15.Ünsiyet'in Galebe Çalmasının Sonucu Olan İdlâl ve İnbisat'ın Mânâsı
Ünsiyet, devam edip galebe çalar yerleşirse ve aynı zaman da şevk'in ızdırabı bu şahsı sarmazsa, perdelenme ve bozulma korkusu onu bulandırmazsa, muhakkak ki o, sözlerde, fiillerde ve Allah ile olan münacâtta bir nevi inbisat (yayılma ve alabildiğine konuşma)yı meyve olarak verir. Bazen de bu inbisat, içindeki cüret ve az heybetten dolayı çirkin suretli olur. Fakat ünsiyet ma-kamında ikamet eden bir kimseye tahammül edilir. O makamdan olmayıp, kendisini fiilde ve sözde o makamda olanlara benzeten bir kimse ise bu tür konuşma ile helâk olmuş ve küfre düşmeye yaklaşmıştır.48
İnbisatın misali, siyah köle Berhî'nin münacâtıdır. O Berhî ki Allah Teâlâ, kulu ve Kelîm'i Musa'ya (a.s) Berhî'den yedi seneden beri kıtlık çeken İsrailoğulları için yağmur duasında bulunmasını istemesini emretti, Musa (a.s) yetmişbin kişi ile yağmur duasına çıktı. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona şöyle vahiy gönderdi: 'Ben onların duasını nasıl kabul ederim? Oysa günahları onların kalplerini kötü bir şekilde karartmıştır. Beni yakîn olmaksızın çağırırlar. Azabımdan emin olurlar. Benim kullarımdan Berhî denilen biri vardır. Ona git ve dua etmesini iste, ben de duasını kabul edeyim!' Bunun üzerine Musa (a.s) tanımadığı için Berhî'nin kim olduğunu sordu. Musa (a.s) bir gün yolda giderken siyah bir köle karşısına çıktı. Kölenin alnında secde eseri olarak toprak bulunuyordu. Sırtında boynuna dolanmış bir aba vardı. Bunun üzerine Musa (a.s) onu Allah'ın nûruyla tanıdı. Selâm verip ismini sordu. O da 'İsmim Berhî'dir' diye cevap verince, Musa (a.s) 'Sen, uzun zamandan beri aradığımız kimsesin. Çık da bize yağmur talep et!' dedi. Bunun üzerine, Berhî çıkıp şöyle dua etti: 'Bu senin fiilinden değildir ve bu senin hilminden değildir. Nedir sana görünen? Pınarların mı eksildi veya rüzgârlar mı senin itaatinden çıktı veya hazinende bulunanlar mı bitti veya günahkârlar üzerindeki gazabın mı şiddete geldi? Sen Gaffâr değil misin? Hata edenlerin yaratılışından önce rahmeti yaratmadın mı? Şefkati emretmedin mi veya bize mümteni olduğunu mu gösteriyorsun veya yok olmaktan korkup da acelece azap mı veriyorsun? (Oysa bütün bunlardan münezzehsin)'.
Râvî der ki: Berhî, İsrailoğulları yağmura kavuşmadıkça duasını kesmedi! Allah Teâlâ yarım günde bitkileri dize yetişecek derecede bitirmedikçe Berhî yerinden kıpırdamadı. Sonra Berhî geri döndü. Musa (a.s) kendisini karşılayınca Musa'ya şöyle dedi: 'Rabbimle cedelleşmemi nasıl gördün? Bana nasıl hak verdiğini gördün?' Bu sözü üzerine, Musa (a.s) onu edeplendirmek istedi. Allah Teâlâ Musa'ya şöyle vahyetti: Berhî beni hergün üç defa (şanıma yakışır bir şekilde) güldürür!'
Hasan Basrî'den şöyle rivayet ediliyor: Basra şehrinde kamıştan yapılmış birkaç ev yandı. Aralarından bir tanesi yan-madı. O zaman Basra'nın valisi Ebu Musa el-Eş'arî idi. Valiye bu haber verildi. Bunun üzerine vali, o evin sahibini çağırdı. İhtiyar bir kimse huzura getirildi. Ebu Musa: 'Ey ihtiyar! Senin evin neden yanmadı?' dedi. İhtiyar 'Ben evimi yakmayacağına dair Allah'a yemin teklif ettim!' Bunun üzerine Ebu Musa (r.a) Hz. Peygamber'den şu hadîsi nakletti:
Benim ümmetimde başları tozlu topraklı, elbiseleri kirli bir grup olacaktır. Eğer onlar Allah'a herhangi bir hususta yemin teklif ederlerse muhakkak Allah onların yemininin gereğini yapar.49
Basra'da bir yangın oldu. Ebu Ubeyde (Ubbad b. Ubbad) el-Hevvas kamıştan yapılmış evlere geldi. Ateşin üzerine basa basa yürüdü. Basra valisi ona 'Dikkat et! Yanmayasın!' deyince, 'Rabbimin üzerine beni ateşte yakmaması için, yemin etmiştim' dedi. Vali 'O halde ateşi yemine verdir ki sönsün!' dedi.
Bunun üzerine Ebu Ubeyde el-Hevvas ateşin üzerine yürüdü ve ateş derhal söndü!
