkasından geri kalmasını hoş görmemekte ve mübahlar hususunda nefsinin eksik kalmasını kerih görmekte bir sakınca yoktur. Bu hareket faziletleri eksiltir. Zühd, tevekkül ve rızaya ters düşer. İnsanoğlunu yüce makamlardan mahrum eder. Fakat günahı gerektirmez. Burada ince ve çözümlenmesi zor bir nokta vardır. Şöyle ki: Kişi öyle bir nimete varmaktan ümitsiz olduğu zaman -oysa bu hususta geri ve eksik kalmayı kerih görür- şüphe yok ki bu takdirde kişi eksikliğin ortadan kalkmasını ister. Eksiğin ortadan kalkması ise ya nimet sahibi gibi bir nimete konmasıyla veya o nimetin sahibinden alınmasıyla mümkündür. O halde bu iki yoldan biri kapandı mı kalp ikinci yolu istemekten ayrılmaz. Hatta nimet sahibinin nimeti yok olduğu zaman, nimetin devamından göğüse daha şifâ verici ve serinletici olur; zira nimetin zevaliyle geri kalması ve başkasının önde olması ortadan kalkar. Bu ise kalbin onulmaz bir durumudur. Eğer böyle bir durumda iş kendisine ha-vale edilir, ihtiyarına bırakılırsa, mutlaka nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaya çalışacaktır. Bu takdirde şer'an ve dînen ayıplanan bir hasedci olur. Eğer takvâ onu nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaktan alıkoyarsa, o da nimet sahibinin nime-tinin ortadan kalkmasıyla meydana gelen rahatlıktan vazgeçebiliyorsa, aklı ve diniyle nefsinin bu hareketini hoş görmemesi gerekir. Hz. Peygamber'in, şu hadîs-i şerîfiyle böyle bir kimse kastedilmiş olabilir:
Üç haslet vardır ki hiçbir insan o hasletlerden ayrılamaz. Birisi hased, ikincisi zan, üçüncüsü tefe'üldür.
Mü'min için bunlardan çıkış yolu vardır: Birisine hased ettiğin zaman zulme kaçma!110
Yani kalbinde hasedden birşey hissettiğin zaman onun gereğini yapma!
İnsanoğlu nimet hususunda kardeşine yetişmek iradesinde olup bu hedefine varmaktan da aciz ise, bütün bunlara rağmen yarıştığı kimsenin nimetinin ortadan kalkmasına meyletmekten sakınması pek uzak bir ihtimaldir; zira nimet sahibinin nimeti devam ettikçe, şüphesiz onun ağırlığını hisseder. Bu derecedeki bir münafese haram olan hasedle boğuşmaktadır. Bu bakımdan bu
Birincisi: O nimeti hoş görmemen ve onun yok olmasını istemendir. Bu durumun ismi haseddir. Bu bakımdan hasedin tarifi nimeti hoş görmemek ve kendisine nimet verilenden o nimetin yok olup gitmesini istemek demektir.
İkincisi: Nimetin yok olmasını sevmez, onun varlığını ve devamlılığını kerih görmez, fakat onun benzerini kendisi için de ister. Bu durumun adı gıbta'dır. Bazen de buna münafese denir. Bazen de münafeseye hased, hasede münafese denilir. İki lâfzın herbiri diğerinin yerinde kullanılır. Mânâlar anlaşıldıktan sonra isimlerin kullanılmasında herhangi bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Mü'min gıbta, münafık ise hased eder.
Birincisi, her durumda haramdır. Ancak bir fâcir veya kâfirin sahip olduğu ve fitne çıkarıp müslümanların arasını bozan, halka eziyet etmekte kullanılan bir malın veya rütbenin onunla bu adamın elinden alınmasını temenni etmek bir zarar vermez. Çünkü sen nimetin nimet olması hasebiyle yok olmasını istemiyor, fesada alet edildiği için yok olmasını istiyorsun. Eğer onun fesadından emin olsaydın onun nimeti seni üzmezdi. Hasedin haram olduğuna bizim naklettiğimiz haberler delâlet etmektedir. Bu tür hased Allah Teâlâ'nın bir kısım kullarını diğer bir kısmından üstün kılan kaza ve kaderine küsmektir. Bu ise ne özür ne de ruhsat kabul eder. Acaba bir müslümanın rahat etmesinden kıskançlık duyulmasından daha büyük bir günah mı olur? Oysa ondan sana hiçbir zarar da sözkonusu değildir. Kur'an, buna şöyle işaret etmektedir:
Size bir iyilik dokunsa (bu) onları tasalandırır, size bir kötülük dokunsa ona sevinirler.
