Sırasıyla Cum'anın Âdâbı

Bunlar on maddede toplanmıştır:
1. Perşembe gününden itibaren kişi cum'aya hazırlanmalıdır. Kalbiyle onu kılmaya hazır olup faziletini karşılanmalıdır. Bunun için de perşembe günü ikindi namazından sonra tesbih, istiğfar ve dua ile meşgul olmalıdır; çünkü bu saat fazilet bakımından cum'a gününde meçhul bırakılan saate denktir.
Seleften bazıları 'Kulların mûtad rızkından başka, Allah Teâlâ'nın bir fazilet ve ikramı vardır ki bunu yalnızca perşembe günü öğleden başlamak üzere cum'a günleri kendisine yalvaran kullarına verir' demişlerdir.

Cum'a gününde giyeceği elbiseleri perşembe gününden yıkamalı ve tertemiz yapmalıdır. Eğer yanında yoksa cum'a günü sürünmek üzere güzel koku hazırlamalıdır. Sabahın erken saatlerinden itibaren cum'aya mâni meşguliyetleri kalbinden çıkarmalı, perşembeyi cum'aya bağlayan akşam, ertesi gün için oruca niyet
etmelidir; çünkü bu günün orucu çok faziletlidir. Ancak bu orucunu ya perşembe veya cumartesi orucuyla birleştirmelidir; çünkü sadece cum'a günü oruç tutmak mekruhtur.

Cum'a akşamını, namaz kılmak ve hatim indirmek sûretiyle ihya etmelidir; çünkü bu akşamın fazileti çoktur. Cum'a gününün fazileti bu gecenin üzerine bina edilmiştir. Bu gecede veya cum'a gününde hanımıyla birleşebilir. Hatta Hz. Peygamber'in 'Kim cum'a namazına sabahın erken saati gidip öncülüğü alır ve üstünü başını güzelce temizleyerek bedenini yıkarsa, Allah ondan razı olsun!'147 sözünü, hanımıyla birleşmek mânâsına hamleden bir grup, kişinin, cum'a gecesi veya cum'a günü namazdan önce hanımı ile birleşmesini müstehab saymışlardır.

Bu bakımdan hadîsin son cümlesini 'Kendisi yıkandığı gibi hanımını da yıkanmaya mecbur ederse' şeklinde tefsir etmişlerdir. Bir kısım âlimler de 'Hadîsin sonundaki ğassele tabiriyle elbiselerini yıkarsa mânâsı irade olunur' demişlerdir. Bazı rivayetlerde de bu kelime gasele şeklinde tahfifle okunmuş ve iğteselenin sonuna da licesedihî tâbiri eklenmiştir. İşte cum'ayı karşılama âdâbı bunlardan ibarettir.
Cum'ayı karşılamanın bu âdabına riayet eden kimseler sabahladıkları zaman 'Bu hangi gündür?' diye gafletlerini izhar eden gafiller zümresinden çıkmış olurlar.

Seleften bazıları "Cum'a günü nasibi en fazla olan kimse cum'a saatini bekleyen ve onu bir gün öncesinden gözetendir. Nasibi en az olan kimse ise, sabahladığı zaman 'Bugün günlerden nedir?' diye sorandır" demişlerdir. Seleften bazıları cum'a namazını karşılamak için, cum'a gecelerini camide geçirirlerdi.

2. Cum'a günü sabahleyin kalktığında fecirden sonra gusletmelidir. Eğer cum'aya sabahın erken saatlerinde gitmiyorsa yeni temizlenmiş olmak için gideceği zamâna yakın gusletmesi daha iyidir. Cum'a günü yapılan gusül, kuvvetli bir şekilde müstehabdır. Hatta bazı âlimler vacib olduğuna bile kail olmuşlardır.

Nitekim Hz. Peygamberin 'Cum'a guslü, her bâliğ kimseye vâcibdir' buyurduğu rivayet edilmiştir.148

Nâfi'in İbn Ömer'den rivayet ettiği en meşhur hadîsin hükmü şudur: 'Cum'aya iştirak etmek isteyen herkes yıkansın'.149
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Erkeklerden veya kadınlardan cum'a namazına gidecek olanlar muhakkak yıkansınlar...150

Medinelilerden birbirleriyle tartışan iki kişiden biri diğerine 'Sen cum'a gününde gusletmeyen kimseden daha şerlisin' derdi.151

Hz. Ömer, camiye hutbe esnasında geldiğini gördüğü Hz. Osman'a 'Bu saatte mi geliyorsun? diyerek cum'a namazına erken gelmemesini kınar. Hz. Osman da şöyle cevap verir: 'Ezanı işittikten sonra da abdest aldım ve ancak çıkıp gelebilecek kadar geri kaldım'. Bunun üzerine Hz. Ömer 'Abdest almak mı? O da ayrı bir suç...

