24 Zühd'ün Alâmetleri
Bazen her malı terkeden zâhiddir zannedilir. Oysa hiç de öyle değildir; zira zâhidlikle övünmeyi seven bir kimse için malı terketmek, sıkıntılı yaşayışı belirtmek pek kolaydır. Ruhbanlardan niceleri vardır ki hergün nefislerini az bir yemeğe mecbur edip kapısız bir kiliseye kapanmışlardır. Onların sevinci, halkın hallerini bilmesidir. Halkın kendilerine takdirle bakıp övmesidir. Böyle yapmaları, kesinlikle zühd'e delâlet etmez. Hem mala hem de mertebeye zâhidlik yapmak gerekir. Hatta nefsin dünyadan lezzetleri varken zühd kemâle ermez. Oysa güzel yün elbiseler giymelerine rağmen bir cemaat zâhidlik iddia etmişlerdir.
Nitekim Havvas, bu iddiacıları vasfetmek maksadıyla demiştir ki: "Bir kavim vardır ki zühdü iddia ettiler. Elbisenin en iyisini giydiler. Bununla halkın gözünü boyamak istediler ki elbiselerinin nisbetinde kendilerine hediyeler verilsin ve fakirlere bakılan gözle kendilerine bakılıp da tahkir edilmesinler. Fakirlere verildiği gibi kendilerine verilmesin. Zâhid olduklarına, ilme ve sünnete tâbi oldukları halde malların kendilerine geldiği, fakat kendilerinin ondan sıyrıldıkları ile delil getirmişlerdir. 'Biz ancak eşyayı başkasının ihtiyacı için alıyoruz' derler. Onlardan hakikatler istenildiğinde ve darlıklara zorlandıklarında böyle söylerler. Oysa bü-tün bunlar din vasıtasıyla dünyayı isteyen kimselerdir. Ne kalplerini tasfiye etmeye, ne de ahlâklarını temizlemeye hiçbir zaman önem vermemişlerdir. Onların sıfatları üzerlerinde belirmiş, kendilerini mağlûp etmiş ve bunu da kendileri için bir 'hâl' olarak iddia etmişlerdir. Oysa onlar dünyaya meyyal, hevâ-i nefse tâliptir-ler". Madem ki durum budur, öyleyse zühdün bilinmesi zor bir meseledir. Hatta zühd hali zâhide bile müşkil gelir. Bu bakımdan zâhid, iç âleminde, üç alâmete dayanmalıdır:
Bir
Birinci alâmet, mevcutla sevinmemesi ve yok olandan dolayı üzülmemesidir.
(Başınıza gelen olayları, önceden bir kitaba yazdık ki) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve (Allah'ın) size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.(Hadîd/23)
Belki tam bunun zıddı olmalıdır; yani var olana üzülmek, yokluğa sevinmek.
İki
İkinci alâmet kendisini öven ile kötüleyenin, yanında bir olmasıdır. Birinci alâmet, mal hakkındaki zühdün alâmetidir. İkinci alâmet ise, mertebe hakkındaki zühdün alâmetidir.
üç
Üçüncü alâmet Allah'a olan ünsiyeti olmalı, kalbine ibâdetin sevgisi galip gelmelidir; zira kalp, sevginin tadından uzak değildir: ya dünya veya Allah sevgisi... Bunların ikisi kalpte, fincandaki su ile hava gibidir. Su fincana girince hava çıkar. İkisi bir arada olmaz. O halde, kim Allah'a ünsiyet vermişse, ancak Allah ile meşgul olur, O'ndan başkasıyla meşgul olmaz.
Bu sırra binaen bir zâta birileri hakkında şöyle denildi: 'Zâhidlik onları nereye kadar götürdü?' Cevap olarak dedi ki: 'Allah'a ünsiyet etmeye kadar götürdü. Dünya ile Allah'a ünsiyet bir arada olmazlar'.
Marifet ehli demişlerdir ki: 'İman kalbin zâhirine yapıştığında, kalp hem dünyayı, hem de ahireti birden sever ve ikisine de çalışır. İman kalbin derinliklerine dalıp nüfuz edince, kalp dünyadan nefret etmeye başlar ve dünyaya bir defacık dahi dönüp bakmaz ve dünya için çalışmaz'.
Bu sırra binaen Hz. Âdem'in duasında şöyle vârid olmuştur: 'Ey Allah'ım! Kalbimin derinliklerine nüfuz eden bir iman istiyorum!'