(Alu İmran/120)
İşte ayetteki sevinmek, şamata diye tabir edilen durumdur. Hased ile şamata biri diğerinden ayrılmayan eş mânâlardır.
Kitab ehlinden çoğu, gerçek kendilerine besbelli olduktan sonra sırf içlerindeki kıskançlıklarından ötürü sizi imanınızdan sonra küfre çevirmek isterler.(Bakara/109)
Görüldüğü gibi Allah Teâlâ onların, iman nimetinin müslümanlardan yok olmasını istemelerinin hased olduğunu haber veriyor.
Sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki onlarla bir olasınız.(Nisa/89)
Allah Teâlâ, Hz. Yusuf'un kadeşlerinin hasedini zikretmiş ve onların kalplerindekini şu şekilde tabir etmiştir:
(Kardeşleri) demişlerdi ki: 'Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir topluluğuz. Babamız açık bir yanlışlık içindedir!' İçlerinden bir sözcü 'Yusuf'u öldürün, yahut onu uzak bir yere atın ki babanızın sevgisi yalnız size kalsın ve ondan sonra (tevbe edip) sâlih bir topluluk olursunuz!'(Yusuf/8-9)
Yusuf un kardeşleri, babalarının Yusuf'u sevmesini hoş görmedikleri ve bu sevgi onlara nahoş geldiği ve bu sevginin Yusuf'a gösterilmemesini istediklerinden dolayı Yusuf'u babalarından uzaklaştırdılar.
Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile (onları nefislerine tercih ederler)..(Haşr/9)
Yani göğüsleri, kardeşlerine verilenden dolayı daralmaz ve ondan dolayı üzülmezler. Allah Teâlâ ensâr-ı kiramı hasedleri olmamakla övmektedir.
Yoksa Allah'ın fazlından insanlara verdiği nimetlere hased mi ediyorlar? Gerçekten biz İbrahim hanedanına kitap ve hikmet verdik. Hem de onlara büyük bir mülk ve saltanat ihsan ettik.(Nisâ/54)
İnsanlar tek bir ümmet idi. Allah peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere hak ile kitabı indirdi. Hüküm etmek için o peygamberlerle kitab gönderdi. Oysa kendilerine kitap verilenler, kendilerine açık deliller geldikten sonra sırf aralarındaki bağy'den (zulüm ve kıskançlıktan) ötürü o (Kitab hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler).(Bakara/213)
Ayette geçen ve zulümle tefsir ettiğimiz bağyen kelimesi hased mânâsına yorumlanmıştır.
Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler.(Şûrâ/14)
Allah Teâlâ, ilmi, onları bir araya getirsin, Allah'ın ibadet ve taatinde onları birleştirsin diye ihsan ederek ilimde birleşmelerini emretmiştir. Fakat onlar birbirlerine hased ettiler, ihtilâfa düştüler. Çünkü onların herbiri reis olmak ve sözünün kabul edilmesi sevdasında idi! Bu bakımdan birbirlerinin sözünü reddettiler.
İbn Abbas şöyle demiştir: 'Hz. Muhammed (s.a) peygamber olmadan önce yahudiler bir kavimle savaştıkları zaman, Allah Teâlâ'ya şöyle dua ederlerdi: 'Yarab! Göndereceğini bize va'dettiğin peygamberin hürmetine, indireceğin kitabın hürmetine bize yardım et'. Allah Teâlâ da onlara yardım ederdi. Ne zaman Hz. İsmail'in evladından Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildi, onu tanımalarına rağmen inkâr ettiler.
Vakta ki onlara Allah Teâlâ tarafından yanlarında bulunanı tasdik edici bir Kitab geldi, daha önce Arap müşriklerine karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirler üzerinedir. Allah'ın, kullarından dilediği kimseye lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemeyerek Allah'ın indirdiği Kur'an'ı inkâr etmek için kendilerini ne alçak şeye sattılar da gazap üstüne gazaba uğradılar.(Bakara /89-90)
Ayette geçen bağy kelimesi hased mânâsınadır. Hz. Safiye şöyle anlatır: 'Birgün babam, amcama 'Sen bu zat (Hz. Muhammed) hakkında ne dersin?' diye sordu. Amcam 'Bence Musa'nın müjdelediği peygamber budur!' Babam 'O halde ne yapmalıyız?' dedi. Amcam 'Hayatta oldukça ona düşmanlık edelim!' diye cevap verdi.
