36.Sorgu Suâl
Ey miskin! Bu hallerden sonra şifahen aranızda tercüman olmaksızın Allah'ın sana yönelteceği sual hakkında düşün! Az çok, kıymetçe büyük ve küçük her şeyden hesaba çekileceksin. Kıyametin üzüntüsü, teri, büyük felâketlerinin şiddeti içinde bulunduğun bir anda melekler göğün etrafından büyük cisimleriyle, katı ve şiddetli görünüşleriyle inerler. Meleklere, mücrim kimselerin perçeminden tutup Cebbâr olan Allah'ın huzuruna götürme emri verilmiştir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Allah Teâlâ'nın bir meleği vardır ki o meleğin iki gözünün kenarları arasındaki mesafe, yüz senelik bir mesafedir.200
Bu meleklerin seni tutup arz makamına götürmek için sana gönderildiklerini ve cisimlerinin büyüklüğüne rağmen o günün dehşetinden zelil olduklarını, kullara karşı Cebbâr'ın gazabından korktuklarını görsen sezdikleri halin ne olur? Onlar indiğinde peygamberler, sıddîklar, sâlihler bile korkarak yüz üstü secdeye kapanırlar. İşte mukarreblerin hali! Mücrim âsilerin ne yapacağını sen düşün! O anda, dehşetin şiddetinden bazı kimseler meleklere: 'Sizin içinizde rabbimiz var mıdır?' diye sorarlar. Bu yanlışlığı, meleklerin büyüklüğünden ve heybetlerinden ötürü yaparlar. Melekler onların bu suallerinden ürkerler. İnsanların vehmettiğinden Allah'ın münezzeh olduğunu ilan ederek 'Rabbimiz her türlü eksiklikten münezzehtir. O bizim içimizde değildir. Belki O sonra gelir' derler! O zaman melekler her taraftan mahlukâtı çembere alırlar. Hepsinin üzerinde zillet, hudû, korku ve o günün dehşetinin belirtisi vardır.
Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız! Gönderilen peygamberlere de soracağız ve elbette onlara, olan biten her şeyi bilgi ile anlatacağız, zira biz onlardan uzak değiliz. (A'râf/6-7)
Senin rabbin hakkı için biz onların hepsine muhakkak soracağız. (Hicr/92)
Allah Teâlâ peygamberlerden başlar ve kıyamet gününde peygamberleri toplayıp şöyle buyurur: 'Ümmetinizi davet ettiğinizde size ne cevap verildi?' Onlar da şöyle derler:
Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen! (Mâide/109)
O gün peygamberlerin aklı şaşar, ilimleri heybetin şiddetinden silinir. O ne şiddetli bir gündür? Zira peygamberlere denilir ki: 'Siz halka gönderildiğinizde nasıl karşılandınız?' Peygamberler daha önce bunu bildikleri halde akılları hayrete kapılır, ne cevap vereceklerini bilmez olurlar. Heybetin şiddetinden derler ki: 'Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen!' Peygamberler söylediklerinde doğrudurlar; zira akılları uçmuş, ilimleri mahvolmuştur. Allah yeniden onlara kuvvet verinceye kadar bu durum devam eder.
Hz. Nûh çağrılır 'Peygamberlik vazifeni tebliğ ettin mi?' diye sorulur. Evet der. Bunun üzerine ümmetine 'Size tebliğ etti mi?' diye sorulur. Onlar 'Bize uyarıcı bir kimse gelmedi!' diye cevap verirler.
İsa (a.s) getirilir. Allah Teâlâ Hz. İsa'ya (a.s) sorar "Sen mi halka 'Beni ve annemi, Allah'tan başka ilâh edininiz!' dedin?" denir. Hz. İsa (a.s), bu sualin heybeti altında seneler senesi kıvranarak kalır!
O günün büyüklüğünü düşün ki o günde bu sualler ve benzerleriyle peygamberler üzerine siyaset ikame edilir. Sonra melekler gelip teker teker insanları 'Ey falan kadının oğlu falan! Arz yerine gel!' diye çağırırlar. O zaman kemikler titrer, azalar sallanır, akıllar hayrete düşer. Birçok kimse ateşe götürülmelerini ve amellerinin çirkinlerinin Allah'a arzolunmasını temenni edip perdelerinin halkın gözü önünde yırtılmamasmı isterler.
