Taksime Razı Olan, Rızkına Kanaat Eden ve Doğru Olan Fakirlerin Fazileti

Ayetler
(Bir de o mallar) şu muhacir fakirlere aittir ki (onlar) yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve peygamberine (mal ve canlarıyla) yardım ederler. İşte bunlar doğru olanlardır.(Haşr/8)

(Sadakalar) şu fakirlere mahsustur ki onlar Allah yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde gezip dolaşamazlar.. Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin zanneder.(Bakara/273)

Allah Teâlâ onları över mahiyette kelâmını sevketti. Sonra on-ların fakirlik vasfını hicret etmek ve Allah yolunda mahsur kalmak vasıflarına takdim etti. Bu takdim edişte fakirliğin faziletine dair bir delil vardır.

Hadîsler
Fakirliğin faziletine delâlet eden hadîsler sayılmayacak kadar çoktur. Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet ediliyor. Hz. Peygamber (s.a) ashabına insanların hangisinin daha hayırlı olduğunu sorunca cevap olarak şöyle dendi:
-O zengin ki nefsinde ve malında olan Allah'ın hakkını verir!
- Bu kişi pek güzel kişidir. Fakat insanların en hayırlısıdeğildir.
- Ey Allah'ın Rasûlü! O halde insanların en hayırlısı kimdir?
Öyle bir fakirdir ki gücü yettiği kadar Allah yolunda verir.5

Hz. Peygamber (s.a) Bilâl'e hitaben şöyle buyurmuştur:
Allah'ın huzuruna fakir olarak var, Allah'ın huzuruna zengin olarak varma!6

Muhakkak ki Allah, çocuk babası olan ve dilenmekten sakınan fakiri sever.7

Ümmetimin fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce cen-nete girecektir.8

Başka bir hadîste 'Kırk sene' diye vârid olmuştur.9

Bu hadîsten gaye, bu ikinci rivayete göre, haris olan fakirin haris olan zengine tekaddüm etmesinin takdiridir. Beşyüz sene ile takdîr ise, zâhid fakirin ahirete tâlip olan zengin üzerindeki tekaddüm takdiridir. Fakirliğin derecelerinin değişikliğinden zikrettiğimiz, zarurî olarak sana fakirler arasında da derecelerinde farklılık olduğunu bildirir. Haris olan fakir zâhid olan fakirin yirmibeş derece altındadır. Zira kırkın beşyüze nisbeti yirmibeştir. Zannetme ki Hz. Peygamber'in takdîr etmesi rastgeledir. Hz. Peygamber haktan başkasıyla konuşmaz. Çünkü onun konuşması, kendisine gelen vahiydir. Onun bu sözü tıpkı şu sözü gibidir:
Salih rüya (doğru rüya), peygamberliğin kırkaltı cüzünden bir cüzdür.10

Hz. Peygamber'in bu takdiri, şüphesiz ki bir hakîkat takdiridir. Fakat Hz. Peygamber'den başka hiç kimse bu nisbetin illetini hakkıyla bilemez. Ancak tahmin edebilir; zira bilir ki peygamberlik, peygambere mahsus olan vasıftan ibarettir. Peygamber'in dışındaki insanlarda yoktur. Peygamber hususiyetlerin birçok çeşitleriyle tahsis olunur:

Birincisi, Allah, Allah'ın sıfatları, melekler ve ahiretle ilgili şeylerin hakîkatini bilir. Onun bildiği, başkasının bildiği gibi değildir. Onun bilgisi malûmatın çokluğu, yakîn, tahkik ve keşfin fazlalığı ile, başkasının bilgisine muhaliftir.

İkincisi, peygamberin nefsinde öyle bir sıfatı vardır ki âdetleri paramparça eden fiiller onunla kendisi için tamamlanır. Nitekim bizim sıfatımızın irade ve ihtiyarımızla beraber olan hareketleri-mizin onunla tamamlandığı gibi... O sıfat kudrettir. Her ne kadar kudret ile kudretin meydana getirdiği şeyin ikisi birden, Allah'ın fiili ise de...