Ebu Hafs50 birgün yürüyordu. Sersemleşmiş bir köylü onun karşısına çıktı. Ebu Hafs köylüye dedi ki: 'Sana ne oldu?' Köylü 'Merkebim kayboldu. Ondan başka da bir şeyim yoktur. Ondan böyle sersemleştim' dedi. Ebu Hafs durup şöyle dedi: 'Senin izzetine yemin ederim, şu şahsın merkebini geri getirmedikçe bir adım atmayacağım!'Kişinin merkebi derhal ortaya çıktı. Ebu Hafs da yürüyüp gitti!
İşte bu ve bunun benzeri olaylar, ünsiyet sahipleri için cereyan eder. Başkası kendisini onlara benzetemez.
Cüneyd (r.a) şöyle demiştir: 'Ünsiyet ehli konuşmalarında, halvetlerindeki münacâtlarında birtakım şeyler söylerler ki onlar avam-ı nâs nezdinde küfürdür!'
Başka bir defasında 'Eğer avâm-ı nas, o şeyleri dinleseydıler muhakkak kâfir olurlardı! Oysa ünsiyet ehli hallerinde, bundan dolayı artış olduğunu görürler. Bu durum ünsiyet ehlinden tahammül edilir ve onlara uygun düşer' demiştir.
Şair buna şöyle işaret etmiştir: Bir kavim ki efendileriyle böbürlenmek onlara yakışır. Zaten kul, efendisinin derecesi nisbetinde böbürlenir. O'nu görmekle masivasından O'nun için şaşkına döndüler. Hayrete düştüklerinin izzeti içinde onların görünüşlerinin güzelliği (hazır ol) seni çağırıyorum! (Ey kavim! Hayrete düştüklerinin izzeti için görüşlerinin güzelliğini bir görseydiniz).
Allah'ın başkasına öfkelenmesine vesile olan bir hareket ile diğer bir kulundan razı olmasını sakın uzak sayma. Bu, iki insanın makamları ayrı olduğundandır. Bu bakımdan Kur'an'da, eğer anlarsan bu mânâlara çok kere dikkat çekildiğini görürsün. Öyleyse Kur'an'ın bütün kıssaları basiret sahipleri için onlar ibret gözüyle baksınlar diye uyarmalardır; zira bu kıssalar ancak mağrur kimselerin katında hikâyelerden sayılır. Kıssaların ilki Âdem (a.s) ile İblis'in kıssasıdır. Âdem ile İblis'i görmez misin? İkisi de isyan ve muhalefet bakımından nasıl ortak olmuşlardır? Sonra Allah tarafından seçilmek ve korunmak hususunda nasıl ayrılmışlardır? İblis'e gelince, onu rahmetinden uzaklaştırdı ve 'O, uzaklaştırılmışlardandır' denildi. Âdem'e (a.s) gelince, onun hakkında da şöyle denildi:
Âdem rabbına âsi oldu da şaşırdı. Sonra rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yola iletti.(Tâhâ/121-122)
Allah Teâlâ (c.c) bir kuldan yüz çevirdiğinden bir kula da yöneldiğinden dolayı Hz. Peygamber'i kınadı. Oysa onların ikisi de kullukta eşit idiler. Fakat halde değişik durumdaydılar.
Fakat koşarak sana gelen, (Allah'tan) korkarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun.(Abese/8-10)
Kendisini zengin görüp tenezzül etmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun.(Abese/5-6)
Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman 'Size selâm olsun!' de!(En'âm/54)
Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir!(En'âm/68)
Hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zâlimler topluluğu ile beraber oturma!(En'âm/68)
Nefsini, sabah akşam rızasını dileyerek rablerine dua eden kimselerle beraber tut!(Keh/28)
İşte inbisat ve idlâl böylece bazı kullardan tahammül edilir, bazılarından edilmez. Ünsiyetin inbisatına örnek Musa'nın sözüdür:
Bu (iş), senin imtihanından başka birşey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim velimizsin, bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bağışlayanların en hayırlısısın.(Araf/155)
Hz. Musa'ya (a.s) 'Firavun'a git!' denildiği zaman özür beyan etmekteki sözüdür.
Hem benim üzerimde onlara karşı işlediğim bir günah da var.(Şuarâ/14)
Rabbim! Doğrusu onların beni tekzib etmelerinden korkuyorum. Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor.(Şuarâ/12-13)
Rabbimiz! Firavun'un bize taşkınlık etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz.(Tâhâ/45)
Bu konuşma Musa'dan başkasından olsaydı edepsizlik olurdu; zira ünsiyet makamında durdurulan bir kimse nazlanır ve nazına tahammül edilir. Fakat Hz. Yunus'a (a.s) bu sözlerden daha hafifi için bile tahammül edilmedi. Çünkü o kabz ve heybet makamında durdurulmuştu. O üç karanlık içinde balığın karnında hapsedilmekle cezalandırıldı ve ona şöyle söylendi:
Eğer rabbinden ona bir nimet yetişmiş olmasaydı yerilerek çıplak bir yere atılırdı.(Kalem/49)
Hasan Basrî dedi ki: Ayette geçen Ara kelimesi kıyamet demektir. Aynı zamanda peygamberimiz (s.a), Yunus'a (a.s) uymaktan nehyedilerek kendisine şöyle denildi:
Sen rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus) gibi olma! Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti.(Kalem/48)
Bu değişikliklerin bazısı, hâl ve makamların değişikliklerinden ileri gelir. Bazıları da ezelî kaderde sebkat eden üstünlük ve kullar arasındaki taksimdeki farklılıktan ileri gelir.