Suale başlanmadan önce Arş'm nuru belirir. Yer rabbinin nuruyla ışıklanır. Her kul, Allah Teâlâ'mn kulları hesaba çekeceğine inanır. Herkes Allah'ın kendinden başkasını görmediğini, sadece kendisini cezalandırılacağını düşünür. Bu durumda Allah Teâlâ 'Ey Cebrâil! Bana cehennemi getir?' Bu emir üzerine Cebrâil cehenneme gelip 'Ey cehennem! Yaratanına ve sultanına icabet et!' der.
Cebrâil cehennemi, öfkesi ve gazabı şiddetlenmiş bir halde görür. Cebrail'in çağırmasından sonra cehennem galeyana gelir, kaynar. İnsanlara diş gıcırdatır ve mahluklar onun öfkesinin gürültüsünü işitirler. Cehennemi idare edenler sıçrayarak Allah'a isyan edene öfkelenerek harekete geçerler.
Bu bakımdan, kulların korku ile dolmuş kalplerinin halini, diz üstü düşüşlerini ve cehennemden kaçışlarını kalbinde hazır bulundur! Bu durum, öyle bir günde olur ki her ümmetin dizleri üzerine çöktüğünü görürsün. Bazıları yüzüstü yere serilmiştir. Asiler ve zâlimler, kurtulmak için azap ve helaki isterler. Sıddîklar da 'Nefsim, nefsim!' diye bağırırlar.
Onlar bu durumda iken, cehennem ikinci defa homurdanır. Onların korkusu kat kat fazlalaşır ve kuvvetleri zayıflaşır. Tutulduklarını sanırlar. Sonra cehennem üçüncü narasını atar. Bunun üzerine halk yüzüstü yere serilir. Gözlerini açıp korkak ve gizli bir şekilde göz ucuyla bakarlar. Bu manzara karşısında zâlimlerin kalpleri kaynar. Öfkeli oldukları halde kalpleri gırtlaklarına dayanır. Said ve şakilerin akılları yerinden fırlar. Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlere yönelerek şöyle buyurv.r: 'Size ne cevap verildi (nasıl karşılandınız?)'
Peygamberlerin sorguya çekildiklerini görünce, asilerin korkusu daha da artar. Baba evladından, kardeş kardeşinden, koca karısından kaçar. Herkes heyecanla işin sonunu bekler. Sonra insanlar teker teker tutulurlar. Allah Teâlâ herkesin şifahen amelinin azını, çoğunu, gizlisini, açığını bütün azalarından sorar.
Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Ashab-ı kirâm Hz. Peygamber'e 'Kıyamet gününde rabbimizi görür müyüz?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara dedi ki:
- Önünde bulut olmadığı öğle zamanında güneşin görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Önünde bulut yokken ayın öndürdüncü gecesinde ayın görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Siz rabbinizi apaçık görürsünüz. Rabbiniz kul ile bir araya gelip kula 'Ben seni şerefli kılmadım mı? Seni baş yapmadım mı?
Seni evlendirmedim mi? At ve deveyi sana musahhar kılmadım mı? Sana, halka baş olmak? halktan ganimetin dörtte birini almak fırsatını vermedim mi?? der. Kul 'Evet, yâ rabbî! Bütün bunları bana verdinP der. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Benimle mülâki olacağını sanır mıydm? der. Kul 'Hayır!' deyince, Allah Teâlâ 'Senin beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum!' der.201
Ey miskin! Meleklerin senin iki kolundan tüp Allah'ın huzuruna götürdüklerini, Allah'ın da şifahen 'Ben gençliği sana nimet olarak vermedim mi? O gençliğini nerede harcadın? Sana ömür
vermedim mi? Acaba onu nerde tükettin? Sana rızık olarak mal vermedim mi? Acaba onu nereye harcadın? Seni ilimle şereflendirmedim mi? Acaba bildiklerinle ne gibi amelde bulundun?' diye sorduğunu düşün!
Acaba Allah Teâlâ sana vermiş olduğu nimetleri ve senin isyanlarını saydığı zaman ne hale geleceğini düşün! Eğer isyan-larını inkâr edersen, azaların aleyhinde şahidlik ederler.