Üçüncüsü, peygamber için öyle bir sıfat vardır ki onunla melekleri görür. Nitekim gözü olan bir insan öyle bir sıfat vasıtasıyla görünen şeyleri idrâk eder.

Dördüncüsü, peygamber için öyle bir sıfat vardır ki o sıfat vasıtasıyla gayb âleminde, gelecekte olan şeyi ya uyanıklık veya uyku halinde idrâk eder. Çünkü o sıfatla Levh-i Mahfuzu idrâk eder, oradaki gaybı görür. İşte bunlar birtakım kemalât ve sıfatlardır. Peygamberler için sabit oldukları bilinir ve her birinin bir kaç kısma ayrıldığı da bilinir. Bazı kere kırka, elliye, altmışa kadar bölme imkânına sahibiz, hatta kırk altıya kadar da bölmeye kendimizi zorlayabiliriz. Sıhhatli rüyanın kırk altı parçasından bir parça olabilecek şekilde zorlayabiliriz. Fakat mümkün olan taksi mat yollarından bir yolu tayin etmek ancak zan ve tahminle olur. Biz tahkikî olarak Hz. Peygamber'in o yolu kasdettiğini veya etmediğini bilmiyoruz. Bizce malûm olan ancak peygamberliğin taksimatının esası kendileriyle tamam olan sıfatların derleyicileridir. O da bizi takdirin illetini bilmeye irşâd etmez ve yine böylece biliriz ki daha önce geçtiği gibi fakirlerin çeşitli dereceleri vardır. Fakat mesela şu haris fakir neden zâhid fakirin derecesinin altıda birinin yarısı üzerindedir ki kırk sene önce cennete girmesine hükmedilmedi. Öbürü beşyüz senelik bir tekaddümü iktiza etti ki peygamberlerin dışındaki insanların kuvvetinde bu sırra varmak ancak bir tür tahminle olur. Oysa tahmine güvenilmez. Bütün bu konuşmalardan gaye; bu işlerin benzerlerinde takdir yoluna dikkati çekmektir; zira zayıf imanlı bazen zanneder ki bu söz Hz. Peygamber'in dilinden tesadüfî olarak çıkmıştır. Oysa peygamberlik mertebesi böyle olmaktan yücedir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bu ümmetin en hayırlısı fakirleridir. Cennette ilk yatanları zayıflarıdır.11

Benim iki sanatım vardır. Kim onların ikisini severse beni de sevmiş olur. Kim onlardan nefret ederse benden de nefret etmiş olur. (Onlar) fakirlik ile cihaddır.12

Rivayet ediliyor ki Cebrail (a.s) Hz. Peygamber'e inerek dedi ki: Ey Muhammed! Allah Teâlâ sana selâm ediyor ve şöyle diyor: 'Şu dağları altın etmemi ve seninle beraber gezdirmemi ister misin? Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), başını eğerek bir an düşündü ve sonra şöyle dedi:

Ey Cebrail! Muhakkak dünya, evi olmayanın evidir. Malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan dünya için toplar.

Bu cevap karşısında Cebrail 'Yâ Muhammed! Allah seni sabit söz ile korudu!' dedi.13
Rivayet ediliyor ki Hz. İsa (a.s) seyahatinde, abasına bürünmüş, uyuyan bir insanın yanından geçti. Onu uyandırarak şöyle haykırdı: 'Ey uyuyan! Kalk! Allah'ı an!' Adam, Hz. İsa'ya 'Benden ne istiyorsun? Ben dünyayı ve dünya ehlini terketmişim!' dedi. Bu cevap üzerine İsa (a.s) ona 'Ey dostum! Öyleyse uyu!' dedi.