Ebu Süleyman şöyle demiştir: 'Nefsiyle meşgul olan bir kimse, halktan yüz çevirir. Bu ise, amel edenlerin makamıdır. Rabbiyle meşgul olan bir kimse ise, nefsinden yüz çevirir. Bu ise, âriflerin makamıdır. Zâhid bir kimse ise, bu iki makamdan birinde bulunmalıdır. Zâhidin birinci makamı nefsini nefsi ile meşgul etmesidir. Bu durumda övgü ile yergi, varlık ile yokluk, zâhidin na-zarında birdir. Elinde biraz malı olduğu için zâhidliği yoktur denilemez'.
İbn Ebî Havarî der ki: Ebu Süleyman'a sordum:
- Dâvud et-Tâî zâhid miydi?
- Evet!
- Oysa kulağıma geldiğine göre, babasından yirmi dinar almış ve o yirmi dinarı yirmi sene kendi nefsine harcamış. Yirmi sene bunu elinde tutan bir kimse nasıl zâhid olur?'.
- Sen ondan zühdün hakîkatine varmayı mı kasdettin?
Ebu Süleyman hakîkatten gayeyi kasdetmiştir. Çünkü nefis sıfatlarının çokluğundan, zühdün varılabilecek bir sonu yoktur. Zühd ancak bütün sıfatlarda zâhid olmak sûretiyle tamamlanır! Bu bakımdan dünyada herhangi birşeye kudreti olduğu halde, bunu kalbinin ve dininin korkusundan bırakan bir kimse, o şeyi bıraktığı nisbette zâhiddir. Zühdün en son noktası, Allah'tan başka herşeyi bırakmaktır. Hatta bir taşı bile İsa (a.s) gibi yastık yapmamaktır.
Allah Teâlâ'dan dileğimiz, zühdden az da olsa, bize bir nasip vermesidir. Çünkü bizim gibiler, zühdün son noktasını ummaya cesaret edemez. Her ne kadar Allah'ın fazlından ümidi kesmek ruhsatlı değilse de... Biz Allah'ın bize vermiş olduğu nimetlerin büyüklüklerini düşündüğümüzde, biliriz ki Allah Teâlâ'ya hiçbir şey büyük gelmez. Bu bakımdan her kemâli, cömertliğine yaslanarak Allah'tan istemekte bir mahzur yoktur. Madem ki durum budur, zühdün alâmeti, fakirlik, zenginlik, izzet, zillet, övgü ve yerginin eşit olmasıdır. Bu da Allah'a olan ünsiyetin galebe çalmasından doğar. Bu alâmetten birçok alâmetler doğar. Dünyayı terketmek ve ona sahip olana aldırmamak gibi...
Denildi ki: 'Zühdün alâmeti, dünyayı olduğu gibi terketmektir'. Bu bakımdan 'Ben tekke yapacağım veya cami imar edeceğim' dememelidir.
Yahya b. Muaz dedi ki: 'Zühdün alâmeti, var olanla cömertlik yapmaktır!'
İbn Hafif şöyle demiştir: 'Zühdün alâmeti, mülkten sıyrılmakla rahat bulmaktır'. Yine şöyle dedi: 'Zühd, tekellüfsüz bir şekilde dünyadan nefsi uzaklaştırmaktır!'
Ebu Süleyman şöyle demiştir: 'Yün giymek, zühdün alâmetlerinden biridir'.
Bu bakımdan, kalbinde beş dirhemin rağbeti olduğu halde üç dirhem kıymetinde bir yün elbiseden daha pahalısını giymemelidir.
Ahmed b. Hanbel ve Süfyan es-Sevrî şöyle demişlerdir: 'Zühdün alâmeti emeli kısaltmaktır'.
Sırrî es-Sakatî şöyle demiştir: 'Zâhid kişi, nefsinden başka şeyle meşgul olduğunda hayatı bulanır. Arif kişi de nefsi ile meşgul olduğunda hayatı bulanır!'
Nasr el-Abazî150 dedi ki: 'Zâhid, dünyada gariptir (azdır), ârif ise âhirette gariptir'.
Yahya b. Muaz şöyle demiştir: "Zühdün alâmeti üçtür: İlletsiz (nedensiz ve niçinsiz) bir amel, tamahsız bir söz ve riyasetsiz bir izzettir'. Yine şöyle demiştir: 'Allah için zâhid olan bir kimse, (kalbi dünyanın zilleti ile dolu olduğundan) sana sirke ile hardal danesini koklatır. Arif ise misk ve anberi... (Çünkü kalbi mârifetul-lah ile doludur)'.