Enes (r.a) der ki: Hz. Peygamber ile beraber bulunuyorduk. Hz. Peygamber gülümsedi, sonra 'Neden güldüğümü biliyor musu-nuz?' dedi. 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir?' dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle anlattı: "Kulun rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul der ki: 'Yârab! Sen beni zulümden korumadın mı?' Allah Teâlâ 'Evet! Korudum!' der. Kul Ya Rab! Nefsimin aleyhinde ancak benden olan bir şahidi kabul ederim' der. Bunun üzerine Allah Teâlâ kula 'Bugün hesap görücü olarak nefsin, şahid olarak Kirâmen Kâtibîn melekleri kâfidir' der". Hz. Peygamber şöyle devam etti:
Bunun üzerine kulun ağzı mühürlenir. Azalarına konuşun emri verilir. Azalar kulun amellerini teker teker söylemeye başlarlar. Sonra kula konuşma fırsatı verilir. Kul azalarına hitaben der ki: 'Sizlere yazıklar olsun! Ben sizin için mücadele ediyorum'.202
Azaların şahidliğiyle halkın huzurunda rezil olmaktan Allah'a sığınırız. Ancak Allah mü'min kuluna, onun günahını örteceğini va'detmiştir. Allah'tan başkası onun günahına vâkıf olmaz.
Bir kişi İbn Ömer'e, Hz. Peygamberin Necva hakkında ne dediğini sordu. İbn Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletti:
- Sizden herhangi biriniz rabbine öyle yaklaşır ki Allah Teâlâ onun üzerine setr-i ilâhîsini gerer ve ona der ki:
- Sen şöyle şöyle yaptın!
- Evet yaptım.
- Şöyle şöyle yaptın!
- Evet!
- Ben o günahları dünyada iken senin için örttüm. Burada da onları senin için affedeceğim.203
Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kim bir mü'minin ayıbını gizlerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını gizler.204
Bu durum, ancak dünyada insanların ayıplarını örten ve nefsi için kusurlarına tahammül eden, pisliklerini söylemeyen, bulunmadıkları yerlerde kulaklarına gittiği takdirde kendilerini rahatsız edecek şeyler söylemeyen mü'min bir kul için umulur. Kıyamet günü işte böyle bir mü'min bu mükâfata mazhar olmaya hak kazanır.
Farzet ki Allah Teâlâ, senin günahını gizledi. Acaba kulağına Allah'ın huzuruna çağıran ses gelmedi mi, gelmeyecek mi? İşte bu korku, günahlarının karşılığı olarak sana kâfidir. Alnından tutulup kalbin attığı, aklın uçtuğu, azaların titrediği, kemiklerin sızladığı, renginin bozulduğu, şiddetinden âlemin sana karanlık olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkacağını hatırla! İnsanların boynuna basa basa, safları yara yara, yedekte çekilen at gibi çekildiğini düşün. Bütün mahluklar, gözlerini dikip sana bakarlar! Böyle bir durumda, meleklerin ellerinde olduğunu düşün. Evet melekler seni Rahman'm arşına götürüp oraya atmcaya kadar sürünürsün. Allah Teâlâ'nın 'Ey Adem'in oğlu! Bana yaklaş!' dediğini duyarsın. Sen de korkak, mahzun, titrek bir kalp, zelîl ve korkak bir göz, buruk bir yürek ile O'na yaklaşırsın. Ne küçük, ne büyük kaydetmediği hiçbir şeyi bırakmayan kitabın senin eline verilir. Nice fâhiş hareketlerin vardır ki unutmuşsun, o kitâb sana hatırlatır. Nice ibadet vardır ki âfetlerinden gafil olmuşsun, onların kötülükleri sana keşfolunur.
Nice mahcubiyet ve korkaklığın, nice darlık ve acizliğin vardır. Keşke hangi ayakla Allah'ın huzurunda du-racağını, hangi dille cevap vereceğini, hangi kalple Allah'ın dediğini anlayacağını bilseydin! Sonra utancının büyüklüğü hakkında düşün. O zaman Allah sana şifahen günahlarını söyler. Allah sana 'Ey kulum! Benden utanmadın mı ki çirkin amelle bana meydan okudun? Kullarımdan utandın da onlara güzel tarafını gösterdin. Acaba ben nezdinde diğer mahluklarımdan daha değersiz miydim ki beni hafife aldın, aldırmadın Oysa benden başkalarını hesaba katıyordun. Sana nimet etmedim mi? O halde benim hakkımda seni aldatan nedir? Seni görmediğimi, huzuruma gelmeyeceğini mi sandın?' diyecektir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden hiç kimse yoktur ki âlemlerin rabbi ondan, aralarında bir perde ve bir tercüman olmadığı halde şifahen sual sormasın!205
Sizden herhangi bir kimse Allah'ın huzurunda, Allah ile arasında perde olmadığı halde durur. Allah Teâlâ ona sorar:
- Sana nimet vermedim mi? Sana mal bağışlamadım mı?