Hz. Musa (a.s) toprak üzerinde yatan bir kişinin yanından geçti. Onu, başının altında bir kerpiçi yastık yapmış, yüz ve sakalı toprak içerisinde kalmış olduğu halde abasına bürünmüş olarak gördü, Bu manzara karşısında şöyle haykırdı: 'Yarab! Senin şu kulun, dünyada zâyi olmuştur!' Bunun üzerine Allah Teâlâ ona vahiy göndererek 'Ey Musa! Sen bilmez misin, ben cemâlimin tamamıyle kuluma nazar ettiğim zaman bütün dünyayı ondan dürer alırım' dedi.14

Ebu Râfi'den rivayet ediliyor ki: Hz. Peygamber'e bir misafir geldi. O misafiri ağırlamak için Hz. Peygamber'in yanında birşey olmadığından beni (Hayber) yahudilerinden birine gönderdi ve dedi ki: 'Git yahudiye söyle! Muhammed sana der ki: 'Receb ayına kadar bana biraz un borç olarak veya satarak versin'. Ebû Râfi der ki: Yahudiye varıp istedim. Yahudi Hayır! Allah'a yemin ederim. Ancak yanımda rehin bırakması şartıyla veririm' dedi. Bunun üzerine, hâdiseyi Hz. Peygamber'e haber verdim. Şöyle buyurdu:
Allah'a yemin olsun. Ben gök ehli arasında eminim. Yer ehli arasında eminim. Eğer yahudi bana satsaydı veya borç verseydi, muhakkak ona hakkını öderdim. Benim şu kürkümü yahudiye götür. Yanına rehin bırak!
Hz. Peygamber'in yanından çıkarken şu ayet nazil oldu:
Onlardan bazı zümrelere kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.(Tâhâ/133)

Bu ayet-i celîle, dünya hususunda Hz. Peygamber için bir tâziye (ve teselli) olarak inmiştir.15

Fakirlik, mü'min için, atın yanakları üzerine inen güzel kâkülünden daha süslüdür.16

Sizden bir kimse sağlıklı, cemaati içerisinde emîn olduğu ve günlük nafakası yanında bulunduğu durumda sabahlarsa, sanki dünya bütün varlıklarıyla onun için toplanmış ve ona verilmiştir.17

Ka'b'ul-Ahbar dedi ki: Allah Teâlâ Hz. Musa'ya 'Ey Musa! Fakirliğin sana yönelip geldiğini gördüğünde de ki: Salihlerin alâmet-i fârikasına merhaba!'

Atâ el-Horasanî der ki: Peygamberlerden biri bir deniz sahilin-den geçerken baktı ki balık tutan biri besmele çekip ağını balık tutmak için suya atıyor. Fakat hiçbir şey ağa girmiyor. Sonra başka birinin yanından geçti. O da 'şeytanın ismiyle' deyip ağını denize attı. Ağ o kadar balıkla doldu ki neredeyse çekip çıkarmaktan aciz kaldı! Bunun üzerine Peygamber (a.s) şu münâcatta bulundu: 'Yarab! Bu ne acaipliktir? Oysa bütün bunların elinde olduğunu biliyorum'. Bunun üzerine Allah Teâlâ meleklere dedi ki: 'O iki kişinin nezdimdeki derecelerini peygamberime gösterin!' O peygamber fakir için Allah katındaki kerameti, o şerir için de rezaleti görünce 'Yarab! Razı oldum!' dedi.

Cennete baktım ve gördüm ki ehlinin çoğu fakirlerdir. Cehenneme baktım ve gördüm ki ehlinin çoğu zenginler ve kadınlardır.