Andolsun kî biz peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık! (İsrâ/55)
İşte biz, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık. Allah onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti.(Bakara/253)
İsa (a.s) üstün derecelere mazhar olanlardandı. Nazı geçtiği için kendi nefsine selâm vererek şöyle demiştir:
Doğduğum gün de öleceğim gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün de bana esenlik verilmiştir.(Meryem/33)
Hz. İsa'nın bu sözü, ünsiyet makamında müşahede ettiği lütûftan dolayı bir nazlanmadır. Yahya b. Zekeriyya (a.s) ise, heybet ve haya makamında durduruldu. Onu yaratan onu övüp de 'Ona selâm olsun!' (Meryem/15) demedikçe konuşmadı.
Dikkat et ki Allah Teâlâ, Yusufun kardeşleri hakkında, Yusuf un başına getirdikleriniYusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir' (Yusuf/8) ayetinin başından yirminci ayetin başına kadar ki bu ayetlerde Allah Teâlâ onların Yusuf (a.s) hakkındaki istememezliklerinden haber veriyor kırk küsur hata tesbit ettim. Bu hataların bazısı bazısından daha büyüktür. Bazen bir cümlede üç dört hata bir araya gelir. Buna rağmen Allah Teâlâ onları affedip günahlarını bağışladı.
Fakat Üzeyr'in51 kader hususunda sormuş olduğu bir meseleye bile tahammül etmedi. Hatta Üzeyir'in peygamberlik defterinden silindiği bile söylenmiştir.
Bel'am b. Baura da büyük âlimlerdendi. Diniyle, dünyayı yedi ve bu hareketi affedilmedi. Asaf (Hz. Süleyman'ın teyzezadesi ve veziridir) israf edenlerdendi. Onun günahı azalarıyla idi. Bunun için Allah onu affetti.
Rivayet ediliyor ki Allah Teâlâ, Süleyman'a (a.s) vahiy gönde-rerek şöyle buyurmuştur: 'Ey âbidlerin başı! Ey zâhidler delilinin oğlu! Ne zamana kadar teyzezaden Asaf bana isyan edecektir ve ben de onu affedeceğim? İzzet ve celâlime yemin ederim, eğer onun gırtlağına, ona yönelen sıkışmalardan biri yapışırsa, onu berabe-rindekilere ve kendisinden sonra gelenlere ibret olacak şekilde bırakacaktır!'
Bunun üzerine Asaf, Hz. Süleyman'ın huzuruna geldiğinde, Süleyman (a.s) Allah'ın vahyini ona söyledi. Asaf çıkıp kumdan bir tepeceğin üzerine vardı. Sonra başını kaldırıp ellerini göklere kaldırdı şöyle dedi: 'İlâhî (Ey mâbudî), ey seyyidî (ey efendim) sen sensin. Ben de benim. Eğer sen nasip etmezsen sana nasıl tevbe edebilirim? Eğer beni korumazsan muhakkak döneceğim. O halde ben nasıl korunayım?'
Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisine (Süleyman (a.s) vasıtasıyla) vahiy göndererek şöyle buyurmuştur: 'Asaf kulum! Doğru söyledin. Sen sensin ben de benim. Tevbeyi kabul ederim. Sana tevbeyi nasip ettim. Çokça tevbeyi nasip ve rahmet eden benim!'
Asaf'ın bu konuşması, Allah ile Allah'a naz eden, Allah'tan kaçıp Allah'a sığınan, Allah ile Allah'la cedelleşen bir kimsenin konuşmasıdır.
Haberde vârid olmuştur ki Allah Teâlâ, helâk olmaya yaklaştıktan sonra kurtarmış olduğu bir kuluna şöyle vahyetti: 'Nice günahlarla bana karşı çıktın da seni affettim. Oysa o günah-ların daha küçüğü ile ümmetlerden birini helâk ettim'. İşte bu, Allah'ın kulları hakkında üstün kılma, ileriye alma, geriye bırakma sünnetidir. Bu da ezelî meşiyyetin sebkat ettiği düzene göre tanzim olunmuştur.
Bu kıssalar Kur'an'da vârid olmuştur ki onlarla Allah'ın daha önce geçmiş kulları hakkındaki sünnet ve âdeti bilinsin! Öyleyse Kur'an'da hidayet ve nûr olmayan hiçbir şey yoktur. Bu kıssalarla Allah kendisini kullarına tanıtmıştır. Bazen takdis ile onlara kendisini şöyle tanıtır:
De ki: O Allah tek'tir. Allah Samed'dir, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey de O'na denk olmamıştır'.
