Şartları Bulunduğu Zaman Tevbe'nin Makbul Oluşu

Kabulün mânâsını anladığın zaman, her sahih tevbe'nin makbul olduğunda şüphe etmezsin. Bu bakımdan Kur'an'm nurlarından istimdâd edenler ve basiretlerin nuruyla bakanlar bilirler ki her selîm kalp, Allah katında makbul, âhirette Allah'ın komşuluğuna lâyık ve Allah'ın cemâline bakmaya hazırdır. Bilirler ki kalp, esasında selîm olarak yaratılmıştır. Her doğan çocuk, fıtrat üzerine doğar. Kalbin selâmeti, ancak günahların zulmetinden kalbin yüzüne biriken paslarla ortadan kalkar.

Bilirler ki pişmanlık ateşi, o tozları yakıp kül eder. Hasenenin (sevabın) nuru, kalbin yüzünden o kötü karanlığı siler. Sevapların nuruna karşı günah zulmetinin direnme gücü yoktur. Tıpkı gündüzün nuruyla gece karanlığının yok olduğu, sabunun beyazlat-masıyla kirin yok olduğu ve kirli elbisenin sultanlar tarafından elbise olarak kabul edilmediği gibi... Bu bakımdan Allah Teâlâ karanlık kalbi komşuluğuna kabul etmez. Nasıl ki elbiseyi kötü yerlerde kullanmak kirletirse ve ancak sabunla temizlenirse, tıpkı onun gibi kalbi şehvetlerde kullanmak da kalbi kirletir! O kiri, göz yaşlarının suyu ile ve pişmanlığın yakıcılığıyla yıkamak tertemiz yapar. Her temiz elbise makbul olduğu gibi, her temiz kalp de makbuldür. Senin vazifen ancak tezkiye ve temizlemedir. Kabul etmek ise, önünde hiçbir engel olmayan ezelî kazâ ve kader ile sebkat eden bir vergidir. Buna şu ayette 'felâh' ismi verilmiştir:

Muhakkak nefsini tezkiye eden (veya nefsi Allah tarafından tezkiye edilen) felaha kavuşmuştur.(Şems/9)

Kim tahkik yolunda göz ile yapılan müşahededen daha açık ve daka kuvvetli bir mârifet]o kalbin günahlarla ve ibadetlerle zıt tesirlerin etkisinde kaldığını bilmezse, bunlardan birine 'zulmet' lâfzının cehalet için mecaz yoluyla kullanıldığı gibi kullanıldığını, diğerine ilim için kullanıldığı gibi 'nur lâfzının kullanıldığını bilmezse ve yine 'nur' ile 'zulmet'in arasında zarurî ve kaçınılmaz bir zıddiyetin olduğunu ve ikisinin bir arada bulunmasının tasavvur edilemeyeceğini bilmezse, bu kimse dinin sadece kabuğunu tanımış ve sanki dinin sadece isimleri bu kimseye yapışmış demektir.

Öyle ki kalbi dinin hakikatinden kaim bir perde ile perdelenmiştir. Hatta nefsinin hakikatlerinden, sıfatlarından da kalbi perdelenmiştir. Kim nefsini bilmezse, başkasını bilmek hususunda daha cahildir. Başkasından gayem, kalbidir; zira insan ancak kalbiyle kalbinin haricindeki şeyleri bilir. Bu bakımdan kalbini bilmeyen, başkasını nasıl bilecektir?

Tevbe'nin sıhhatli olup kabul edilmeyeceğini düşünen bir kimse, tıpkı güneşin doğup karanlığın zâil olmayacağını, elbisenin sabunla yıkanıp buna rağmen temizlenmeyeceğini düşünen bir kimse gibidir. Ancak kir uzun zaman birikip yerleştiğinden dolayı elbisenin dikişleri arasına ve içerisine nüfuz etmişse, bu takdirde sabun o kiri gidermeye güç yetiremez.