Başka bir lâfızda: 'Zenginler nerededir?' diye sorulunca 'Çok çalışmak onları geride bırakmıştır' denilmiştir.18

'Ateş ehlinin çoğunu kadınlar olarak gördüm'. Bunun üzerine 'Kadınlara ne oluyor?' denildi. Denildi ki: 'Onları altın ile zaferan meşgul etmiştir'.19

Mü'minin dünyada hediyesi fakirliktir.20

Peygamberlerin en son cennete gireni Süleyman b. Dâvud'dur. Çünkü dünya mülkü vardı. Ashabımın en son cennete gireni Abdurrahman b. Avf'tır. Çünkü zengindi.21

Onun sürünerek cennete girdiğini gördüm.22

İsa (a.s) şöyle demiştir: 'Zengin şiddetle (zorla) cennete girer'.

Ehl-i Beyt'ten gelen bir haberde, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Allah bir kulu sevdiği zaman, ona belâ verir. Onu çok sevdiği zaman, kendi nefsi için edinir.

Denildi ki: 'Ya Rasûlallah! Bundan maksad nedir?' Şöyle buyurdu: 'Ona ne aile efradı, ne de dünya malı bırakır'.23

Fakirliğin yönelip geldiğini gördüğünde 'salih kimselerin alâmet-i fârikasına merhaba!' de. Zenginliğin yönelip geldiğini gördüğünde de ki: 'Bir günah ki cezası peşin verildi'.24

Hz. Musa (a.s) Allah'a şöyle seslendi: 'Yarab! Halkından sevdiklerin kimlerdir ki senin için onları seveyim?' Allah şöyle cevap verdi: 'Her fakir, her fakir'.

Hadîs-i kudsî'de, ikinci defa söylenilen fakir kelimesinin diğerinin tekidi olması mümkündür ve yine ondan, şiddetli fakirliğin kastedilme ihtimali de vardır.

Mesih (a.s) şöyle demiştir: 'Muhakkak ben fakirliği sever, nimetler içerisinde yüzmekten nefret ederim'. Mesih'in nezdinde isimlerin en sevimlisi kendisine 'Ey miskin!' denmesiydi.
Arapların zenginleri Hz. Peygamber'e 'Bize bir gün, fakirlere de bir gün tayin et! Onların geldiği gün biz gelmeyelim. Bizim sana geldiğimiz gün de onlar gelmesinler!dediler. 'Onlar' ile Bilâl, Selman, Süheyb, Ebû Zer, Habbab b. Eret, Ammâr b. Yâsir, Ebû Hüreyre ve ashab-ı suffe'den olan fakirleri kastediyorlardı. Peygamber (s.a) onların dediğini kabullendi. Çünkü onlar fakirlerin kokularından eziyet duyduklarından şikayet etmişlerdir.

Fakirlerin giydikleri yün elbiseydi. Terledikleri zaman elbiselerinden ter kokusu geliyordu ve bu durum zenginlere gayet ağır geliyordu. Akra b. Habis et-Temimî, Uyeyne b. Hısn el Fezzarî, Abbas b. Mirdas es-Sülemî ve benzerleri zenginlerden idiler. Hz. Peygamber onlarla fakirlerin bir mecliste bir araya gelmemesine razı oldu. Bunun üzerine şu ayet-i celîle nâzil oldu:
Nefsini sabah ve akşam rızasını dileyerek rablerine dua eden kimselerle beraber tut! Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyup nefsinin arzusuna uyan ve işi hep aşırılık olan kişiye itaat etme. De ki: Kur'ân, rabbinizden gelen bir haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin!'
(Kehf/28-29)

İbn Ümmi Mektûm, Hz. Peygamber'in yanında, Kureyş'in eşrafından bir kişi varken, Hz. Peygamber'in huzuruna girmek için izin istedi. Bu durum Hz. Peygamber'e ağır geldi.