Bir kişi Yahya'ya 'Ben ne zaman tevekkül dükkânına girip zühd'ün abasını giyip zâhidlerle beraber oturacağım?' diye sorunca, cevap olarak dedi ki: 'Gizlice nefsine verdiğin riyazet hususunda, Allah senden üç gün rızkı kestiğinde, nefsinde zayıf düşmeyecek raddeye vardığında... Bu dereceye yükselmediğin takdirde, zâhidlerin sergisi üzerinde oturman cehalettir. Bununla beraber rezil olmayacağından da emin değilim!'
Yine şöyle demiştir: 'Dünya gelin gibidir. Kim onu arzularsa onu süsler. Dünya hakkında zâhid olan kişi ise, onun yüzünü karartır, tüylerini yolar, elbiselerini yırtar. Arif kişi ise Allah ile meşgul olur. Dünyaya iltifat bile etmez'.
Sırrî es-Sakatî şöyle demiştir: 'Zühd'ün bütün gereklerini yaptım. İstediğime vardım. Ancak insanlar hakkındaki zühd'e varamadım ve buna gücüm de yetmedi'.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ şerrin tamamını bir eve tıktı. Ona dünya sevgisini anahtar yaptı. Hayrın tamamını bir eve bırakıp zühd'ü de ona anahtar yaptı!'
İşte zühd'ün hakîkat ve hükümlerinden zikretmek istediğimiz şeyler bu kadardır. Madem ki zühd ancak tevekkül ile tamamlanır, o halde Allah'ın izniyle biz de Tevekkül bölümüne geçelim!
150) Adı Ebu Kasım İbrahim b. Muhammed'dir. Horasan'ın şeyhi idi. Şiblî'nin sohbetinde bulunmuştur. Muhaddis ve sûfî bir imamdı. Mekke'de H. 376'da vefat etmiştir.
Nitekim Havvas, bu iddiacıları vasfetmek maksadıyla demiştir ki: "Bir kavim vardır ki zühdü iddia ettiler. Elbisenin en iyisini giydiler. Bununla halkın gözünü boyamak istediler ki elbiselerinin nisbetinde kendilerine hediyeler verilsin ve fakirlere bakılan gözle kendilerine bakılıp da tahkir edilmesinler. Fakirlere verildiği gibi kendilerine verilmesin. Zâhid olduklarına, ilme ve sünnete tâbi oldukları halde malların kendilerine geldiği, fakat kendilerinin ondan sıyrıldıkları ile delil getirmişlerdir. 'Biz ancak eşyayı başkasının ihtiyacı için alıyoruz' derler. Onlardan hakikatler istenildiğinde ve darlıklara zorlandıklarında böyle söylerler. Oysa bü-tün bunlar din vasıtasıyla dünyayı isteyen kimselerdir. Ne kalplerini tasfiye etmeye, ne de ahlâklarını temizlemeye hiçbir zaman önem vermemişlerdir. Onların sıfatları üzerlerinde belirmiş, kendilerini mağlûp etmiş ve bunu da kendileri için bir 'hâl' olarak iddia etmişlerdir. Oysa onlar dünyaya meyyal, hevâ-i nefse tâliptir-ler". Madem ki durum budur, öyleyse zühdün bilinmesi zor bir meseledir. Hatta zühd hali zâhide bile müşkil gelir. Bu bakımdan zâhid, iç âleminde, üç alâmete dayanmalıdır:
Bir
Birinci alâmet, mevcutla sevinmemesi ve yok olandan dolayı üzülmemesidir.
(Başınıza gelen olayları, önceden bir kitaba yazdık ki) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve (Allah'ın) size verdiğiyle sevinip şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseleri sevmez.(Hadîd/23)
Belki tam bunun zıddı olmalıdır; yani var olana üzülmek, yokluğa sevinmek.
İki
İkinci alâmet kendisini öven ile kötüleyenin, yanında bir olmasıdır. Birinci alâmet, mal hakkındaki zühdün alâmetidir. İkinci alâmet ise, mertebe hakkındaki zühdün alâmetidir.