Biliyorsun ki, Hz. Peygamber bize cum'a günlerinde gusül etmemizi emrediyordu...' buyurur.152

Hz. Osman'ın abdest almasıyla, cum'a gününde gusletmeyi terketmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Cum'a gününde guslün vâcib olmadığı,

Hz. Peygamber'den rivayet edilen şu hadîsle de sabittir:
Cum'a gününde abdest alan sünnete uymuş ve güzel birşey yapmıştır. Fakat gusletmek daha efdâldir.153

Cum'a gününde cünüplük guslü alan kimse, ikinci bir defa da vücuduna cum'a guslü niyetiyle su dökmelidir. Fazileti elde etmek için bir gusül de kâfidir; yalnız hem cünüplüğün kalkmasına, hem de cum'a sünnetinin yerine getirilmesine niyet etmek şartıyla... Bu durumda cum'a için alınan gusül, cünüplük için alınana dahil olur.

Sahabîlerden biri, gusleden çocuğunun yanına girdiğinde 'Bu guslü cum'a için mi aldın?' diye sorar. Onun 'Hayır cünüplükten temizlenmek için aldım' demesi üzerine de 'O halde ikinci bir gusül daha al!' diyerek, delil olarak da cum'a guslünün her bâliğ müslümana vâcib olduğunu bildiren hadîsi rivayet eder.

Bu sahabî, oğluna, cünüplük için guslederken cum'a guslü için de niyet etmediğinden ikinci bir gusül yapmasını emretmiştir.
'Gusülden gaye, temizliktir. Cünüplükten kurtulmak için gusledilirken bu gayenin hasıl olması muhakkak olduğundan, ikinciye ihtiyaç yoktur' denilirse, bu fikir de yabana atılacak birşey değildir. Ancak bu fikir şeran ibadet sayılan ve fazileti aranan ab-dest hususunda da ileri sürülebilir. (Böyle bir ihtimal de bu fikrin çürüklüğünü açığa çıkarır).
Cum'a günü guslettikten sonra abdesti bozulan kimse, sadece abdestini yeniler, guslü iptal olunmuş olmaz. Fakat en iyisi gusülden sonra abdestini bozmamaya dikkat etmesidir.

3. Süslenmelidir. Cum'a gününde süslenmek müstehabdır ve bu da üç şeyle olur:
a) Güzel elbise
b) Temizlik
c) Güzel koku sürünmek

Temizlik
ı. Misvak kullanmak
ıı. Saçını tıraş etmek
ııı. Tırnakları kesmek ıv. Bıyıkları kısaltmak
Taharet bölümünde sözü edilen diğer temizlikleri de yapmak gerekir.

İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ cum'a günü tırnaklarını kesen kimseden hastalığı kaldırır ve ona şifa ihsan eder'.

Güzel Koku
Eğer kişi perşembe veya çarşamba günü hamama gitmişse, cum'a için istenilen temizlik hasıl olmuş demektir. O halde cum'a günü, kötü kokuları ortadan kaldırmak için, yanında bulunan en güzel kokuları sürünmelidir. Bu güzel kokuyu yanında bulunanlara da koklatmaya çalışmalıdır. Erkekler için en uygun koku, keskin, fakat renksiz olan kokudur. Kadınlar için ise, renkli fakat keskin olmayan koku en uygunudur... Bu keyfiyet bu şekilde rivayet edilmiştir.154

İmam Şafiî şöyle buyurmuştur: 'Elbisesini temizleyenin üzüntüsü azalır; güzel koku sürünenin de aklı fazlalaşır'.