İşte haramlık hususunda hased'in hükmü budur. Münafese ise haram değildir. Aksine münafese ya vâcib veya mendup veya mübahdır. Bazen münafese terimi yerine hased tabiri kullanılır. Hased'in yerine de münafese tabiri kullanılır
Kusem b. Abbas106 der ki: 'Kardeşim Fadl ile Hz. Peygamber'e gidip zekât toplama memuru olmak için ricada bulunmayı düşündük. Hz. Ali 'gitmeyiniz! O sizi zekât toplamaya memur etmez!' dediği zaman onlar Hz. Ali'ye şöyle dediler: 'Senin bu sözün bize karşı ancak bir münafese'den ibarettir. Allah'a yemin ederiz ki Hz, Peygamber kızını sana verdiği zaman, biz bunun için sana karşı münafese etmedik'.
Münâfese lûgatta nefaset (imrenmek) kökünden gelir. Münâfese'nin helâl olduğuna delâlet eden ayet şudur:
Ki sonu misktir. İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin/26)
Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği göklerle yerin genişliği gibi olan bir cennet için yarışın ki o, Allah'a ve peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır. O, Allah'ın ihsanıdır. Onu dilediği kimselere verir. Allah çok büyük ihsan sahibidir.(Hadîd/21)
Müsabaka ve yarışma elden çıkma korkusu olduğu zaman yapılır. Bu, mevlâlarınm hizmetine koşuşan iki köle gibidir; zira bu kölelerin herbiri, arkadaşı kendisinden önce mevlâsının hizmetine yetişip, mevlâsının nezdinde kendisine nasip olmayan bir mertebeyi elde eder diye korkar. Bu nasıl böyle olmasın? Zira Hz. Peygamber açıkça belirterek şöyle buyurmaktadır:
Hased ancak iki haslette vardır:
1. Allah bir kişiye mal vermiş ve onu o malı hak yola sarfetmeye muvaffak kılmıştır.
2. Bir kişi ki Allah kendisine ilim vermiş, o da kendisine verilen ilimle amel eder ve o ilmi halka öğretir.107
Sonra Hz. Peygamber, bu hadîs-i şerifini Ebu Kebşe el-Enmarî'nin108 rivayet ettiği hadiste (tefsir ederek) şöyle buyurmaktadır:
Şu ümmetin misâli, dört kişinin misâline benzer:
1. Bir kişidir ki, Allah ona mal ve ilim vermiştir, o da ilminin gereğiyle malından tasarruf eder.
2. Bir kişi ki Allah ona
ilim vermiş, mal vermemiştir. O da şöyle der: 'Yarab! Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı, ben onun yaptığı kadar malımdan tasarruf eder, senin yolunda harcardım'. Bu iki kişi ecirde eşittirler.
İkinci kişinin bu temennisi, yani başkasının malı kadar malının olmasını ve onunla o mal sahibi gibi infak etme temennisi, diğer kişinin nimetinin zâil olmasını istemek değildir.
Ve devamla şöyle buyurmuştur:
3. Bir kişi ki Allah ona mal vermiş, ilim vermemiştir. O da kendisine verilen o malı Allah'ın günah saydığı yerlerde sarfeder.
4. Bir kişi ki Allah kendisine ne ilim, ne de mal vermiştir. O da der ki: 'Eğer filan adamın malı kadar benim malım olsaydı ben de onun gibi günah yerlere sarfederdim!' İşte bu iki sınıf günahta eşittirler!109
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a), (dördüncü kişiyi) mâsiyet için temennide bulunduğundan dolayı kötülemiştir. Yoksa başkasına verilen nimet kadar kendisine de nimet verilmesini istemesinden dolayı kötülemiş değildir.