Bunun üzerine Allah Teâlâ şu ayetleri gönderdi:
Surat astı ve döndü, âma geldi diye... Ne bilirsin belki o arınacak? Yahut öğüt alacak da öğüt kendisine fayda verecek? Kendisini müstağni görüp tenezzül etmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun.(Abese/1-6)

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kıyamet gününde kul getirilir. Allah Teâlâ, dünyada birinin başka birinden özür dilediği gibi kuluna arz-ı mazeret ederek şöyle der: 'İzzet ve celâlim hakkı için, senin katımda kıymetsiz olduğundan dolayı senden dünyayı esirgemiş değilim. Fakat ben, senin için hazırladığım nimetlerden dolayı dünyayı senden esirgedim! Ey kulum! Şu saflara çık. Kim benim için sana yedirmişse veya seni giydirmişse, yedirdiği ve giydirdiğiyle sadece benim rızamı kasdetmişse, onun elinden tut. Onu sana bağışladım'. Oysa o gün ter insanları gemlemiştir. O kişi Allah Teâlâ'nın emriyle safların arasına girer. Dünyada kendisine yardım edeni gözetler. Onun elinden tutar ve cennete götürür.25
- Fakirleri iyi tanıyın. Onlara iyilik yapın. Onların bir devleti vardır.
- Ya Rasûlallah! Onların devleti ne demektir?
- Kıyamet günü olduğu zaman onlara şöyle denilir: 'Size bir parça ekmek yedirene veya bir yudum su içirene veya bir elbise giydirene bakın! Onun elinden tutun! Sonra onu cennete
götürün!'26

Cennete girdim. Önümde bir tıkırtı işittim. Baktım Bilâl'i gördüm. Cennetin en yüksek tabakasına baktım. Ümmetimin fakirleriyle evlatlarını gördüm. Cennetin alt tabakasına baktım ve gördüm ki orada, pek az zengin ve kadın vardır. Dedim ki: 'Yarab! Bunların durumu nedir?' Şöyle buyurdu: Kadınlara iki kırmızı; altın ile ipekli zarar verdi. Zenginler mal ile meşgul oldular'. Bu arada ashabımı kontrol ettim. Abdurrahman b. Avf'ı göremedim. Sonra ağladığı halde bana geldi. Kendisine şöyle sordum:
- Seni benden geri bıraktıran nedir?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'a yemin ederim, ihtiyarlatıcı birçok musibetlerle mülâki olmazdan önce sana varamazdım. Zannettim ki ben seni göremeyeceğim!
- Neden böyle oldu?
- Malımdan ötürü hesaba tutuldum!27

Şu duruma bak! Abdurrahman ki Allah'ın Rasûlüyle beraber büyük şerefe nail olmaya sahip olduğu ve cennet ehlinden olan on kişiden biri bulunduğu ve 'ancak malıyla şöyle hükmeden müstesnadır' hadîsine mazhar olan zenginlerden biri olduğu halde durumu böyledir. Buna rağmen zenginlik onu bu kadar zarara uğratmıştır.

Hz. Peygamber fakir bir kişinin yanına girdi. Hiçbir şeyini görmedi. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

Eğer bu kişinin nûru yeryüzündeki bütün insanlara taksim olunsa hepsini zengin ederdi.28

Size cennet ehlinin padişahlarından haber vereyim mi?
- Evet, ey Allah'ın Rasûlü!
- Onlar, her zayıf ve başkası tarafından zulme uğrayan saçı sakalı tozlu topraklı bulunan ve iki eskimiş elbise sahibi olan bir kimse gibidir ki ona kıymet verilmez. Eğer o, Allah
Teâlâ'nın üzerine (ondan birşey istemek sûretiyle) yemin ederse, muhakkak Allah onu yemininde doğrular.

İmran b. Husayn (r.a) dedi ki: Hz. Peygamber'in katında benim bir değerim vardı, bana şöyle buyurdu:
- Ey İmran! Muhakkak katımızda bir derece ve kıymetin vardır. Acaba kızım Fâtıma'yı hastalığından dolayı ziyaret etmek ister misin?
- Evet! Anam-babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü! Bunun üzerine Hz. Peygamber kalktı. Ben de onunla beraber kalktım. Fâtıma'nın kapısına geldi. Kapıyı çaldı ve 'Selâm üzeri-nize olsun! Gireyim mi?' diye izin istedi.
- Ey Allah'ın Rasûlü gir!
- Yanımdaki insanlarla beraber mi girelim?
- Ey Allah'ın Rasûlü! Beraberinde kim var?
- İmran vardır!
- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun, sırtımda bir abadan başka birşey yoktur.