Güzel Elbise
Elbiselerin en sevimlisi, beyaz olanıdır; çünkü Allah nezdinde en sevimli elbise, beyaz elbisedir.155

Şöhrete vesile olacak hiçbir elbise giyilmemelidir. Siyah elbise giymek sünnet olmadığı gibi, giyilmesinde de herhangi bir fazilet yoktur. Hatta âlimlerden bir cemaat, siyah elbiseye bakmayı bile kerih görmüşlerdir; çünkü siyah elbise giymek, Hz. Peygamber'den sonra ihdas edilmiş bir bid'attır. Cum'a günü sarık sarmak müstehabdır. Nitekim Vâsile b. Eska'nın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ ve melekleri cum'a günü sarık saran kimselere salavât'-ı şerife getirirler.156

Hararet bastığı takdirde namazdan önce veya sonra sarığın çıkarılmasında hiçbir beis yoktur. Fakat evinden camiye giderken sarığını yolda çıkarmamalıdır. Namaz vakti gelip çattığında, imam minbere çıkarken ve hutbe okurken sarığı çıkarmamaya dikkat etmelidir.

4. Camiye sabahın erken saatlerinde gitmelidir. Camiye iki veya üç fersah yoldan ve erken saatlerde gitmek müstehabdır. Bu vakit, fecrin doğuşuyla başlar. Cum'a niyetiyle camiye erken gelmenin fazileti büyüktür. Cum'aya gelirken Allah'tan korkmak, mütevazi olmak, namaz vaktine kadar camide itikâfa ve bu gelişiyle Allah'ın dâvet ettiği cum'aya en kısa zamanda icabet etmeye ve O'nun affına ve rızasına koşmaya niyet etmek en uygun harekettir.

Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:
Cum'a namazına günün ilk saatinde giden, bir deveyi kurban etmiş gibi olur. İkinci saatinde giden, bir sığırı, üçüncü saatinde giden sanki boynuzlu bir koçu kurban kesmiştir. Dördüncü saatte gidense bir tavuk, beşinci saatte giden ise, bir yumurta hediye etmiş gibi olur. İmam hutbeye çıkınca defterler dürülür, kalemler kaldırılır ve melekler hutbeyi dinlemek üzere minberin başında toplanırlar. Bu saatten sonra gelenler ancak namazın hakkını vermek için gelmiş olurlar. Bu gibiler için bunun dışında herhangi bir fazilet yoktur.157

Hadîs-i şerifteki birinci saat denilen vakit, fecirden güneşin doğuşuna, ikinci saat ise, güneşin doğuşundan kuşluğa kadar olan zamandır. Üçüncü saat, ayakların yerde toprağın hararetiyle yanmasına; dördüncü ve beşinci saatlerse büyük kuşluktan zevale kadar geçen zamandır. Dördüncü ve beşinci saatlerin faziletleri azdır. Zeval vakti ise, namazın vakti ve hakkıdır. Camiye bu vakitte gelenin herhangi bir fazileti yoktur; yalnızca farzını edâ etmiş olur.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Üç şey vardır ki insanlar bunlardaki fazileti bilselerdi, tıpkı develerin koşusu gibi, onların arkalarına düşerek birbirleriyle yarışırlardı.
a) Ezan,
b) Namazın ilk safı,
c) Sabahın erken saatinde cum'a namazına gitmek.158

Ahmed b. Hanbel (r.a), 'Bu üç şeyin en faziletlisi, sabahın erken saatinde cum'a namazına gitmektir' demiştir.

Bir rivayette şöyle denilmektedir:
Cum'a günü oldu mu, melekler, ellerinde gümüş defterler ve altın kalemler olduğu halde camilerin kapılarında otururlar ve en önce gelenleri, derecelerine göre yazarlar.159

Kişi cum'a günü her zamanki vaktinde gelmediğinde melekler onu aramaya başlarlar. Birbirlerine 'Filân adama ne oldu? Gecikmesinin sebebi nedir?' diye sorarlar ve 'Ey Allahım! Bu kişiyi cum'a namazına erken gelmekten fakirlik alıkoymuşsa onu zengin kıl! Onu hastalık geciktirmişse kendisine şifa ihsan eyle! Eğer herhangi bir meşguliyet sebebiyle gecikmişse onun kalbini, ibadetin için boşalt! Eğer kendisini fuzulî bir iş geciktirmişse onun kalbini tâat ve ibadetine yönelt!' derler.160

Birinci asırda, seher vaktinde ve fecirden sonra yolların, mum ışığında camilere doğru yürüyenlerle dolu olduğu görülmekteydi. Bayram günlerinde olduğu gibi diğer günlerde de yollar camiye giden insanlardan geçilmez bir izdiham içindeydi.

