10.Şâibeli Amelin Hükmü ve Onunla Sevaba Müstehak
Sadece Allah için olmayıp kendisine riya veya nefsin istekleri karışmış olan amel hakkında sevabı mı gerektireceği, cezayı mı veyahut da hiçbir şey gerektirip gerektirmeyeceği hususlarında ihtilâf edilmiştir.
Bu bakımdan kendisiyle kesinlikle riya kastedilen amel, kişinin aleyhindedir ve azap sebebidir. Sadece Allah için yapılan amel ise, sevap sebebidir. Ancak karışık amel hakkında ihtilaf vardır. Gelen haberlerin zâhiri, karışık amelde sevap olmadığına delâlet eder. Fakat bu hususta haberler birbirleriyle çelişmekten geri kalmamaktadır. Bu meselede bizim anladığımız hüküm ilmin hakikatini Allah bilir şöyledir. Şahısta, ibadete teşvik eden kuvvetin çeşidine ve miktarına bakılır: Eğer dinî teşvikçi, nefsî teşvikçiye denk ise, ikisi boğuşur ve sonuçta ikisi birden düşer. Bu takdirde amel kişinin ne aleyhinde, ne de lehinde olur. Eğer riyadan gelen teşvikçi daha galib ve kuvvetli ise, böyle bir amel faydalı değildir. Aksine zarar vericidir ve sahibini cezaya götürür. Aksine ceza sadece riya için olan amelin cezasından daha hafiftir; çünkü ikinci amelde Allah'a mânen yaklaşma ruhu hiç yoktur.
Eğer yaklaşma maksadı diğer teşvikçiye nisbeten daha galib ise, kişi, dinî teşvikçinin kuvvetinin galib olduğu nisbette sevap kazanır. Bu da şu ayetten dolayıdır:
Kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu(n mükafatını) görür; kim de zerre yapmışsa onu(n cezasını) görür.(Zilzal/7-8)
Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık etmez; zerre miktarı bir iyilik olsa, onu kat kat artırır.(Nisa/39)
Madem ki durum budur, o halde hayrı zayi etmez. Hayır, riya'dan fazla ise, riya kadarını yakar, fazlası kalır. Eğer hayır, riyadan az ise, o hayır kastından ötürü bozuk niyetin cezasından birşey eksilir.
Bu hükümden perdeyi kaldırmak şöyle mümkün olur: Amellerin kalplerdeki tesirleri, sıfatlarının takviyesinden ötürüdür. Bu bakımdan riyanın çağırıcısı helâk edicilerdendir. Bunun gıdası, isteğine göre amel etmektir. Hayrın çağırıcısı ise, kurtarıcılardandır. Onun gıdası da ancak ona uygun bir şekilde amel etmektir. Bu iki sıfat kalpte bir araya geldiğinde kişi riya'nın isteğine göre amel ederse, riya sıfatı kuvvet bulmuş demektir. Allah'a mânen yaklaşmak için amel ederse, bu sıfat kuvvet bulmuş demektir. Bunların biri helâk edici, öbürüsü kurtarıcıdır. Eğer birinin takviyesi diğeri kadar olursa, ikisi mukavemet ederler ve hararetten zarar gören bir kimse gibi olur. Bu kimse kendisine zarar verenle, fayda vereni aynı oranda aldığında sanki hiç birini almamış gibi olur. Eğer bunlardan biri galip ise, mutlaka bir tesir bırakır. Yiyeceğin, içeceğin ilâcın zerresinin bile tesirsiz olmadığı gibi.
Bunlar nasıl Allah'ın ilahî kanunu gereğince bedene tesir ediyorsa, aynen onun gibi hayır ve şerrin zerresi de zayi olmaz. Kalbin nûrlandırılmasında veya karartılmasında, Allah'a yaklaştırılması veya uzaklaştırılmasında tesir etmekten uzak değildir. Bu bakımdan kişi, kendisini uzaklaştıran amelle beraber yaklaştıran bir amel işlediğinde tekrar bulunduğu yere döner. Bu ne onun lehinde, ne de onun aleyhinde olmaz. Eğer yaptığı fiil iki karış yaklaştırıcı fiillerden ise, diğer fiil de bir karışlık fazilete sahip olur.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Günahın arkasından sevap işle! Bu takdirde sevap o günahı yok eder.