üç
Üçüncü alâmet Allah'a olan ünsiyeti olmalı, kalbine ibâdetin sevgisi galip gelmelidir; zira kalp, sevginin tadından uzak değildir: ya dünya veya Allah sevgisi... Bunların ikisi kalpte, fincandaki su ile hava gibidir. Su fincana girince hava çıkar. İkisi bir arada olmaz. O halde, kim Allah'a ünsiyet vermişse, ancak Allah ile meşgul olur, O'ndan başkasıyla meşgul olmaz.
Bu sırra binaen bir zâta birileri hakkında şöyle denildi: 'Zâhidlik onları nereye kadar götürdü?' Cevap olarak dedi ki: 'Allah'a ünsiyet etmeye kadar götürdü. Dünya ile Allah'a ünsiyet bir arada olmazlar'.
Marifet ehli demişlerdir ki: 'İman kalbin zâhirine yapıştığında, kalp hem dünyayı, hem de ahireti birden sever ve ikisine de çalışır. İman kalbin derinliklerine dalıp nüfuz edince, kalp dünyadan nefret etmeye başlar ve dünyaya bir defacık dahi dönüp bakmaz ve dünya için çalışmaz'.
Bu sırra binaen Hz. Âdem'in duasında şöyle vârid olmuştur: 'Ey Allah'ım! Kalbimin derinliklerine nüfuz eden bir iman istiyorum!'
Ebu Süleyman şöyle demiştir: 'Nefsiyle meşgul olan bir kimse, halktan yüz çevirir. Bu ise, amel edenlerin makamıdır. Rabbiyle meşgul olan bir kimse ise, nefsinden yüz çevirir. Bu ise, âriflerin makamıdır. Zâhid bir kimse ise, bu iki makamdan birinde bulunmalıdır. Zâhidin birinci makamı nefsini nefsi ile meşgul etmesidir. Bu durumda övgü ile yergi, varlık ile yokluk, zâhidin na-zarında birdir. Elinde biraz malı olduğu için zâhidliği yoktur denilemez'.
İbn Ebî Havarî der ki: Ebu Süleyman'a sordum:
- Dâvud et-Tâî zâhid miydi?
- Evet!
- Oysa kulağıma geldiğine göre, babasından yirmi dinar almış ve o yirmi dinarı yirmi sene kendi nefsine harcamış. Yirmi sene bunu elinde tutan bir kimse nasıl zâhid olur?'.
- Sen ondan zühdün hakîkatine varmayı mı kasdettin?
Ebu Süleyman hakîkatten gayeyi kasdetmiştir. Çünkü nefis sıfatlarının çokluğundan, zühdün varılabilecek bir sonu yoktur. Zühd ancak bütün sıfatlarda zâhid olmak sûretiyle tamamlanır! Bu bakımdan dünyada herhangi birşeye kudreti olduğu halde, bunu kalbinin ve dininin korkusundan bırakan bir kimse, o şeyi bıraktığı nisbette zâhiddir. Zühdün en son noktası, Allah'tan başka herşeyi bırakmaktır. Hatta bir taşı bile İsa (a.s) gibi yastık yapmamaktır.
Allah Teâlâ'dan dileğimiz, zühdden az da olsa, bize bir nasip vermesidir. Çünkü bizim gibiler, zühdün son noktasını ummaya cesaret edemez. Her ne kadar Allah'ın fazlından ümidi kesmek ruhsatlı değilse de... Biz Allah'ın bize vermiş olduğu nimetlerin büyüklüklerini düşündüğümüzde, biliriz ki Allah Teâlâ'ya hiçbir şey büyük gelmez. Bu bakımdan her kemâli, cömertliğine yaslanarak Allah'tan istemekte bir mahzur yoktur. Madem ki durum budur, zühdün alâmeti, fakirlik, zenginlik, izzet, zillet, övgü ve yerginin eşit olmasıdır. Bu da Allah'a olan ünsiyetin galebe çalmasından doğar. Bu alâmetten birçok alâmetler doğar. Dünyayı terketmek ve ona sahip olana aldırmamak gibi...
Denildi ki: 'Zühdün alâmeti, dünyayı olduğu gibi terketmektir'. Bu bakımdan 'Ben tekke yapacağım veya cami imar edeceğim' dememelidir.
Yahya b. Muaz dedi ki: 'Zühdün alâmeti, var olanla cömertlik yapmaktır!'
İbn Hafif şöyle demiştir: 'Zühdün alâmeti, mülkten sıyrılmakla rahat bulmaktır'. Yine şöyle dedi: 'Zühd, tekellüfsüz bir şekilde dünyadan nefsi uzaklaştırmaktır!'