(İhlâs suresi) Bazen de onlara kendisini celâl sıfatıyla tanıtır:
Melik'tir, Kuddûs'tür, Selâm'dır, Mü'min'dir (emniyet verendir), Müheymin'dir, Azîz'dir, Cebbâr'dır, Mütekebbir'dir!(Haşr/23)
Bazen de onlara korkutucu ve ümit verici fiilleriyle kendisini tanıtır. Onların üzerine düşmanları ve peygamberleri hakkındaki sünnetini okuyarak şöyle buyurur:
Görmedin mi rabbin ne yaptı Âd (kavmin)e? Yüksek sütünlu İrem'e?!(Fecr/6-7)
Görmedin mi rabbin fil sahiplerine ne yaptı?!(Fil/l)
Kur'an şu üç konunun dışına çıkmaz: Allah'ın zatının marifetine ve takdisine veya sıfat ve isimlerinin marifetine veya kullarına karşı tatbik ettiği sünnetinin marifetine irşâd! İhlâs suresi bu üç konudan biri olan takdisi kapsadığından Hz. Peygamber bu
mübârek sureyi Kur'an'ın üçte birine muadil sayarak şöyle buyurmuştur:
Kim İhlâs suresini okumuşsa, muhakkak o Kur'an'ın üçte birini okumuştur.52
Çünkü takdisin son noktası, takdis edilen zatın bu üç şeyden biri olmasıdır:
1. O'nun benzeri O'ndan hâsıl olmamıştır. Buna doğurmadısözü delâlet etti.
2. Benzerinin olmamasıdır. Buna da doğurulmadı sözü delâlet eder.
3. Aslı ve kısımları olmasa bile benzeri olan bir kimsenin derecesinde olmamasıdır. Buna da 'Hiçbir şey de O'na denk olmamıştır' cümlesi delâlet eder. Bütün bunları Allah Teâlâ'nın şu sözü bir araya getirir: 'De ki: O Allah'tır. Tektir! (İhlâs suresi) Bunun tümü Lâ ilâhe illâllah cümlesinin tafsilatıdır.
İşte bunlar Kur'an'ın sırlarıdır. Bu sırların benzerleri Kur'an'da sayılamayacak kadar çoktur. Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık hu kitapta bulunmasın!
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Kur'an'ı deşiniz! Onun gariplerini arayınız. Muhakkak onda geçmişin ve geleceğin ilmi vardır'. Hakîkat İbn Mes'ud'un dediği gibidir. Onu ancak Kur'an'ın kelimelerini uzun uzun düşünen, Kur'an'ın mânâları kendisi için berraklaşan bir kimse bilir. Kur'an, anlayışı böyle olan bir kimse için öyle bir şekilde berraklaşır ki onun için Kur'an'ın her keli-mesi Kur'an'ın Cebbâr, Kâhir, Melik ve Kâdir olan Allah'ın kelâmı olduğuna şahidlik eder. Beşer kuvvetinin haricinde bulunduğuna şahidlik yapar. Kur'an'ın esrarının çoğu Kur'an'daki kıssa ve haberlerin kıvrımlarında gizlenmiştir. Bu bakımdan o sırları çıkarmaya var kuvvetinle çalış ki Kur'an'ın acaiplikleri senin için keşfolunsun ve Kur'an'ın haricinde bulunan ilimlerin bir hiç olduğu anlaşılsın. İşte buraya kadar söylediklerimiz ünsiyet ve ünsiyetin meyvesi olan inbisat (nazlanma)nın mânâsından ve bu makamdaki kulların değişikliklerinden beyan etmek istediğimizdir.
Her türlü şerikten münezzeh ve yüce olan Allah, en doğrusunu bilir.
48) Zamanımızda etraf toplamak, şöhret bulmak ve mertebelere konmak için Hallac-ı Mansur'u, Beyâzıd-ı Bistamî'yi ve Muhyiddin-i Arabi'yi taklid eden birtakım zavallıların kulakları çınlasın! İrşad vardır, fakat sünnet çerçevesinde olması şarttır. İddiacılardan ise kaçınmak farzdır.
49) İbn Ebî Dünya, Kitab'ul-Evliya, (hadîs munkatı'dır)
50) Adı Ömer b. Şulem el-Heddad'dır. Nişaburludur. Cüneyd-i Bağdâdî'ninşeyhidir.
51 ) Adı Üzeyr b. Şarûh'dur. Tevrat'ı yeniden tedvîn eden zattır. Bu nedenle yahudiler onun için 'Üzeyr Allah'ın oğludur!' demişlerdir.