Madem ki katıksız günahı, arkasından yapılan katıksız sevap siliyor, o halde ikisi bir arada olduklarında, zarurî olarak biri diğeriyle çarpışır.
Ümmet-i Muhammed'in 'Hacı olmak için evinden çıkan ve fakat aynı zamanda ticarete niyet eden bir kimsenin buna rağmen haccının sahih olduğunda' ittifak etmeleri de bu hükmün doğruluğuna şahidlik eder. Şöyle denilmesi mümkündür: 'Böyle bir kimse hac amellerinden ötürü ancak Mekke'ye vardığında sevap görür!' Oysa onun ticareti Mekke'ye varmasına bağlı değildir. Bu bakımdan o hâlistir. Ancak hac ile ticaret arasında ortak olan mesafenin uzunluğudur. Bu bakımdan ticareti kasdettiği müddetçe seferinde sevap yoktur. Fakat en doğru hüküm şudur: Hac, esas harekete geçirici ve ticaret kasdı da buna yardımcı ve tâbi ise, böyle bir kimsenin evinden Mekke'ye kadar olan seferi de sevaptan uzak değildir.
Gaziler ganimetleri çok olan bir cephede kâfirlerle çarpışmakla, hiç ganimet olmayan cephede kâfirlerle çarpışmak arasındaki farkı hissederler. Böyle bir farkı hissetmenin gazilerin cihadından gelen sevabı tamamen yok ettiğini savunmak da hakikatten uzaktır. Adalet, şöyle demektir: Esas iteleyici Allah'ın kelimesinin (dininin) üstün olmasıdır. Ganimetteki istek ve tebaiyyet yoluyla gelir. Bu bakımdan onunla sevap yanmaz. Evet! Hiçbir zaman kalbi ganimete iltifat etmeyen bir kimsenin sevabı ile böyle bir kimsenin sevabı eşit olmaz; zira şüphe yoktur ki böyle düşünce bir eksikliktir!
Soru: Ayet ve haberler riyanın karışmasının sevabı yakacağına delâlet eder! Cihada, ganimeti talep etmenin karışması da bu mânâdadır. Ticaret ve nefsin diğer payları da böyledir; zira tabiîn'den Tavus ve diğerleri şöyle rivayet ettiler.
Bir kişi Hz. Peygamber'den iyilik yapan veya sadaka veren, dolayısıyla övülmeyi ve ecir sahibi olmayı seven bir kimsenin halini sorunca Hz. Peygamber ona cevap veremedi ve şu ayet nazil oldu:
Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih amel işlesin ve rabbine (yaptığı) ibadette hiç kimseyi ortak etmesin!(Kehf/110)
Oysa bu adam hem ecir, hem de övülmeyi birlikte kasd etti! Muaz (r.a), Hz. Peygamber'den şöyle rivayet ediyor: 'Riyanın en azı şirktir'.
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ameline şirk karıştıran bir kimseye 'Kim için amel etmişsen ecrini ondan al!'denir.42
Ubâde'nin rivayet ettiği bir hadîs-i kudsî'de Allah şöyle buyurmaktadır:
Ben ortaklıktan, ortakların hepsinden daha müstağniyim. Bu bakımdan kim benim için bir amel işler, başkasını bana ortak yaparsa, payımı bana ortak edene bırakırım.
Ebu Musa'nın rivayet ettiğine göre bir bedevî Hz. Peygamber'e gelerek şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bir kişi var ki ar ve gayretten dolayı çarpışıyor. Bir diğeriyse kahramanlıktan dolayı çarpışıyor. Bir kişi de Allah yolundaki yerini görmek için çarpışıyor. (Acaba bunların hangisi Allah yolundadır?)'
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim Allah'ın kelimesi en yüce olsun diye çarpışıyorsa, o Allah yolundadır.43
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Siz filan adam şehiddir' diyorsunuz. Belki de o kimse, yükünün iki tarafını gümüşle doldurmuştur'.