Denildiğine göre, İslâm dininde ilk icad edilen bid'at, sabahın erken saatlerinde camiye gitmenin terkedilmesidir.

Acaba müslümanlar, cumartesi ve pazar günleri sabahın erken saatlerinde kilise ve havralarına akın eden yahudi ve hristiyanlardan utanmıyorlar mı? Dünyaya tapanların sabahın erken saatlerinde para kazanmak, alış-veriş yapmak için çarşıları nasıl doldurduklarını ve âhiret taliplilerinin onlardan geri kaldıklarını müşahede etmiyorlar mı?

İnsanlar, Allah Teâlâ'nın cemâl-i ilâhîsini müşahede etmek istiyorlarsa, Allah Teâlâ'ya cum'aya erken gittikleri nisbette manen yaklaştıklarını bilmelidirler...

İbn Mes'ud, bir gün sabahın erken saatinde camiye girerken üç kişinin kendisinden önce gelmiş olduğunu gördü. Bunun üzerine çok üzülerek nefsine şöyle dedi: 'Dört kişinin dördüncüsüsün öyle mi? Gerçi dört kişinin dördüncüsü de geç gelmiş sayılmaz'.

5. Camiye giriş keyfiyetidir: Camiye girerken cemaatin omuzlarından atlamamak ve önlerinden geçmemelidir. İşte camiye erken saatlerde gitmek bu keyfiyeti kolaylaştırır. Cemaatın omuzlarından atlayan hakkında şiddetli bir tehdit vârid olmuştur:

Camiye geç gelip de cemaatin omuzlarından atlaya atlaya öne geçen kimse, kıyamet gününde köprü olacak ve halk da üzerinden geçecektir.161

İbn Cüreyc mürsel olarak şu hadîsi rivayet eder:
Hz. Peygamber cum'a günü hutbeyi okurken halkın omuzlarından atlayarak öne geçen birisini gördü. Namazdan sonra o kişiyi buldu ve 'Bugün cum'a namazını niçin bizimle kılmadın?' diye sordu. Kişi 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben bugün cum'a namazını sizinle kıldım' demesi üzerine 'Cemaatin boynuna basa basa öne geçtiğini görmedik mi?' demek sûretiyle bu hareketinden ötürü amelinin mânen yanlış olduğuna işaret buyurdu.

Müsned bir hadîste Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu vârid olmuştur:
Hz. Peygamber birine 'Bugün bizimle birlikte kılmadın?' deyince, adamcağız 'Ey Allah'ın Rasûlü! Beni görmediniz mi?' dedi. Hz. Peygamber de 'Seni gördüm. Gecikmiştin ve cemaate eziyet ediyordun' buyurdu.

Birinci safta boş bırakılmış bir yer varsa, sonradan gelen, doldurmayanlara ceza olsun diye, omuzlardan atlaya atlaya o boş yere gidebilir; çünkü onlar haklarını zayi etmiş ve fazilet yolunu terketmişlerdir.

Hasan Basrî şöyle buyurmuştur: Cum'a günlerinde camilerin kapılarında oturup ön saflara katılmayanların boyunlarına basa basa ön saflara geçiniz; çünkü bu ihmalkâr insanlara hürmet gerekmez:

Camide namaz kılanlardan başka kimse yoksa, camiye girenin selâm vermesi uygun olmaz; zira bu selâmıyla namaz kılan kimselere veremeyecekleri bir cevabı yüklemiş olmaktadır.

6. Halkın önünden geçmemeye dikkat etmelidir. Halkın, önünden geçmesini önlemek için bir direğe veya herhangi bir duvara yakın bir yerde oturmalıdır. 'Halkın önünden geçmemesi' tâbirinden gayemiz, namaz kılanların önünden geçmemektir. Namaz kılanın önünden geçilmesi, namazın bâtıl olmasına sebep olmaz. Ancak teşvişe yol açtığı için Hz. Peygamber böyle bir geçişi nehyetmiştir:

Kişinin kırk sene durup beklemesi, namaz kılanın önünden geçmesinden daha hayırlıdır.162

Yemin ederim ki kişinin rüzgârların savurduğu bir toprak olması, namaz kılanın önünden. geçmesinden daha hayırlıdır.163