52) İmam Ahmed, (Ubey b. Ka'b'dan)
İnbisatın misali, siyah köle Berhî'nin münacâtıdır. O Berhî ki Allah Teâlâ, kulu ve Kelîm'i Musa'ya (a.s) Berhî'den yedi seneden beri kıtlık çeken İsrailoğulları için yağmur duasında bulunmasını istemesini emretti, Musa (a.s) yetmişbin kişi ile yağmur duasına çıktı. Bunun üzerine Allah Teâlâ ona şöyle vahiy gönderdi: 'Ben onların duasını nasıl kabul ederim? Oysa günahları onların kalplerini kötü bir şekilde karartmıştır. Beni yakîn olmaksızın çağırırlar. Azabımdan emin olurlar. Benim kullarımdan Berhî denilen biri vardır. Ona git ve dua etmesini iste, ben de duasını kabul edeyim!' Bunun üzerine Musa (a.s) tanımadığı için Berhî'nin kim olduğunu sordu. Musa (a.s) bir gün yolda giderken siyah bir köle karşısına çıktı. Kölenin alnında secde eseri olarak toprak bulunuyordu. Sırtında boynuna dolanmış bir aba vardı. Bunun üzerine Musa (a.s) onu Allah'ın nûruyla tanıdı. Selâm verip ismini sordu. O da 'İsmim Berhî'dir' diye cevap verince, Musa (a.s) 'Sen, uzun zamandan beri aradığımız kimsesin. Çık da bize yağmur talep et!' dedi. Bunun üzerine, Berhî çıkıp şöyle dua etti: 'Bu senin fiilinden değildir ve bu senin hilminden değildir. Nedir sana görünen? Pınarların mı eksildi veya rüzgârlar mı senin itaatinden çıktı veya hazinende bulunanlar mı bitti veya günahkârlar üzerindeki gazabın mı şiddete geldi? Sen Gaffâr değil misin? Hata edenlerin yaratılışından önce rahmeti yaratmadın mı? Şefkati emretmedin mi veya bize mümteni olduğunu mu gösteriyorsun veya yok olmaktan korkup da acelece azap mı veriyorsun? (Oysa bütün bunlardan münezzehsin)'.
Râvî der ki: Berhî, İsrailoğulları yağmura kavuşmadıkça duasını kesmedi! Allah Teâlâ yarım günde bitkileri dize yetişecek derecede bitirmedikçe Berhî yerinden kıpırdamadı. Sonra Berhî geri döndü. Musa (a.s) kendisini karşılayınca Musa'ya şöyle dedi: 'Rabbimle cedelleşmemi nasıl gördün? Bana nasıl hak verdiğini gördün?' Bu sözü üzerine, Musa (a.s) onu edeplendirmek istedi. Allah Teâlâ Musa'ya şöyle vahyetti: Berhî beni hergün üç defa (şanıma yakışır bir şekilde) güldürür!'
Hasan Basrî'den şöyle rivayet ediliyor: Basra şehrinde kamıştan yapılmış birkaç ev yandı. Aralarından bir tanesi yan-madı. O zaman Basra'nın valisi Ebu Musa el-Eş'arî idi. Valiye bu haber verildi. Bunun üzerine vali, o evin sahibini çağırdı. İhtiyar bir kimse huzura getirildi. Ebu Musa: 'Ey ihtiyar! Senin evin neden yanmadı?' dedi. İhtiyar 'Ben evimi yakmayacağına dair Allah'a yemin teklif ettim!' Bunun üzerine Ebu Musa (r.a) Hz. Peygamber'den şu hadîsi nakletti:
Benim ümmetimde başları tozlu topraklı, elbiseleri kirli bir grup olacaktır. Eğer onlar Allah'a herhangi bir hususta yemin teklif ederlerse muhakkak Allah onların yemininin gereğini yapar.49
Basra'da bir yangın oldu. Ebu Ubeyde (Ubbad b. Ubbad) el-Hevvas kamıştan yapılmış evlere geldi. Ateşin üzerine basa basa yürüdü. Basra valisi ona 'Dikkat et! Yanmayasın!' deyince, 'Rabbimin üzerine beni ateşte yakmaması için, yemin etmiştim' dedi. Vali 'O halde ateşi yemine verdir ki sönsün!' dedi.
Bunun üzerine Ebu Ubeyde el-Hevvas ateşin üzerine yürüdü ve ateş derhal söndü!
Ebu Hafs50 birgün yürüyordu. Sersemleşmiş bir köylü onun karşısına çıktı. Ebu Hafs köylüye dedi ki: 'Sana ne oldu?' Köylü 'Merkebim kayboldu. Ondan başka da bir şeyim yoktur. Ondan böyle sersemleştim' dedi. Ebu Hafs durup şöyle dedi: 'Senin izzetine yemin ederim, şu şahsın merkebini geri getirmedikçe bir adım atmayacağım!'Kişinin merkebi derhal ortaya çıktı. Ebu Hafs da yürüyüp gitti!
İşte bu ve bunun benzeri olaylar, ünsiyet sahipleri için cereyan eder. Başkası kendisini onlara benzetemez.
Cüneyd (r.a) şöyle demiştir: 'Ünsiyet ehli konuşmalarında, halvetlerindeki münacâtlarında birtakım şeyler söylerler ki onlar avam-ı nâs nezdinde küfürdür!'
Başka bir defasında 'Eğer avâm-ı nas, o şeyleri dinleseydıler muhakkak kâfir olurlardı! Oysa ünsiyet ehli hallerinde, bundan dolayı artış olduğunu görürler. Bu durum ünsiyet ehlinden tahammül edilir ve onlara uygun düşer' demiştir.
Şair buna şöyle işaret etmiştir: Bir kavim ki efendileriyle böbürlenmek onlara yakışır. Zaten kul, efendisinin derecesi nisbetinde böbürlenir. O'nu görmekle masivasından O'nun için şaşkına döndüler. Hayrete düştüklerinin izzeti içinde onların görünüşlerinin güzelliği (hazır ol) seni çağırıyorum! (Ey kavim! Hayrete düştüklerinin izzeti için görüşlerinin güzelliğini bir görseydiniz).