İbn Mes'ud'un (r.a) rivayet ettiğine göre.Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim dünyadan birşey kasdettiği halde hicret ederse, onun için o kasdettiği vardır. 44
Cevap: Bunlar daha önce zikrettiğimize ters düşmezler. Bu hadîslerde kasdedilen kimseler, dünyayı kasdeden kimselerdir. Tıpkı 'Kim dünyadan bir şeyi kasdettiği halde hicret ederse' sözü gibi... Oysa bu, o kimsenin niyetine en fazla galip olan şey idi. Biz bunun isyan ve düşmanlık olduğunu söyledik. Yoksa dünyayı istemek haramdır anlamında hüküm vermedik. Ancak dinî amelleri basamak yapıp dünyayı talep etmek haramdır. Çünkü bu talepte riya ve ibadeti hedefinden saptırmak vardır. Şirket terimi nerede vârid olursa, eşitlik için kullanılır. Oysa biz beyan ettik ki kişinin iki maksadı eşit olduğunda birbirleriyle mukavemet eder. O vakit ne aleyhlerinde, ne de lehlerinde birşey olmaz. Böyle bir amelden dolayı sevap umması uygun değildir.
Sonra insan ortaklık zihniyeti taşıdığı müddetçe tehlikededir; zira hangisinin onun maksadına galebe çalacağını bilemez. Çoğu kez onun aleyhinde günah olur.
Kim rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel işlesin ve rabbine (yaptığı) ibadette hiç kimseyi ortak yapmasın!(Kehf/110)
Yani iki isteğin taaruz edip ikisinin birden düşmesi olan artıklıkla beraber bile Allah'ın mülakatı umulmaz (ve istenilmez).
Şöyle demek de mümkündür: 'Şehidlik mertebesi ancak savaşta ihlâslı olmakla elde edilir'.
Şöyle demek uzak bir hükümdür: 'Kimin dinî duyguları kendisini sadece savaşa iteleyici bir şekilde ise iki kâfir gruptan biri zengin, biri fakirse, zengin grupla hem i'lâ-i kelimetullah, hem de ganimet için savaşırsa, hiçbir sevabı yoktur(!)'
Durumun böyle olmasından Allah'a sığınırız. Çünkü bu, dinde bir zorluktur, müslümanların arasına ümitsizlik sokmaktır. Zira bu tür katışıklıkların benzerlerinden insan çok az kurtulabilir. Bu bakımdan bunlar ancak sevabın eksilmesine tesir eder. Sevab işlemekte ise bunların tesiri yoktur. Evet! İnsan bu hususta büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır; zira insan çoğu kez kendisini iteleyen gücün mânen Allah'a yaklaşmak olduğunu zanneder. Oysa onun kalbine galebe çalan, nefsin isteğidir. Bu ise gayet gizli bir durumdur. Bu bakımdan ecir ancak ihlâs ile hâsıl olur. İhlâs ise ne kadar ihtiyat ederse etsin amellerde çok zor elde edilir. En uygunu devamlı çalıştıktan sonra amellerinin red veya kabul olunması hususunda mütereddit olmaktır. İbadetinde bir âfetin olmasından, günahının sevabından daha fazla bulunmasından korkmalıdır. İşte basiret sahibi olup da korkanlar böyle idiler. Her basiret sahibi de böyle olmalıdır.
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Ben görünen amelimi önemsemiyorum'.
Abdülazîz b. Ebu Dâvud45 şöyle demiştir: 'Altmış sene şu Kâbe'ye komşuluk yaptım. Altmış sene haccettim. Nefsimi hesaba çekmeden hiç amel yapmadım. Yine de şeytanın payının, Allah Teâlâ'nın payından daha fazla olduğunu gördüm. Keşke o ameller ne lehimde, ne de aleyhimde olsaydı!'