Bu bakımdan başkasına bir nimetten ötürü imrenip onun nimeti gibi nimet isteyene herhangi bir zarar sözkonusu değildir. Şu şartla ki, başkasının nimetinin yok olmasını istemeyip o nimetin devamlılığından rahatsız olup kıskanmıyorsa... Evet! Eğer o nimet iman, namaz ve zekât gibi dinî ve farz olan nimet ise, burada münafese etmek de farzdır. Kişi imanlı, namazlı ve zekâtlı bir kimse gibi olmayı istemelidir. Çünkü böyle olmayı istemediği takdirde günaha razı olmuş olur. Bu ise haramın ta kendisidir. Malları şerefli yerlerde, sadakalarda sarfetmek gibi eğer nimet faziletlerdense burada münafese menduptur. Eğer nimet mübah bir şekilde kendisinden istifade edilen nimetlerden ise, burada münafese mübahtır. Bütün bunlar kişinin nimet sahibiyle eşit olmayı isteyeceği yerlerdir. Nimette ona yetişmeyi temenni etmeye ve nimetten rahatsız olmamak şartıyla bu nimetin altında iki şey vardır:
1.Kendisine nimet verilenin rahatlığı
2.Başkasının bu hususta eksikliği ve kendisinden geri kalması
Kişi bu iki şeyden birini kerih görür, O da nimet sahibinin geri kalması ve onunla eşit olmayı sevmesidir. Bu bakımdan nefsinin başkasından geri kalmasını hoş görmemekte ve mübahlar hususunda nefsinin eksik kalmasını kerih görmekte bir sakınca yoktur. Bu hareket faziletleri eksiltir. Zühd, tevekkül ve rızaya ters düşer. İnsanoğlunu yüce makamlardan mahrum eder. Fakat günahı gerektirmez. Burada ince ve çözümlenmesi zor bir nokta vardır. Şöyle ki: Kişi öyle bir nimete varmaktan ümitsiz olduğu zaman -oysa bu hususta geri ve eksik kalmayı kerih görür- şüphe yok ki bu takdirde kişi eksikliğin ortadan kalkmasını ister. Eksiğin ortadan kalkması ise ya nimet sahibi gibi bir nimete konmasıyla veya o nimetin sahibinden alınmasıyla mümkündür. O halde bu iki yoldan biri kapandı mı kalp ikinci yolu istemekten ayrılmaz. Hatta nimet sahibinin nimeti yok olduğu zaman, nimetin devamından göğüse daha şifâ verici ve serinletici olur; zira nimetin zevaliyle geri kalması ve başkasının önde olması ortadan kalkar. Bu ise kalbin onulmaz bir durumudur. Eğer böyle bir durumda iş kendisine ha-vale edilir, ihtiyarına bırakılırsa, mutlaka nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaya çalışacaktır. Bu takdirde şer'an ve dînen ayıplanan bir hasedci olur. Eğer takvâ onu nimet sahibinin nimetini ortadan kaldırmaktan alıkoyarsa, o da nimet sahibinin nime-tinin ortadan kalkmasıyla meydana gelen rahatlıktan vazgeçebiliyorsa, aklı ve diniyle nefsinin bu hareketini hoş görmemesi gerekir. Hz. Peygamber'in, şu hadîs-i şerîfiyle böyle bir kimse kastedilmiş olabilir:
Üç haslet vardır ki hiçbir insan o hasletlerden ayrılamaz. Birisi hased, ikincisi zan, üçüncüsü tefe'üldür.
Mü'min için bunlardan çıkış yolu vardır: Birisine hased ettiğin zaman zulme kaçma!110
Yani kalbinde hasedden birşey hissettiğin zaman onun gereğini yapma!
İnsanoğlu nimet hususunda kardeşine yetişmek iradesinde olup bu hedefine varmaktan da aciz ise, bütün bunlara rağmen yarıştığı kimsenin nimetinin ortadan kalkmasına meyletmekten sakınması pek uzak bir ihtimaldir; zira nimet sahibinin nimeti devam ettikçe, şüphesiz onun ağırlığını hisseder. Bu derecedeki bir münafese haram olan hasedle boğuşmaktadır. Bu bakımdan bu
Zemmil Gazab velhıkd vel Haşed
- Af ve İhsan'ın Fazileti
- Emsal Akran,Kardeş,Amca Çocukları ve Akrabalar Arasındaki Hased Çokluğunun Sebebi ve Başkaları Arasındaki Hasedin Azlığı
- Giriş
- Haksızlığa Nasıl Karşı Konulmalıdır?
- Hased ve Münafese'nin (İmrenmenin) Sebepleri
- Hased'in Hakîkati, Hükmü, Kısımları ve Mertebeleri
- Hased'in Zemmi, Hakikati, Sebepleri, Tedavisi, İzalesinde Gerekli Olan Davranış Şekilleri
- Hasedi Kalp ten Söküp Atmanın Çaresi
- Hasedin Kalpten Silinmesi Gereken Miktarı
- Hıkd'ın (Kin'in) Anlamı, Neticeleri, Affetmenin ve Şefkat Göstermenin Fazileti
- Hilm'in Fazileti
- Öfke'nin Zemmi
- Öfkenin Hakikati
- Öfkenin Riyazet Yoluyla Giderilmesinin İmkânı
- Öfkeye Yol Açan Sebepler
- Öfkeyi Yenmenin Çâresi
- Öfkeyi Yenmenin Fazileti
- Şefkatin Fazileti