Namaz kılanın önünden geçen, yol kenarında namaz kılan ve namaz kılarken önünden geçilmesini önleyecek tedbirleri almakta
kusur edenler hakkında vârid olan bir hadîste şöyle buyurulmuştur:

Namaz kılanın önünden geçenler (veya bu geçişin önlenmesi hususunda ihmalkârlık gösteren musalli), eğer bu yüzden düçar olacaklara azabı bilselerdi, kırk sene orada çakılı kalmalarının, geçmelerinden daha hayırlı olduğunu anlarlardı.164

Direk, duvar ve yayılmış seccade, namaz kılanın hudududur. Bu bakımdan, namaz kılan kişi imkânı varsa bu hududlar dahilinde önünden geçmek isteyeni itebilir.

Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Namaz kılan kişi önünden geçmek isteyenleri eliyle itsin. Dinlemez de geçmekte ısrar ederse, tekrar itsin. Yine ısrarda bulunursa onunla dövüşsün; çünkü o şeytandır.165

Ebu Said el-Hudrî (r.a), önünden geçmek isteyen kimseyi düşürecek derecede iterdi. Bir keresinde itilen adam Ebu Said'in yakasını bırakmadı ve onu Medine vâlisi Mervan b. Hakem'e şikayet etti. (Bu şikayet üzerine, Mervan, Ebu Said'i çağırarak, 'Sana ne oluyor? Neden filan yeğenini ittin?' diye azarladı. Ebu Said de Hz. Peygamber'in kendisine bu şekilde emretmiş olduğunu söyledi.) Namaz kılan kişi, önünde durabileceği herhangi bir direk bulamadığı takdirde hududunu, önüne bir zirâ' boyunda olan birşey dikmek sûretiyle belirtmelidir.

7. Birinci safı aramalıdır; çünkü birinci safın fazileti çok fazladır. Bu hususda vârid olan bir hadîsi daha önce rivayet etmiştik. Başka bir hadîste de şöyle buyurulmaktadır:

Kim elbisesini yıkar, gusleder sonra da cum'a namazı için sabahın erken saatinde camiye gider ve imama yaklaşıp hutbesini dinlerse, yaptığı bu hareketler, onun iki cum'a arasında vâki olan günahlarının keffareti olduğu gibi, fazladan da üç gününün keffareti olur.166

Allah, böyle yapan bir kimsenin geçmiş cum'adan bu cum'aya kadar olan günahlarını affeder.167
Hadîsin bazı rivayetlerinde de, bu faziletin elde edilebilmesi için, insanların omuzlarından atlamamak şartı koşulmuştur.

Birinci safta kılmaya çalışırken de üç şeyden gâfil olunmamalıdır:
a) Hatibin yakınında ipekli ve benzeri giyilmesi erkekler için haram olan bir elbise giyen birisini görmesi ihtimali olur ya da kalbini meşgul edecek çok ağır veya altın işlemeli silâhlarıyla beraber namaz kılan birisi bulunur da eğer bu münkerleri kaldırmaya gücü yetmezse ön safta değil, gerilerde namaz kılması daha selâmetli ve kalp huzuru için daha hayırlıdır.

Kalp selâmetinin temini için bir grup âlim böyle yapmıştır. Nitekim Bişr el-Hafî'ye 'Camiye sabahın erken saatlerinde geldiğin halde neden en son saflarda namaz kılıyorsun?' diye sorulduğunda 'Kalplerin yakınlığı murad olunur, bedenlerinki değil' demiştir. Bu sözüyle, son saflarda namaz kılmanın, kalp selâmeti bakımından daha iyi olduğuna işaret buyurmaktadır.

Süfyan es-Sevrî (r.a), Şuayb b. Harb'in Ebu Câfer el-Mansur'un hutbesini iyi dinleyebilmek için minberin yanında oturduğunu gördü. Namazdan sonra Şuayb'a şöyle dedi: 'Bu kişiye (Mansur'a)
yakın oturman kalbimi meşgul etti. Bu adamdan reddedilmesi gereken bir söz işittiğin takdirde, onu reddetmeye kudretin yetecek mi ve bunu yapacağından emin misin ki gidip bu adamın yanına oturdun?'