Bununla beraber âfet ve riyanın korkusundan ötürü ameli terketmek uygun değildir; zira şeytanın çırpındığı ve varmak istediği en son hedef budur; zira maksat ihlâsın elden kaçırılmamasıdır. Ne zaman kişi ameli terkederse, hem ameli, hem de ihlâsı elden kaçırmış olur.
Hikâye olunuyor ki; fakirlerden biri Ebu Said el-Harraz'a hizmet edip işlerine yardım ediyordu. Ebu Said, birgün amellerin ihlası hakkında konuştu. Bu söz üzerine o fakir her hareketinde kalbini teftiş etmeye başladı ve kalbini ihlâsa zorladı. Böylece Ebu Said'in ihtiyaçlarını yerine getirmesi zorlaştı ve Ebu Said, fakirin bu hareketiyle zarara uğramış oldu. Fakirin durumunu sordu. Fakir ona dedi ki: 'Nefsimden ihlâsın hakîkatini istiyorum. Nefis de amellerin çoğunda ondan aciz oluyor ve o amelleri terk ediyor!'
Bu söz üzerine, Ebu Said dedi ki: 'Bunu yapma! Zira ihlâs muameleyi kesmez. Bu bakımdan amele devam et ve ihlâsı kazanmak için var kuvvetinle çalış! Ben sana ameli terket demedim. Ben sana yapılan ameli hâlisleştir dedim' dedi.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Ameli insanlar için terketmek riya, onlar için yapmaksa şirk'tir.'
42) Daha önce geçmişti.
43) Daha önce geçmişti.
44) Daha önce geçmişti.
45) Bu zat H.159'da vefat etmiştir.
Bu bakımdan kendisiyle kesinlikle riya kastedilen amel, kişinin aleyhindedir ve azap sebebidir. Sadece Allah için yapılan amel ise, sevap sebebidir. Ancak karışık amel hakkında ihtilaf vardır. Gelen haberlerin zâhiri, karışık amelde sevap olmadığına delâlet eder. Fakat bu hususta haberler birbirleriyle çelişmekten geri kalmamaktadır. Bu meselede bizim anladığımız hüküm ilmin hakikatini Allah bilir şöyledir. Şahısta, ibadete teşvik eden kuvvetin çeşidine ve miktarına bakılır: Eğer dinî teşvikçi, nefsî teşvikçiye denk ise, ikisi boğuşur ve sonuçta ikisi birden düşer. Bu takdirde amel kişinin ne aleyhinde, ne de lehinde olur. Eğer riyadan gelen teşvikçi daha galib ve kuvvetli ise, böyle bir amel faydalı değildir. Aksine zarar vericidir ve sahibini cezaya götürür. Aksine ceza sadece riya için olan amelin cezasından daha hafiftir; çünkü ikinci amelde Allah'a mânen yaklaşma ruhu hiç yoktur.
Eğer yaklaşma maksadı diğer teşvikçiye nisbeten daha galib ise, kişi, dinî teşvikçinin kuvvetinin galib olduğu nisbette sevap kazanır. Bu da şu ayetten dolayıdır:
Kim zerre ağırlığınca hayır yapmışsa onu(n mükafatını) görür; kim de zerre yapmışsa onu(n cezasını) görür.(Zilzal/7-8)
Şüphesiz ki Allah zerre kadar haksızlık etmez; zerre miktarı bir iyilik olsa, onu kat kat artırır.(Nisa/39)
Madem ki durum budur, o halde hayrı zayi etmez. Hayır, riya'dan fazla ise, riya kadarını yakar, fazlası kalır. Eğer hayır, riyadan az ise, o hayır kastından ötürü bozuk niyetin cezasından birşey eksilir.