Ebu Süleyman şöyle demiştir: 'Yün giymek, zühdün alâmetlerinden biridir'.
Bu bakımdan, kalbinde beş dirhemin rağbeti olduğu halde üç dirhem kıymetinde bir yün elbiseden daha pahalısını giymemelidir.
Ahmed b. Hanbel ve Süfyan es-Sevrî şöyle demişlerdir: 'Zühdün alâmeti emeli kısaltmaktır'.
Sırrî es-Sakatî şöyle demiştir: 'Zâhid kişi, nefsinden başka şeyle meşgul olduğunda hayatı bulanır. Arif kişi de nefsi ile meşgul olduğunda hayatı bulanır!'
Nasr el-Abazî150 dedi ki: 'Zâhid, dünyada gariptir (azdır), ârif ise âhirette gariptir'.
Yahya b. Muaz şöyle demiştir: "Zühdün alâmeti üçtür: İlletsiz (nedensiz ve niçinsiz) bir amel, tamahsız bir söz ve riyasetsiz bir izzettir'. Yine şöyle demiştir: 'Allah için zâhid olan bir kimse, (kalbi dünyanın zilleti ile dolu olduğundan) sana sirke ile hardal danesini koklatır. Arif ise misk ve anberi... (Çünkü kalbi mârifetul-lah ile doludur)'.
Bir kişi Yahya'ya 'Ben ne zaman tevekkül dükkânına girip zühd'ün abasını giyip zâhidlerle beraber oturacağım?' diye sorunca, cevap olarak dedi ki: 'Gizlice nefsine verdiğin riyazet hususunda, Allah senden üç gün rızkı kestiğinde, nefsinde zayıf düşmeyecek raddeye vardığında... Bu dereceye yükselmediğin takdirde, zâhidlerin sergisi üzerinde oturman cehalettir. Bununla beraber rezil olmayacağından da emin değilim!'
Yine şöyle demiştir: 'Dünya gelin gibidir. Kim onu arzularsa onu süsler. Dünya hakkında zâhid olan kişi ise, onun yüzünü karartır, tüylerini yolar, elbiselerini yırtar. Arif kişi ise Allah ile meşgul olur. Dünyaya iltifat bile etmez'.
Sırrî es-Sakatî şöyle demiştir: 'Zühd'ün bütün gereklerini yaptım. İstediğime vardım. Ancak insanlar hakkındaki zühd'e varamadım ve buna gücüm de yetmedi'.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Allah Teâlâ şerrin tamamını bir eve tıktı. Ona dünya sevgisini anahtar yaptı. Hayrın tamamını bir eve bırakıp zühd'ü de ona anahtar yaptı!'
İşte zühd'ün hakîkat ve hükümlerinden zikretmek istediğimiz şeyler bu kadardır. Madem ki zühd ancak tevekkül ile tamamlanır, o halde Allah'ın izniyle biz de Tevekkül bölümüne geçelim!
150) Adı Ebu Kasım İbrahim b. Muhammed'dir. Horasan'ın şeyhi idi. Şiblî'nin sohbetinde bulunmuştur. Muhaddis ve sûfî bir imamdı. Mekke'de H. 376'da vefat etmiştir.
Fakr ve Zühd
- 24 Zühd'ün Alâmetleri
- Ashab'ın ve Âlimlerin Sözleri
- BİRİNCİ BÖLÜM
- Dilencilerin Halleri
- Dilenciliği Haram Kılan Zenginlik
- Fakirin Fakirlikteki Âdâbı
- Fakirliğin Hakîkati, Fakir'in Çeşitli Halleri ve İsimleri
- Fakirliğin Zenginliğe Üstünlüğü
- Giriş
- Hayatın Zarûrî İhtiyaçları Hakkında Zühd'ün
- İstemeksizin Kendisine Verileni Kabul Etmekte Fakir'in Riayet Edeceği Âdâb
- Muhabbet, Sevk ve Üns
- Mutlak Fakr'ın Fazileti
- Taksime Razı Olan, Rızkına Kanaat Eden ve Doğru Olan Fakirlerin Fazileti
- Zaruret Olmaksızın Dilenmenin Haram Olması ve Dilenmeye Mecbur Olan Fakirin Âdâbı
- Zühd Hakkında Rağbet Edilecek ve Kaçınılacak Hususlar
- Zühd'ün Fazileti
- Zühd'ün Hakîkati