Hz. Süfyan, bu sözlerinden sonra Abbasî halifelerinin cum'a günlerinde giydikleri siyah elbiselerin bid'at olduğundan bahsetti. Bunun üzerine Şuayb, de "Ey Ebu Abdullah! 'Hatibe yaklaş ve hutbesini dinle!'168 diye bir hadîs yok mudur?" diye sordu. Süfyan da 'Allah sana rahmet etsin. Bu emir, râşid halifeler için vârid olmuştur. Halbuki bu adamlardan uzak bulunduğun ve yüzlerine bakmadığın nisbette Allah'a yaklaşırsın' buyurdu.

Said b. Amr şöyle diyor: "Bir keresinde sahâbîlerden Ebu Derdâ'nın (r.a) yanında namaz kıldım. Namaz başladığında son safa kadar çekildik. Namazdan sonra kendisine 'Safların en hayırlısı birinci saftır denilmiyor mu?' denildi. 'Evet! Doğru; ancak bu ümmet, Allah'ın rahmetine mazhar olmuş ve diğer ümmetler arasında O'nun nazargâhı olan bir ümmettir. Bu bakımdan Allah namazda bulunan bir kuluna nazar kıldığı zaman, onu ve arkasındaki bütün insanları affeder. İşte bunun içindir ki Allah Teâlâ'nın beni buradaki kişilerin yüzü suyu hürmetine affetmesi için hepsinin arkasında bulunmayı tercih ettim' buyurdu".

Hadîs râvilerinden bazıları Hz. Peygamber'den, Ebu Derdâ'nın dediği gibi işittiklerini rivayet etmektedir.169

Bu bakımdan en son safı bu niyette tercih eden ve böylece Ümmet-i Muhammed hakkında hüsn-ü zan izhar eden bir kimse için, son safta hiçbir kayıp yoktur. (Aksine niyetine göre muamele görür). İşte bu hikmete bianendir ki 'Ameller niyetlere bağlıdır' denilmektedir.

b) Eğer hatibin yanında padişahlar için camiin bir kısmı kesilip hünkâr mahfili yapılmamışsa onun yanına yaklaşmak ve birinci safta bulunmak güzel birşeydir. Eğer böyle bir bid'at varsa, ön safta bulunmamayı tercih etmelidir; çünkü bazı âlimler, hünkâr mahfiline girmeyi kerih görmüşlerdir.

Hasan Basrî ve Bekir b. Abdullah el-Müzenî (Allah ikisinden de razı olsun) hünkâr mahfillerinde namaz kılmazlardı. Onların görüşüne göre; bu mahfil, sadece sultanlara mahsus olarak, sonradan ihdas edilen bir bid'atdır. Çünkü bu, Hz. Peygamber'den sonra icâd edilmiştir. Halbuki camiler bütün müslümanların hakkıdır. Camilerde, hünkâr mahfilleri gibi, bir kısmın husûsîleştirilmesi ise bu hükme muhaliftir.

Ashâbdan Enes b. Mâlik ve İmran b. Husayn (r.a) ise hünkâr mahfilinde namaz kılmışlar ve burada, imama yaklaşmak için durmakta herhangi bir kerahetin mevcut olmadığını söylemişlerdir. O halde kerâhiyet, mahfillerin sadece sultanlara tahsis edilmesi ve başkasının orada namaz kılmaktan menedilmesi halinde sözkonusudur. Orada namaz kılmak herkese serbest olduğu takdirde mahfilde kerahiyet yoktur.

c) Minber, safların bir kısmını ayırır. Bunun için birinci saf, minberin önünde, kesintisiz, baştan başa uzanan saftır. Minberin sağında solunda bulunan saflar ise, minberle kesilmiş olduğu için birinci sayılamaz...

Süfyan es-Sevrî (r.a) 'Birinci saf, minberin önünde, kesintisiz devam edendir' buyurmuştur.

Bu söz çok doğrudur; zira bu saf gerçekten kesintisizdir ve ancak bu safta bulunanlar, hatibin yüzüne normal olarak bakıp sözünü (güzelce) dinleyebilir. Fakat kıbleye daha yakın olan safın birinci saf olduğunu ve minber tarafından bölünmesinde bir beis olmadığını söylemek de, hakikatten uzak bir hüküm değildir.

Çarşılarda ve camilerin dış avlularında namaz kılmak mekruhtur. Ashabdan bazıları camilerin dış avlusunda namaz kılanları döver, oradan kovarlardı. (Tabii camide yer bulunması halinde durum böyledir.)