Allah'ın başkasına öfkelenmesine vesile olan bir hareket ile diğer bir kulundan razı olmasını sakın uzak sayma. Bu, iki insanın makamları ayrı olduğundandır. Bu bakımdan Kur'an'da, eğer anlarsan bu mânâlara çok kere dikkat çekildiğini görürsün. Öyleyse Kur'an'ın bütün kıssaları basiret sahipleri için onlar ibret gözüyle baksınlar diye uyarmalardır; zira bu kıssalar ancak mağrur kimselerin katında hikâyelerden sayılır. Kıssaların ilki Âdem (a.s) ile İblis'in kıssasıdır. Âdem ile İblis'i görmez misin? İkisi de isyan ve muhalefet bakımından nasıl ortak olmuşlardır? Sonra Allah tarafından seçilmek ve korunmak hususunda nasıl ayrılmışlardır? İblis'e gelince, onu rahmetinden uzaklaştırdı ve 'O, uzaklaştırılmışlardandır' denildi. Âdem'e (a.s) gelince, onun hakkında da şöyle denildi:
Âdem rabbına âsi oldu da şaşırdı. Sonra rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yola iletti.(Tâhâ/121-122)
Allah Teâlâ (c.c) bir kuldan yüz çevirdiğinden bir kula da yöneldiğinden dolayı Hz. Peygamber'i kınadı. Oysa onların ikisi de kullukta eşit idiler. Fakat halde değişik durumdaydılar.
Fakat koşarak sana gelen, (Allah'tan) korkarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun.(Abese/8-10)
Kendisini zengin görüp tenezzül etmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun.(Abese/5-6)
Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman 'Size selâm olsun!' de!(En'âm/54)
Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir!(En'âm/68)
Hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zâlimler topluluğu ile beraber oturma!(En'âm/68)
Nefsini, sabah akşam rızasını dileyerek rablerine dua eden kimselerle beraber tut!(Keh/28)
İşte inbisat ve idlâl böylece bazı kullardan tahammül edilir, bazılarından edilmez. Ünsiyetin inbisatına örnek Musa'nın sözüdür:
Bu (iş), senin imtihanından başka birşey değildir. Onunla dilediğini saptırırsın, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim velimizsin, bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bağışlayanların en hayırlısısın.(Araf/155)
Hz. Musa'ya (a.s) 'Firavun'a git!' denildiği zaman özür beyan etmekteki sözüdür.
Hem benim üzerimde onlara karşı işlediğim bir günah da var.(Şuarâ/14)
Rabbim! Doğrusu onların beni tekzib etmelerinden korkuyorum. Göğsüm daralıyor, dilim açılmıyor.(Şuarâ/12-13)
Rabbimiz! Firavun'un bize taşkınlık etmesinden yahut iyice azmasından korkuyoruz.(Tâhâ/45)
Bu konuşma Musa'dan başkasından olsaydı edepsizlik olurdu; zira ünsiyet makamında durdurulan bir kimse nazlanır ve nazına tahammül edilir. Fakat Hz. Yunus'a (a.s) bu sözlerden daha hafifi için bile tahammül edilmedi. Çünkü o kabz ve heybet makamında durdurulmuştu. O üç karanlık içinde balığın karnında hapsedilmekle cezalandırıldı ve ona şöyle söylendi:
Eğer rabbinden ona bir nimet yetişmiş olmasaydı yerilerek çıplak bir yere atılırdı.(Kalem/49)
Hasan Basrî dedi ki: Ayette geçen Ara kelimesi kıyamet demektir. Aynı zamanda peygamberimiz (s.a), Yunus'a (a.s) uymaktan nehyedilerek kendisine şöyle denildi:
Sen rabbinin hükmüne sabret, balık sahibi (Yunus) gibi olma! Hani o, sıkıntıdan yutkunarak (Allah'a) seslenmişti.(Kalem/48)
Bu değişikliklerin bazısı, hâl ve makamların değişikliklerinden ileri gelir. Bazıları da ezelî kaderde sebkat eden üstünlük ve kullar arasındaki taksimdeki farklılıktan ileri gelir.
Andolsun kî biz peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık! (İsrâ/55)
İşte biz, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık. Allah onlardan kimiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti.(Bakara/253)
İsa (a.s) üstün derecelere mazhar olanlardandı. Nazı geçtiği için kendi nefsine selâm vererek şöyle demiştir:
Doğduğum gün de öleceğim gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün de bana esenlik verilmiştir.(Meryem/33)
Hz. İsa'nın bu sözü, ünsiyet makamında müşahede ettiği lütûftan dolayı bir nazlanmadır. Yahya b. Zekeriyya (a.s) ise, heybet ve haya makamında durduruldu. Onu yaratan onu övüp de 'Ona selâm olsun!' (Meryem/15) demedikçe konuşmadı.