-Evet! Yâ Rabbî!
- Sana peygamber göndermedim mi?
- Evet, gönderdin!
Sonra sağına bakar ateşten başkasını göremez. Sonra dönüp soluna bakar, ateşten başkasını göremez. Öyle işe bir hur-
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
1300 İhya-i Ulûm'id-Din
manın yarısıyla olsa dahi ateşten korunun. Eğer hurmanın yarısı yoksa güzel bir söz ile ateşten korunmaya çalışın.206
İbn Mes'ud (r.a) şöyle diyor: "Sizden hiç kimse yoktur ki Allah onunla başbaşa kalmasın. Evet herhangi biriniz aynı öndördüncü gecesinde ay ile başbaşa kaldığı gibi, (rabbi ile başbaşa kalır). Sonra Allah Teâlâ sorar:
Ey âdemoğlu! Benim hakkımda seni aldatan ne idi? Ey âdemoğlu! Bildiğinle nasıl amel ettin? Ey âdemoğlu! Peygamberlere nasıl karşılık verdin? Ey âdemoğlu! Senin gözünde ben rakîb değil miydim? Oysa sen o gözle sana helâl olmayana bakardın. Kulaklarının üzerinde rakîb değil miydim?
Allah Teâlâ onun bütün azalarını sayar".207
Mücâhid der ki: 'Kendisinden dört şey sorulmadıkça hiçbir kul Allah'ın huzurundan ayrılamaz: a) Ömrünü nerede tükettiğinden, b) İlmiyle nasıl amel ettiğinden, c) Bedenini nerede kullandığından, d) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından sorulur'.
Ey miskin! O zaman mahcubiyetin ve içinde bulunduğun tehlike ne büyüktür! Zira sen 'Dünyada kusurlarını gizledim. Bugün de senin için onları affediyorum' demek ki o zaman sevincin büyür, öncekiler ve sonrakiler senin halini gıpta ederler ile meleklere 'Şu kötü kulu tutun, zincirlerle bağlayın. Kelepçeleyin, sonra cehenneme yakıt yapın' demek arasında bulunuyorsun! İkinci şık olduğu takdirde, musibetinin büyüklüğüne, ibadette yaptığın kusurun verdiği üzüntünün şiddetine, çirkin dünya karşılığında sattığın ahiretine gökler ve yer senin için ağlasa yeridir.
200) Irâkî bu ibare ile görmediğini söyler.
201) Müslim, Buhârî
202) İmam Ahmed, Müslim, Nesâî
203) Müslim
204) Abdürrezzak, Musannef, (Ukbe b. Âmir)
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
206) Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
207) Ebû Nuaym, Hilye
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Allah Teâlâ'nın bir meleği vardır ki o meleğin iki gözünün kenarları arasındaki mesafe, yüz senelik bir mesafedir.200
Bu meleklerin seni tutup arz makamına götürmek için sana gönderildiklerini ve cisimlerinin büyüklüğüne rağmen o günün dehşetinden zelil olduklarını, kullara karşı Cebbâr'ın gazabından korktuklarını görsen sezdikleri halin ne olur? Onlar indiğinde peygamberler, sıddîklar, sâlihler bile korkarak yüz üstü secdeye kapanırlar. İşte mukarreblerin hali! Mücrim âsilerin ne yapacağını sen düşün! O anda, dehşetin şiddetinden bazı kimseler meleklere: 'Sizin içinizde rabbimiz var mıdır?' diye sorarlar. Bu yanlışlığı, meleklerin büyüklüğünden ve heybetlerinden ötürü yaparlar. Melekler onların bu suallerinden ürkerler. İnsanların vehmettiğinden Allah'ın münezzeh olduğunu ilan ederek 'Rabbimiz her türlü eksiklikten münezzehtir. O bizim içimizde değildir. Belki O sonra gelir' derler! O zaman melekler her taraftan mahlukâtı çembere alırlar. Hepsinin üzerinde zillet, hudû, korku ve o günün dehşetinin belirtisi vardır.
Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız! Gönderilen peygamberlere de soracağız ve elbette onlara, olan biten her şeyi bilgi ile anlatacağız, zira biz onlardan uzak değiliz. (A'râf/6-7)
Senin rabbin hakkı için biz onların hepsine muhakkak soracağız. (Hicr/92)
Allah Teâlâ peygamberlerden başlar ve kıyamet gününde peygamberleri toplayıp şöyle buyurur: 'Ümmetinizi davet ettiğinizde size ne cevap verildi?' Onlar da şöyle derler:
Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen! (Mâide/109)
O gün peygamberlerin aklı şaşar, ilimleri heybetin şiddetinden silinir. O ne şiddetli bir gündür? Zira peygamberlere denilir ki: 'Siz halka gönderildiğinizde nasıl karşılandınız?' Peygamberler daha önce bunu bildikleri halde akılları hayrete kapılır, ne cevap vereceklerini bilmez olurlar. Heybetin şiddetinden derler ki: 'Bizim bilgimiz yok! Gizlileri bilen yalnız sensin sen!' Peygamberler söylediklerinde doğrudurlar; zira akılları uçmuş, ilimleri mahvolmuştur. Allah yeniden onlara kuvvet verinceye kadar bu durum devam eder.
Hz. Nûh çağrılır 'Peygamberlik vazifeni tebliğ ettin mi?' diye sorulur. Evet der. Bunun üzerine ümmetine 'Size tebliğ etti mi?' diye sorulur. Onlar 'Bize uyarıcı bir kimse gelmedi!' diye cevap verirler.
İsa (a.s) getirilir. Allah Teâlâ Hz. İsa'ya (a.s) sorar "Sen mi halka 'Beni ve annemi, Allah'tan başka ilâh edininiz!' dedin?" denir. Hz. İsa (a.s), bu sualin heybeti altında seneler senesi kıvranarak kalır!
O günün büyüklüğünü düşün ki o günde bu sualler ve benzerleriyle peygamberler üzerine siyaset ikame edilir. Sonra melekler gelip teker teker insanları 'Ey falan kadının oğlu falan! Arz yerine gel!' diye çağırırlar. O zaman kemikler titrer, azalar sallanır, akıllar hayrete düşer. Birçok kimse ateşe götürülmelerini ve amellerinin çirkinlerinin Allah'a arzolunmasını temenni edip perdelerinin halkın gözü önünde yırtılmamasmı isterler.
Suale başlanmadan önce Arş'm nuru belirir. Yer rabbinin nuruyla ışıklanır. Her kul, Allah Teâlâ'mn kulları hesaba çekeceğine inanır. Herkes Allah'ın kendinden başkasını görmediğini, sadece kendisini cezalandırılacağını düşünür. Bu durumda Allah Teâlâ 'Ey Cebrâil! Bana cehennemi getir?' Bu emir üzerine Cebrâil cehenneme gelip 'Ey cehennem! Yaratanına ve sultanına icabet et!' der.
Cebrâil cehennemi, öfkesi ve gazabı şiddetlenmiş bir halde görür. Cebrail'in çağırmasından sonra cehennem galeyana gelir, kaynar. İnsanlara diş gıcırdatır ve mahluklar onun öfkesinin gürültüsünü işitirler. Cehennemi idare edenler sıçrayarak Allah'a isyan edene öfkelenerek harekete geçerler.
Bu bakımdan, kulların korku ile dolmuş kalplerinin halini, diz üstü düşüşlerini ve cehennemden kaçışlarını kalbinde hazır bulundur! Bu durum, öyle bir günde olur ki her ümmetin dizleri üzerine çöktüğünü görürsün. Bazıları yüzüstü yere serilmiştir. Asiler ve zâlimler, kurtulmak için azap ve helaki isterler. Sıddîklar da 'Nefsim, nefsim!' diye bağırırlar.