Bunun misali, günahlar kişide tabiat hâline gelinceye ve kalbinin üzerine pas oluncaya kadar birikip yerleşmeleridir. Böyle bir kalp, artık dönüp tevbe etmez. Evet, bazen dil ile 'Tevbe ettim' der. Bu, çamaşırcının diliyle 'Ben elbiseyi yıkadım' demesi gibidir. Oysa onun yıkadım demesi asla elbiseyi temizlemez. Bu durum elbisenin sıfatı, elbisede yerleşen sıfatın zıddıyla ve kullanılması mümkün olan bir şeyi kullanmak suretiyle değiştirmedikçe devam eder. İşte tevbe'nin aslının men olunmasının durumu budur. Bu uzak bir durum değildir.

Hatta dünyaya yönelen, Allah'tan tamamen yüz çeviren halkın çoğunun durumu budur.
Bu beyan, tevbe'nin kabulü hususunda basiret erbabı için kâfidir. Fakat biz bunu, ayet, hadîs ve eserlerle takviye edelim. Çünkü Kitab ve Sünnet 'in doğrulamadığı hiçbir görüşe itimad yoktur.

Ayetler
O'dur ki kullarından tevbeyi kabul eder, kötülüklerden geçer ve bütün yaptıklarınızı bilir.(Şûrâ/25)

Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı şiddetli olan ihsan sahibi (Allah'tandır).(Mü'min/3)

Bunlardan başka daha nice ayetler vardır.

Hadîsler
Herhangi birinizin tevbesiyle Allah, yitirdiği devesini bulan kimseden daha fazla sevinir.,.Sevinmek, kabulden sonra gelir. O kabulün delili bir nimettir.

Elbette Allah Teâlâ tevbe ile kudret elini, gece günah işleyen için gündüze kadar, gündüz günah işleyen için de geceye kadar yayar (açar). Bu durum, güneşin batıdan doğuşuna kadar (kıyamet kopuncaya kadar) devam eder.10

'Kudret elini açması tevbeyi talep etmekten kinayedir; yani Allah kullarının tevbe etmesini ister, İsteyen kabul edenin ötesindedir; yani kabul edeceği için ister. Zira çok kabul eden vardır ki istemez. Hiçbir isteyici yoktur ki kabul edici olmasın!

Göklere yetişinceye kadar hatalar işlemiş olduktan sonra pişman olsanız bile, muhakkak Allah tevbenizi kabul eder.11

İnsan (bazen) günah işler ve o günahtan ötürü cennete girer!
Denildi ki: 'Ey Allah'ın Rasulü! Bu nasıl olur?' Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

O günah daima gözünün Önünde olur. Ondan tevbe eder, ondan kaçar ve sonunda cennete girer.12
Günahın keffareti pişmanlıktır.13

Günahtan tevbe eden bir kimse günahı olmayan kimse gibidir.

Rivayet ediliyor ki Habeşistanlı biri şöyle sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Ben fahiş işler yapıyordum. Acaba tevbe
edebilir miyim?
-Evet!
- Ey Allah'ın Rasûlü! Ben o fahiş hareketlerde bulunurken
Allah beni görüyor muydu?

Hz. Peygamber 'Evet deyince Habeşliden bir feryâd ve figanla beraber ruhu çıktı.14

Rivayet ediliyor ki Allah Teâlâ, İblis'e lânet okuduğu zaman, İblis, kendisine mühlet vermesini Allah'tan talep etti. Allah da ona kıyamet'e kadar mühlet verdi. İblis dedi ki: 'Senin izzetine yemin ederim! Ademoğlunun ruhu oldukça onun kalbinden çıkmayacağım'.

Bunun üzerine Allah Teâlâ da şöyle dedi: 'İzzet ve celâlime yemin ederim, onda ruh oldukça onun tevbesini kabul edeceğim'.

Muhakkak sevablar, suyun kiri götürdüğü gibi günahları silip götürür.15
Bu husustaki hadîsler sayılmayacak kadar çoktur.

10) Müslim, (Ebû Musa'dan)
11) İbn Mâce, (Ebû Hüreyre'den)
12) İbn Mübarek, Zühd
13) İmam Ahmed, Taberânî
14) Irâkî aslına rastlamadığını söylemiştir»
15) Tirmizî