Dikkat et ki Allah Teâlâ, Yusufun kardeşleri hakkında, Yusuf un başına getirdikleriniYusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir' (Yusuf/8) ayetinin başından yirminci ayetin başına kadar ki bu ayetlerde Allah Teâlâ onların Yusuf (a.s) hakkındaki istememezliklerinden haber veriyor kırk küsur hata tesbit ettim. Bu hataların bazısı bazısından daha büyüktür. Bazen bir cümlede üç dört hata bir araya gelir. Buna rağmen Allah Teâlâ onları affedip günahlarını bağışladı.
Fakat Üzeyr'in51 kader hususunda sormuş olduğu bir meseleye bile tahammül etmedi. Hatta Üzeyir'in peygamberlik defterinden silindiği bile söylenmiştir.
Bel'am b. Baura da büyük âlimlerdendi. Diniyle, dünyayı yedi ve bu hareketi affedilmedi. Asaf (Hz. Süleyman'ın teyzezadesi ve veziridir) israf edenlerdendi. Onun günahı azalarıyla idi. Bunun için Allah onu affetti.
Rivayet ediliyor ki Allah Teâlâ, Süleyman'a (a.s) vahiy gönde-rerek şöyle buyurmuştur: 'Ey âbidlerin başı! Ey zâhidler delilinin oğlu! Ne zamana kadar teyzezaden Asaf bana isyan edecektir ve ben de onu affedeceğim? İzzet ve celâlime yemin ederim, eğer onun gırtlağına, ona yönelen sıkışmalardan biri yapışırsa, onu berabe-rindekilere ve kendisinden sonra gelenlere ibret olacak şekilde bırakacaktır!'
Bunun üzerine Asaf, Hz. Süleyman'ın huzuruna geldiğinde, Süleyman (a.s) Allah'ın vahyini ona söyledi. Asaf çıkıp kumdan bir tepeceğin üzerine vardı. Sonra başını kaldırıp ellerini göklere kaldırdı şöyle dedi: 'İlâhî (Ey mâbudî), ey seyyidî (ey efendim) sen sensin. Ben de benim. Eğer sen nasip etmezsen sana nasıl tevbe edebilirim? Eğer beni korumazsan muhakkak döneceğim. O halde ben nasıl korunayım?'
Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisine (Süleyman (a.s) vasıtasıyla) vahiy göndererek şöyle buyurmuştur: 'Asaf kulum! Doğru söyledin. Sen sensin ben de benim. Tevbeyi kabul ederim. Sana tevbeyi nasip ettim. Çokça tevbeyi nasip ve rahmet eden benim!'
Asaf'ın bu konuşması, Allah ile Allah'a naz eden, Allah'tan kaçıp Allah'a sığınan, Allah ile Allah'la cedelleşen bir kimsenin konuşmasıdır.
Haberde vârid olmuştur ki Allah Teâlâ, helâk olmaya yaklaştıktan sonra kurtarmış olduğu bir kuluna şöyle vahyetti: 'Nice günahlarla bana karşı çıktın da seni affettim. Oysa o günah-ların daha küçüğü ile ümmetlerden birini helâk ettim'. İşte bu, Allah'ın kulları hakkında üstün kılma, ileriye alma, geriye bırakma sünnetidir. Bu da ezelî meşiyyetin sebkat ettiği düzene göre tanzim olunmuştur.
Bu kıssalar Kur'an'da vârid olmuştur ki onlarla Allah'ın daha önce geçmiş kulları hakkındaki sünnet ve âdeti bilinsin! Öyleyse Kur'an'da hidayet ve nûr olmayan hiçbir şey yoktur. Bu kıssalarla Allah kendisini kullarına tanıtmıştır. Bazen takdis ile onlara kendisini şöyle tanıtır:
De ki: O Allah tek'tir. Allah Samed'dir, doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey de O'na denk olmamıştır'.
(İhlâs suresi) Bazen de onlara kendisini celâl sıfatıyla tanıtır:
Melik'tir, Kuddûs'tür, Selâm'dır, Mü'min'dir (emniyet verendir), Müheymin'dir, Azîz'dir, Cebbâr'dır, Mütekebbir'dir!(Haşr/23)
Bazen de onlara korkutucu ve ümit verici fiilleriyle kendisini tanıtır. Onların üzerine düşmanları ve peygamberleri hakkındaki sünnetini okuyarak şöyle buyurur:
Görmedin mi rabbin ne yaptı Âd (kavmin)e? Yüksek sütünlu İrem'e?!(Fecr/6-7)
Görmedin mi rabbin fil sahiplerine ne yaptı?!(Fil/l)
Kur'an şu üç konunun dışına çıkmaz: Allah'ın zatının marifetine ve takdisine veya sıfat ve isimlerinin marifetine veya kullarına karşı tatbik ettiği sünnetinin marifetine irşâd! İhlâs suresi bu üç konudan biri olan takdisi kapsadığından Hz. Peygamber bu
mübârek sureyi Kur'an'ın üçte birine muadil sayarak şöyle buyurmuştur:
Kim İhlâs suresini okumuşsa, muhakkak o Kur'an'ın üçte birini okumuştur.52
Çünkü takdisin son noktası, takdis edilen zatın bu üç şeyden biri olmasıdır:
1. O'nun benzeri O'ndan hâsıl olmamıştır. Buna doğurmadısözü delâlet etti.
2. Benzerinin olmamasıdır. Buna da doğurulmadı sözü delâlet eder.
3. Aslı ve kısımları olmasa bile benzeri olan bir kimsenin derecesinde olmamasıdır. Buna da 'Hiçbir şey de O'na denk olmamıştır' cümlesi delâlet eder. Bütün bunları Allah Teâlâ'nın şu sözü bir araya getirir: 'De ki: O Allah'tır. Tektir! (İhlâs suresi) Bunun tümü Lâ ilâhe illâllah cümlesinin tafsilatıdır.