8. İmam hutbeye çıkınca nafile namazı ve konuşmayı kesmelidir. Yalnızca müezzini ve hutbeyi dinlemekle meşgul olmalıdır. Müezzinler ayağa kalktıklarında bazı cahiller secde ediyorlar. Böyle bir secdenin aslı astarı yoktur. Çünkü ne bir haberde ve ne de bir eserde, böyle birşey rivayet edilmiş değildir. Fakat buna rağmen bu secde, tilâvet secdesine tesadüf ederse, orada dua edilmesinde bir beis yoktur; çünkü bu vakit, fazilet vaktidir. Böyle bir secdenin haram olmasına hükmedilemez. Çünkü haram olması için her hangi bir sebep mevcut değildir,

Hz. Ali ile Hz. Osman'ın 'Sükût edip, hutbeyi dinleyene iki; hutbeyi dinlemeyip sadece susana ise bir ecir vardır. Hutbeyi duyduğu halde sükût etmeyene iki, duymaksızın konuşana da bir günâh vardır' dedikleri rivayet edilmektedir.

Hz. Peygamber de şöyle buyurmaktadır:
İmam hutbeyi okurken yanındaki arkadaşına 'sükût et' veya 'sus' diyen bir kimse 'lâğv' yapmış (yani susmamış) olur. İmam hutbe okurken lâğv yapanın cum'ası yok demektir.170

Hz. Peygamber'in bu hadîsi, konuşan bir insanı, sözle değil, elle işaret etmek veya taş atmak suretiyle susturmak gerektiğine delâlet eder. Ebu Zer'in rivayet ettiği bir hadîste ise şöyle buyurulmaktadır:

Hz. Peygamber hutbe okurken, Ebu Zer, Ubey b. Ka'b'a 'Bu sûre ne zaman nâzil oldu?' diye sordu. Ubey de ona sükût etmesini işaret etti. Rasûlullah hutbeden indikten sonra Ubey 'Git, senin cum'an bâtıldır' dedi. Bu söz üzerine Ebu Zer, Ubey'i Hz. Peygamber'e şikayet etti. Hz. Peygamber de 'Ubey doğru söylemiş' buyurdu.171

İmamdan uzak bir yerde otursa dahi ne ilim ve ne de başka bir konu hakkında konuşmamalı; bilakis sükût etmelidir. Çünkü böyle
bir fısıltı hutbeyi dinleyenlerin kulağına gider ve onların huzurlarını bozar, Aynı zamanda konuşan kimsenin yanında da oturmamalıdır, Uzak olduğundan imamın hutbesini dinlemek imkânına sahip olmayan kimsenin sükût etmesi müstehabdır.

Mademki, imam hutbe okurken namaz kılmak mekruhtur, o halde konuşmak haydi haydi mekruh olmalıdır.

Hz. Ali şöyle buyurmuştur: 'Şu dört vakitte namaz kılmak mekruhtur:
a) Sabah namazından güneşin bir mızrak boyu yükselmesine kadar,
b) İkindiden sonra,
c) Günün tam ortasında,
d) İmamın hutbe okuduğu anda..'

9. Diğer namazlar için zikrettiğimiz hususlara cum'a namazında da riayet etmelidir. İmamın okuyuşunu işittiği takdirde Fâtiha'dan sonra birşey okumamalı ve imamı dinlemelidir. Cum'a namazından sonra Fatiha, İhlâs ve Muavvizeteyn'i yedişer defa okumalıdır. Zira seleften bazıları, bunları okuyan kimsenin, o cum'adan gelecek cum'aya kadar korunacağını ve bu okuyuşun onun için, şeytana karşı bir siper olacağını rivayet etmektedir.172

Cum'a namazından sonra "Ey Allahım, Yâ Ganî, Yâ Hamîd! Yâ Mübdî! Yâ Muîd! Yâ Rahîm! Yâ Vedûd! Beni helâlinden vermek sûretiyle haramından, fazlınla da mâsivadan koru!' demek müstehabdır.

Denildiğine göre, bu duaya devam eden kimseyi Allah Teâlâ bütün mahlûkattan müstağnî kılarak ona ummadığı yerlerden rızık gönderir.

Cum'a namazından sonra altı rek'at namaz kılmalıdır. Zira İbn Ömer'den, Hz. Peygamber'in cum'adan sonra iki rek'at namaz kıldığı,173

Ebu Hüreyre'den ise, dört rek'at kıldığı rivayet edilmektedir.174

Hz. Ali ve İbn Abbas'tan ise, altı rek'at kıldığı rivayet edilmektedir.175

Bütün bu rivayetler sahihtir ve değişik vakitlerde vâki olmuşlardır. En efdâli altı rek'at kılmaktır.