Onlar bu durumda iken, cehennem ikinci defa homurdanır. Onların korkusu kat kat fazlalaşır ve kuvvetleri zayıflaşır. Tutulduklarını sanırlar. Sonra cehennem üçüncü narasını atar. Bunun üzerine halk yüzüstü yere serilir. Gözlerini açıp korkak ve gizli bir şekilde göz ucuyla bakarlar. Bu manzara karşısında zâlimlerin kalpleri kaynar. Öfkeli oldukları halde kalpleri gırtlaklarına dayanır. Said ve şakilerin akılları yerinden fırlar. Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlere yönelerek şöyle buyurv.r: 'Size ne cevap verildi (nasıl karşılandınız?)'
Peygamberlerin sorguya çekildiklerini görünce, asilerin korkusu daha da artar. Baba evladından, kardeş kardeşinden, koca karısından kaçar. Herkes heyecanla işin sonunu bekler. Sonra insanlar teker teker tutulurlar. Allah Teâlâ herkesin şifahen amelinin azını, çoğunu, gizlisini, açığını bütün azalarından sorar.
Ebû Hüreyre (r.a) der ki: Ashab-ı kirâm Hz. Peygamber'e 'Kıyamet gününde rabbimizi görür müyüz?' diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara dedi ki:
- Önünde bulut olmadığı öğle zamanında güneşin görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Önünde bulut yokken ayın öndürdüncü gecesinde ayın görünmesinden şüphe eder misiniz?
- Hayır!
- Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim! Siz rabbinizi apaçık görürsünüz. Rabbiniz kul ile bir araya gelip kula 'Ben seni şerefli kılmadım mı? Seni baş yapmadım mı?
Seni evlendirmedim mi? At ve deveyi sana musahhar kılmadım mı? Sana, halka baş olmak? halktan ganimetin dörtte birini almak fırsatını vermedim mi?? der. Kul 'Evet, yâ rabbî! Bütün bunları bana verdinP der. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Benimle mülâki olacağını sanır mıydm? der. Kul 'Hayır!' deyince, Allah Teâlâ 'Senin beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum!' der.201
Ey miskin! Meleklerin senin iki kolundan tüp Allah'ın huzuruna götürdüklerini, Allah'ın da şifahen 'Ben gençliği sana nimet olarak vermedim mi? O gençliğini nerede harcadın? Sana ömür
vermedim mi? Acaba onu nerde tükettin? Sana rızık olarak mal vermedim mi? Acaba onu nereye harcadın? Seni ilimle şereflendirmedim mi? Acaba bildiklerinle ne gibi amelde bulundun?' diye sorduğunu düşün!
Acaba Allah Teâlâ sana vermiş olduğu nimetleri ve senin isyanlarını saydığı zaman ne hale geleceğini düşün! Eğer isyan-larını inkâr edersen, azaların aleyhinde şahidlik ederler.
Enes (r.a) der ki: Hz. Peygamber ile beraber bulunuyorduk. Hz. Peygamber gülümsedi, sonra 'Neden güldüğümü biliyor musu-nuz?' dedi. 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir?' dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle anlattı: "Kulun rabbiyle konuşmasına güldüm. Kul der ki: 'Yârab! Sen beni zulümden korumadın mı?' Allah Teâlâ 'Evet! Korudum!' der. Kul Ya Rab! Nefsimin aleyhinde ancak benden olan bir şahidi kabul ederim' der. Bunun üzerine Allah Teâlâ kula 'Bugün hesap görücü olarak nefsin, şahid olarak Kirâmen Kâtibîn melekleri kâfidir' der". Hz. Peygamber şöyle devam etti:
Bunun üzerine kulun ağzı mühürlenir. Azalarına konuşun emri verilir. Azalar kulun amellerini teker teker söylemeye başlarlar. Sonra kula konuşma fırsatı verilir. Kul azalarına hitaben der ki: 'Sizlere yazıklar olsun! Ben sizin için mücadele ediyorum'.202
Azaların şahidliğiyle halkın huzurunda rezil olmaktan Allah'a sığınırız. Ancak Allah mü'min kuluna, onun günahını örteceğini va'detmiştir. Allah'tan başkası onun günahına vâkıf olmaz.
Bir kişi İbn Ömer'e, Hz. Peygamberin Necva hakkında ne dediğini sordu. İbn Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu nakletti:
- Sizden herhangi biriniz rabbine öyle yaklaşır ki Allah Teâlâ onun üzerine setr-i ilâhîsini gerer ve ona der ki:
- Sen şöyle şöyle yaptın!
- Evet yaptım.
- Şöyle şöyle yaptın!
- Evet!