İşte bunlar Kur'an'ın sırlarıdır. Bu sırların benzerleri Kur'an'da sayılamayacak kadar çoktur. Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık hu kitapta bulunmasın!
İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Kur'an'ı deşiniz! Onun gariplerini arayınız. Muhakkak onda geçmişin ve geleceğin ilmi vardır'. Hakîkat İbn Mes'ud'un dediği gibidir. Onu ancak Kur'an'ın kelimelerini uzun uzun düşünen, Kur'an'ın mânâları kendisi için berraklaşan bir kimse bilir. Kur'an, anlayışı böyle olan bir kimse için öyle bir şekilde berraklaşır ki onun için Kur'an'ın her keli-mesi Kur'an'ın Cebbâr, Kâhir, Melik ve Kâdir olan Allah'ın kelâmı olduğuna şahidlik eder. Beşer kuvvetinin haricinde bulunduğuna şahidlik yapar. Kur'an'ın esrarının çoğu Kur'an'daki kıssa ve haberlerin kıvrımlarında gizlenmiştir. Bu bakımdan o sırları çıkarmaya var kuvvetinle çalış ki Kur'an'ın acaiplikleri senin için keşfolunsun ve Kur'an'ın haricinde bulunan ilimlerin bir hiç olduğu anlaşılsın. İşte buraya kadar söylediklerimiz ünsiyet ve ünsiyetin meyvesi olan inbisat (nazlanma)nın mânâsından ve bu makamdaki kulların değişikliklerinden beyan etmek istediğimizdir.
Her türlü şerikten münezzeh ve yüce olan Allah, en doğrusunu bilir.
48) Zamanımızda etraf toplamak, şöhret bulmak ve mertebelere konmak için Hallac-ı Mansur'u, Beyâzıd-ı Bistamî'yi ve Muhyiddin-i Arabi'yi taklid eden birtakım zavallıların kulakları çınlasın! İrşad vardır, fakat sünnet çerçevesinde olması şarttır. İddiacılardan ise kaçınmak farzdır.
49) İbn Ebî Dünya, Kitab'ul-Evliya, (hadîs munkatı'dır)
50) Adı Ömer b. Şulem el-Heddad'dır. Nişaburludur. Cüneyd-i Bağdâdî'ninşeyhidir.
51 ) Adı Üzeyr b. Şarûh'dur. Tevrat'ı yeniden tedvîn eden zattır. Bu nedenle yahudiler onun için 'Üzeyr Allah'ın oğludur!' demişlerdir.
52) İmam Ahmed, (Ubey b. Ka'b'dan)
Muhabbet
- 1.Giriş
- 10.Marifetullah (Allah'ı Bilmek) Hususunda İnsanların Hatalı Anlayışlarının Sebebi
- 11.Allah'a Olan Şevk'in Mânâsı
- 12.Allah'ın Kulu Sevmesi ve Bu Sevginin Mânâsı
- 13. Kulun Allah'ı Sevmesinin Alâmetleri
- 14.Allah ile Ünsiyet'in Mânâsı
- 15.Ünsiyet'in Galebe Çalmasının Sonucu Olan İdlâl ve İnbisat'ın Mânâsı
- 16.Allah'ın Kazasına Rıza Göstermenin Mânâsı, Rıza'nın Hakikati ve Fazileti Hakkında Vârid Olan deliller
- 17.Rıza'nın Fazileti
- 18.Rıza'nın Hakikati, Heva-i Nefse Muhalif Olan Hususlarda Düşünülmesi
- 19.Dua, Rıza'ya Münafi Değildir
- 2.Kulun Allah'a Olan Muhabbeti Hakkında Şer'î deliller
- 20.Günahlarla Dolu Memleketlerden Kaçmak ve Orayı Yermek Rıza'ya Aykırı Değildir!
- 21.Allah'ı Sevenlerin (Muhiblerin) Keşf ve Kerametleri, Sözleri ve Hikâyeleri
- 22.Bu Bölümün Hâtimesi
- 3.Muhabbet'in Hakikati, Sebepleri, Kulun Allah'a Olan Muhabbetinin Mânâsı
- 4.Muhabbetin Sebep ve Kısımları
- 5.Muhabbeti Lâyık Olan Ancak Allah'tır!
- 6.Zevklerin En Yücesi Marifetullah (Allah'ı Bilmek) ve O'nun Cemâlini Temaşa Etmektir!
- 7.Ahiret'teki Faziletin Dünya'daki Marifet'e Üstünlüğü
- 8.Allah Sevgisini Takviye Eden Sebepler
- 9.İnsanların Sevgi Hususunda Farklı Olmalarının