Hz. Peygamber 'Abayı şöyle yap' diyerek eliyle abayı bedenine sarmasını işaret etti. Fâtıma 'Abayı bedenime sardım. Başımı ne yapacağım!' deyince, Hz. Peygamber üzerinde bulunan eskimiş bir ageli Fâtıma'ya attı ve 'Bununla da başını ört!' dedi. Sonra Fâtıma,

Hz. Peygamber'e izin verdi. Hz. Peygamber içeri girdi ve şöyle buyurdu:
- Ey kızım! Selâm üzerine olsun. Sen nasıl sabahladın?
- Allah'a yemin ederim. Hasta bir vaziyette sabahladım! Birşey yemeyişim hastalığımı daha da artırdı. Açlık bana zarar verdi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber ağlayıp şöyle buyurdu:
Ey kızım! Üzülme! Allah'a yemin olsun, ben de üç günden beri bir yemek tatmış değilim. Oysa ben Allah katında senden daha şerefliyimdir. Eğer rabbimden isteseydim mutlaka bana yedirirdi. Fakat ben ahireti dünyaya tercih ettim.
Sonra Hz. Peygamber eliyle Fâtıma'nın omuzunu okşayarak ona şöyle dedi:
- Müjde sana! Allah'a yemin olsun! Muhakkak sen cennetkadınlarının hatunusun.
- Ya Firavun'un hanımı Asiye, İmran'nın kızı Meryem nerede?
- Asiye kendi âlemindeki kadınların hatunu, Meryem de kendi âlemindeki hanımların hatunudur. Sen ise, kendi âlemindeki kadınların hatunusun. Muhakkak hepiniz (cennette) kamıştan yapılmış köşklerde oturacaksınız. Orada ne eziyet var, ne kalabalık
ve ne de yorgunluk!
Sonra Hz. Peygamber Fâtıma'ya dedi ki: 'Amcamın oğluyla kanaat et! Allah'a yemin olsun, seni dünyada efendi olan, ahirette efendi olan biriyle evlendirdim!'29

Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Halk, fakirlerini kızdırdıkları, dünyanın imarına fazla önem verdikleri ve dirhemlerin istifine daldıkları zaman,

Allah onlara dört bela verir: Zamandan kıtlık... Sultandan zulüm... Hükümlerin infazcılarından hiyanet... Düşmandan da üstünlük...

4) Abd b. Humeyd, İbn Mâce, (Ebû Said'den)
5) Deylemî
6) Hâkim
7) İbn Mâce
8) Tirmizî
9) Müslim
10) Buhârî
11) Irâkî bu hadisîn aslına rastlamadığını söylemektedir.
12) Irâkî aslına rastlamadığını söylemektedir.
13) Irâkî'ye göre bu hadîs iki hadîsten meydana gelmiştir. (Birincisini Tirmizî, ikincisini Şirâzî ve Beyhakî rivayet etmiştir).
14) Kût'ul-Kulûb
15) Taberânı, İbn Ebî Şeybe, İbn Rahuveyh, Bezzar, Ebû Yâ'lâ, İbn Münzir
16) Taberânî
17) Taberânî
18) İmam Ahmed
19) Nikâh bahsinde geçmişti.
20) Muhammed b. Hafif eş Şirazî, Deylemî
21) Daha önce geçmişti.
22) İmam Ahmed, Taberânî
23) Taberânî
24) Deylemî
25) İbn Hibban
26) Ebû Nuaym
27) Taberânî
28) Müslim, Buhârî
29) Cimriliğin Zemmi bölümünde geçmişti.İmam Ahmed,(Ma'kel b. Yesâr'dan)