- Ben o günahları dünyada iken senin için örttüm. Burada da onları senin için affedeceğim.203
Hz. Peygamber (s.a) şöyle demiştir:
Kim bir mü'minin ayıbını gizlerse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını gizler.204
Bu durum, ancak dünyada insanların ayıplarını örten ve nefsi için kusurlarına tahammül eden, pisliklerini söylemeyen, bulunmadıkları yerlerde kulaklarına gittiği takdirde kendilerini rahatsız edecek şeyler söylemeyen mü'min bir kul için umulur. Kıyamet günü işte böyle bir mü'min bu mükâfata mazhar olmaya hak kazanır.
Farzet ki Allah Teâlâ, senin günahını gizledi. Acaba kulağına Allah'ın huzuruna çağıran ses gelmedi mi, gelmeyecek mi? İşte bu korku, günahlarının karşılığı olarak sana kâfidir. Alnından tutulup kalbin attığı, aklın uçtuğu, azaların titrediği, kemiklerin sızladığı, renginin bozulduğu, şiddetinden âlemin sana karanlık olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkacağını hatırla! İnsanların boynuna basa basa, safları yara yara, yedekte çekilen at gibi çekildiğini düşün. Bütün mahluklar, gözlerini dikip sana bakarlar! Böyle bir durumda, meleklerin ellerinde olduğunu düşün. Evet melekler seni Rahman'm arşına götürüp oraya atmcaya kadar sürünürsün. Allah Teâlâ'nın 'Ey Adem'in oğlu! Bana yaklaş!' dediğini duyarsın. Sen de korkak, mahzun, titrek bir kalp, zelîl ve korkak bir göz, buruk bir yürek ile O'na yaklaşırsın. Ne küçük, ne büyük kaydetmediği hiçbir şeyi bırakmayan kitabın senin eline verilir. Nice fâhiş hareketlerin vardır ki unutmuşsun, o kitâb sana hatırlatır. Nice ibadet vardır ki âfetlerinden gafil olmuşsun, onların kötülükleri sana keşfolunur.
Nice mahcubiyet ve korkaklığın, nice darlık ve acizliğin vardır. Keşke hangi ayakla Allah'ın huzurunda du-racağını, hangi dille cevap vereceğini, hangi kalple Allah'ın dediğini anlayacağını bilseydin! Sonra utancının büyüklüğü hakkında düşün. O zaman Allah sana şifahen günahlarını söyler. Allah sana 'Ey kulum! Benden utanmadın mı ki çirkin amelle bana meydan okudun? Kullarımdan utandın da onlara güzel tarafını gösterdin. Acaba ben nezdinde diğer mahluklarımdan daha değersiz miydim ki beni hafife aldın, aldırmadın Oysa benden başkalarını hesaba katıyordun. Sana nimet etmedim mi? O halde benim hakkımda seni aldatan nedir? Seni görmediğimi, huzuruma gelmeyeceğini mi sandın?' diyecektir.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden hiç kimse yoktur ki âlemlerin rabbi ondan, aralarında bir perde ve bir tercüman olmadığı halde şifahen sual sormasın!205
Sizden herhangi bir kimse Allah'ın huzurunda, Allah ile arasında perde olmadığı halde durur. Allah Teâlâ ona sorar:
- Sana nimet vermedim mi? Sana mal bağışlamadım mı?
-Evet! Yâ Rabbî!
- Sana peygamber göndermedim mi?
- Evet, gönderdin!
Sonra sağına bakar ateşten başkasını göremez. Sonra dönüp soluna bakar, ateşten başkasını göremez. Öyle işe bir hur-
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
1300 İhya-i Ulûm'id-Din
manın yarısıyla olsa dahi ateşten korunun. Eğer hurmanın yarısı yoksa güzel bir söz ile ateşten korunmaya çalışın.206
İbn Mes'ud (r.a) şöyle diyor: "Sizden hiç kimse yoktur ki Allah onunla başbaşa kalmasın. Evet herhangi biriniz aynı öndördüncü gecesinde ay ile başbaşa kaldığı gibi, (rabbi ile başbaşa kalır). Sonra Allah Teâlâ sorar:
Ey âdemoğlu! Benim hakkımda seni aldatan ne idi? Ey âdemoğlu! Bildiğinle nasıl amel ettin? Ey âdemoğlu! Peygamberlere nasıl karşılık verdin? Ey âdemoğlu! Senin gözünde ben rakîb değil miydim? Oysa sen o gözle sana helâl olmayana bakardın. Kulaklarının üzerinde rakîb değil miydim?
