Gazali

İmam Gazali, Hayatı, Eserleri ve ihya kitabı

BU DÜNYADA CENNET VE CEHENNEMİ MÜŞAHEDE

Burada aklına şöyle bir sual gelebilir: Fıkıh âlimleri ile kelâm âlimleri arasında, insanın ruhu öldükten sonra yok olur ve sonra onu tekrar yaratırlar, sözü meşhurdur. Bu ise sizin dediğinize uymuyor. Cevabında deriz ki:

KABİR AZABI HERKES İÇİN DEĞİLDİR

Eğer kabir azabı, kalbin bu dünyaya bağlanması sebebiyle ise, hiç kimse bundan kurtulamaz. Çünkü, kadın, evlât, mal ve mevkiyi herkes seviyor. O hâlde kabir azabı herkese olacaktır. Bundan kimse kurtulamayacaktır derse, cevabında deriz ki: Dediğin gibi değildir. Öyle insanlar vardır ki, dünyadan geçmiş olurlar, onların dünyada lezzet alacakları ve rahat bulacakları yerleri yoktur. Ölümü arzularlar. Derviş [yâni fakîir] vaziyetindeki Müslümanların çoğu böyledir. Zengin insanlar da ikiye ayrılır:

KABİR AZABINDAN EMİN OLMAYI DENEME YOLU

Ahmaklardan ve gururlulardan, aldanmışlardan bir grup vardır ki, şöyle derler: «Eğer kabir azabı varsa, biz bundan eminiz. Çünkü, bizim onunla hiç alâkamız yoktur. Onun varlığıyla yokluğu bize göre aynıdır». Bu iddia boştur. Tecrübe etmeyince, anlaşılamaz.

RUHLA ALÂKALI ÜÇ CİNS CEHENNEM ATEŞİ

Şimdi ruhanî Cehennemi anlatalım: Rûhanî dememizin sebebi, beden araya girmeksizin yalnız ruha olduğu içindir. Âyet-i kerîmede, «O Allah'ın tutuşturulmuş bir ateşidir ki, tırmanıp yüreklerin tâ üstüne çıkacak ve kaplayacaktır», (1) buyurulması bunu gösteriyor. O, kalbi istilâ eden bir ateştir. Bedenle alâkalı olan ateşe ise cismanî, denir.

RUHANÎ ATEŞ, CİSMANÎ ATEŞTEN DAHA ACIDIR

Ruha ait olan üç çeşit ateşi öğrendin. Şimdi bu ateşin, beden için olan ateşten daha şiddetli olduğunu anlayacaksın. Rûha, cana te'sir etmedikten sonra bedenin herhangi bir acıdan haberi olmaz. O hâlde bedenin acısı cana ulaşır. Bu yolla acı artar. İş böyle olunca, ruhun, canın içerisinde meydana gelen ateş ve elem, elbette daha büyük olur. Bu ateş ruhun içinden gelmekte olup, dışarıdan içeriye girmiyor.

RUHUN DÜNYADAKİ SEYRÜSEFER MENZİLLERİ

Bütün âlimlerin söyledikleri ve kitaplarında yazdıkları gibi «Bu işler taklid ve dinlemekten başka şekilde bilinemezler. Basiretin bunlara yolu yoktur», deyip bu anlattıklarımıza uymadığını söylersen, cevabında deriz ki, onların özürlerinin ne olduğu daha evvel açıklandı. Bu söz onlara muhalefet olmaz. Âhiret için onların söyledikleri doğrudur. Fakat his olunanları bildirmekten dışarı çıkmadılar. Ya ruhla alâkalı olanları bilmediler, ya bildiler de insanların çoğu anlayamadığı için uzun anlatamadılar.

ZAYIF BİR ZANLA BİLE ÂHİRETİ İNKÂR CAİZ DEĞİLDİR

Bir kısım ahmaklar vardır ki, işleri ne kendi basiretleriyle [görüşleriyle] anlayabilirler, ne de şerîatin bildirdiğini kabul ederler. Âhiret işlerinde şaşar kalırlar. Onları şüphe kaplamıştır. Ve bazan da şehvetlerinin galebe çalmasiyle, yaratılışlarının icabına uyarak âhireti inkâra kalkarlar. Kalblerinde, bu inkâr meydana gelir, şeytan da onu arttırır.

KENDİNİ BİLMEK, ALLAHÜ TEÂLÂ'YI BİLMENİN ANAHTARIDIR

Bil ki, geçmiş peygamberlerin kitaplarında, insana hitab eden şu söz meşhurdur: «Ey insan! Rabbini tanımak için kendini tanı». Haberlerde [hadislerde] ve eserlerde [selef-i sâlihînin sözlerinde] geldi ki: «Kendini bilen, Rabbini bilir».

Bu söz şuna işarettir ki, insanın kendisi bir aynadır, ona bakan, Hakkı görür! Birçok insan kendine bakar ve fakat Hakkı göremez. O hâlde kendini bilmek için, Allahü Teâlâ'yı bilmeye hangi yolun vesile olduğunu öğrenmek lâzımdır.

ALLAHÜ TEALÂ'NIN TENZİH VE TAKDÎSİNİ BİLMEK

Allahü Teâlâ'nın sıfatlarını, kendi sıfatlarından, ve zâtını, kendi zâtından bildiği gibi, Allahü Teâlâ'nın tenzih ve takdisini de kendi tenzih ve takdisinden bilir.

Allahü Teâlâ hakkında tenzîh ve takdisin mânâsı, vehme ve hayâle gelen her şeyden beri, mukaddes ve yüksek olmasıdır. O'nun, tasarrufunun haricinde olan hiçbir yer olmadığı hâlde, kendisine bir yer izafe edilmekten münezzehtir, uzaktır.