10. (Eğer iş güç sahibi değilse) ikindi namazını kılıncaya kadar camiden ayrılmaması gerekir. (Aksi takdirde 'Namazı kılınca yeryüzüne dağılınız!' emrine imtisâl etmelidir.)
Denildiğine göre, cum'a namazından sonra ikindi namazını da camide kılan kimseye, bir hac sevabı; aynı günün akşam namazını da kılarsa bir hac ve umre sevabı yazılır. Eğer riyâdan emin değilse, halkın İşte falan adam itikâfa girmiştir' demesinden korkuyorsa, o vakit, en faziletlisi Allah'ı anarak evine dönmesidir. Allah'ın nimetlerini düşünmeli, kendisini ibadet etmeye muvaffak kıldığı için O'na şükretmeli ve kusurlarından korkmalıdır.

Cum'a günündeki eşref saatini kaçırmamak için, güneş batmcaya kadar dil ve kalbine hâkim olmalıdır. Gerek cum'a namazı kılınan camide ve gerekse de diğer camilerde dünya kelâmı konuşmak uygun değildir.

Zira Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Halk üzerine öyle bir zaman gelecektir ki mescidlerde yapılan konuşmalar dünyalıklarının tedbiri için yapılan müzakerelerden ibaret olacaktır. Halbuki Allah Teâlâ'nın böylelerine hiçbir ihtiyacı yoktur. Onların Allah ile râbıtaları kesilmiştir; bu bakımdan onlarla oturmayın!176

146) Bu özürlerin miktarı, fıkıh kitaplarında tafsilâtıyla beyan edilmiştir.
147) Sünen sahipleri, İbn Hibban, Hâkim, (Evs b. Evs'den); Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
148) Buhârî ve Müslim, (Ebu Said'den)
149) İbn Hibban
150) İbn Hibban ve Beyhakî, (İbn Ömer'den)
151) Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul-Kulûb.
152) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
153) Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî, (Sumre'den); Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
154) Ebu Dâvud ve Tirmizî; Nesâî, (Ebu Hüreyre'den)
155) İmam Ahmed, Nesâî ve Hâkim, (Semure b. Cündüb'den)
156) Taberânî ve İbn Adiy, (Ebu Derdâ'dan) İbn Adiy hadisin münker olduğunu söylemiştir.
157) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
158) Ebu Şeyh, Sevâb 'u1-A'mâl, (Ebu Hüreyre'den farklı bir şekilde)
159) İbn Merdeveyh, Tefsir, (Hz. Ali'den farklı bir şekilde)
160) Beyhakî, (Amr b. Şuayb'dan hasen bir senedle)
161) Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Hibban ve Hâkim, (Abdullah b. Bişrden)
162) Bezzar, (Zeyd b. Halid'den); Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
163) Ebu Nuaym, Tarih'ul-isfahan, İbn Abdilberr, Temhid, (Abdullah b.
Ömer'den mevkûf olarak)
164) Muhammed b. Yahya, Müsned, (Zeyd b. Halid'den sahih bir senedle)
165) Buhârî ve Müslim
166) Hâkim, (Evs b. Evs'den)
167) Ebu Dâvud, İbn Hibban ve Hâkim, (Ebu Said ile Ebu Hüreyre'den)
168) Ebu Dâvud, (Semure'den farklı bir şekilde)
169) İbn Asâkir, Târih-i Dımeşk
170) Tirmizî ve Nesâî, (Ebu Hüreyre'den)
171) Beyhakî, Ebu Dâvud ve İbn Mâce, (Ubey b. Ka'b'dan sahih bir senedle)
172) Ebu Talib el-Mekkî, Kut'u1 Kulûb ve Gazâlî, Bidâyet 'ül-Hidâye
173) Buhârî ve Müslim
174) Müslim
175) Beyhakî, (Hz. Ali'den merfû olarak); Ebu Dâvud, (İbn Ömer'den)
176) Beyhakî, Şuab'ııl-İman, (Hasan Basrî'den mürsel olarak); Hâkim, (Enes'den sahih bir senedle); İbn Hibban, (İbn Mes'ud'dan)