Allah Teâlâ onun bütün azalarını sayar".207
Mücâhid der ki: 'Kendisinden dört şey sorulmadıkça hiçbir kul Allah'ın huzurundan ayrılamaz: a) Ömrünü nerede tükettiğinden, b) İlmiyle nasıl amel ettiğinden, c) Bedenini nerede kullandığından, d) Malını nereden kazanıp nereye harcadığından sorulur'.
Ey miskin! O zaman mahcubiyetin ve içinde bulunduğun tehlike ne büyüktür! Zira sen 'Dünyada kusurlarını gizledim. Bugün de senin için onları affediyorum' demek ki o zaman sevincin büyür, öncekiler ve sonrakiler senin halini gıpta ederler ile meleklere 'Şu kötü kulu tutun, zincirlerle bağlayın. Kelepçeleyin, sonra cehenneme yakıt yapın' demek arasında bulunuyorsun! İkinci şık olduğu takdirde, musibetinin büyüklüğüne, ibadette yaptığın kusurun verdiği üzüntünün şiddetine, çirkin dünya karşılığında sattığın ahiretine gökler ve yer senin için ağlasa yeridir.
200) Irâkî bu ibare ile görmediğini söyler.
201) Müslim, Buhârî
202) İmam Ahmed, Müslim, Nesâî
203) Müslim
204) Abdürrezzak, Musannef, (Ukbe b. Âmir)
205) Müslim, Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
206) Buhârî, (Adîy b. Hâtim'den)
207) Ebû Nuaym, Hilye
Ölüm ve Sonrasi
- 1.Giriş
- 10.Ölüm Esnasında Kişiye Müstehab Olan Durumlar
- 11.Lisan-ı Halin Belirttiği Hikâyelerle Ölüm Meleğinin Mülakatı Anında Çekilen Hasret
- 12.Hz. Peygamberin (s.a) ve Hulefa-i Raşidîn'in Vefatları
- 13.Hz. Ebubekir'in (r.a) Vefatı
- 14.Hz. Ömer'in (r.a) Vefatı
- 15.Hz. Osman'ın (r.a) Vefatı
- 16.Hz. Ali'nin (r.a) Vefatı
- 17.Halifelerin, Emirlerin ve Salihlerin Ölüm Döşeğindeki Sözleri
- 18.Sahabe, Tabiîn ve Onlardan Sonra Gelen Ehl-i Tasavvuf dan Bazı Kimselerin Sözleri
- 19.Cenazeler, Mezarlar ve Mezarları Ziyaret Hususunda Ariflerin Sözleri
- 2.Ölümü Hatırlamanın Fazileti ve Bu Husustaki Teşvikler
- 20.Mezarın Hali ve Selefin Mezar Başlarındaki Sözleri
- 21.Çocukları Vefat Ettiğinde Selefin Sözleri
- 22.Kabir Ziyareti, Ölüye Dua ve Bununla İlgili Hükümler
- 23.'Ölümün Hakîkati, Kabrinden Kalkıncaya Kadar Ölünün Kabirdeki Ahvâli
- 24.Kabrin Ölüye Hitap Etmesi
- 25.Kabir Azabı ve Münker Nekir'in Sorgusu
- 26.Münker ve Nekir'in Sorgusu, Suretleri, Kabrin Sıkması ve Kabir Azabı ile İlgili Diğer Hususlar
- 27.Rüyada Mükâşefe Yolu ile Ölülerin Bilinen Ahvâli
- 28.Ölülerin Ahvâlini ve Ahiret'te Fayda Veren Amelleri Gösteren Rüyaların izahı
- 29.Şeyhlerin Rüyaları
- 3.Her Durumda Ölümü Anmanın Fazileti
- 30.Sûrfun Üfürülmesinden İtibaren Cennet veya Cehennem'de Yerini Alıncaya Kadar Ölünün Halleri, Önündeki Dehşetin ve
- 31.Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti
- 32.Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu
- 33.Terlemenin Keyfiyeti
- 34.Kıyamet Günü'nün Uzunluğu
- 35.Kıyamet Günü, Dehşeti ve İsimleri
- 36.Sorgu Suâl