Bu hükümden perdeyi kaldırmak şöyle mümkün olur: Amellerin kalplerdeki tesirleri, sıfatlarının takviyesinden ötürüdür. Bu bakımdan riyanın çağırıcısı helâk edicilerdendir. Bunun gıdası, isteğine göre amel etmektir. Hayrın çağırıcısı ise, kurtarıcılardandır. Onun gıdası da ancak ona uygun bir şekilde amel etmektir. Bu iki sıfat kalpte bir araya geldiğinde kişi riya'nın isteğine göre amel ederse, riya sıfatı kuvvet bulmuş demektir. Allah'a mânen yaklaşmak için amel ederse, bu sıfat kuvvet bulmuş demektir. Bunların biri helâk edici, öbürüsü kurtarıcıdır. Eğer birinin takviyesi diğeri kadar olursa, ikisi mukavemet ederler ve hararetten zarar gören bir kimse gibi olur. Bu kimse kendisine zarar verenle, fayda vereni aynı oranda aldığında sanki hiç birini almamış gibi olur. Eğer bunlardan biri galip ise, mutlaka bir tesir bırakır. Yiyeceğin, içeceğin ilâcın zerresinin bile tesirsiz olmadığı gibi.
Bunlar nasıl Allah'ın ilahî kanunu gereğince bedene tesir ediyorsa, aynen onun gibi hayır ve şerrin zerresi de zayi olmaz. Kalbin nûrlandırılmasında veya karartılmasında, Allah'a yaklaştırılması veya uzaklaştırılmasında tesir etmekten uzak değildir. Bu bakımdan kişi, kendisini uzaklaştıran amelle beraber yaklaştıran bir amel işlediğinde tekrar bulunduğu yere döner. Bu ne onun lehinde, ne de onun aleyhinde olmaz. Eğer yaptığı fiil iki karış yaklaştırıcı fiillerden ise, diğer fiil de bir karışlık fazilete sahip olur.
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Günahın arkasından sevap işle! Bu takdirde sevap o günahı yok eder.
Madem ki katıksız günahı, arkasından yapılan katıksız sevap siliyor, o halde ikisi bir arada olduklarında, zarurî olarak biri diğeriyle çarpışır.
Ümmet-i Muhammed'in 'Hacı olmak için evinden çıkan ve fakat aynı zamanda ticarete niyet eden bir kimsenin buna rağmen haccının sahih olduğunda' ittifak etmeleri de bu hükmün doğruluğuna şahidlik eder. Şöyle denilmesi mümkündür: 'Böyle bir kimse hac amellerinden ötürü ancak Mekke'ye vardığında sevap görür!' Oysa onun ticareti Mekke'ye varmasına bağlı değildir. Bu bakımdan o hâlistir. Ancak hac ile ticaret arasında ortak olan mesafenin uzunluğudur. Bu bakımdan ticareti kasdettiği müddetçe seferinde sevap yoktur. Fakat en doğru hüküm şudur: Hac, esas harekete geçirici ve ticaret kasdı da buna yardımcı ve tâbi ise, böyle bir kimsenin evinden Mekke'ye kadar olan seferi de sevaptan uzak değildir.
Gaziler ganimetleri çok olan bir cephede kâfirlerle çarpışmakla, hiç ganimet olmayan cephede kâfirlerle çarpışmak arasındaki farkı hissederler. Böyle bir farkı hissetmenin gazilerin cihadından gelen sevabı tamamen yok ettiğini savunmak da hakikatten uzaktır. Adalet, şöyle demektir: Esas iteleyici Allah'ın kelimesinin (dininin) üstün olmasıdır. Ganimetteki istek ve tebaiyyet yoluyla gelir. Bu bakımdan onunla sevap yanmaz. Evet! Hiçbir zaman kalbi ganimete iltifat etmeyen bir kimsenin sevabı ile böyle bir kimsenin sevabı eşit olmaz; zira şüphe yoktur ki böyle düşünce bir eksikliktir!
Soru: Ayet ve haberler riyanın karışmasının sevabı yakacağına delâlet eder! Cihada, ganimeti talep etmenin karışması da bu mânâdadır. Ticaret ve nefsin diğer payları da böyledir; zira tabiîn'den Tavus ve diğerleri şöyle rivayet ettiler.
Bir kişi Hz. Peygamber'den iyilik yapan veya sadaka veren, dolayısıyla övülmeyi ve ecir sahibi olmayı seven bir kimsenin halini sorunca Hz. Peygamber ona cevap veremedi ve şu ayet nazil oldu:
Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih amel işlesin ve rabbine (yaptığı) ibadette hiç kimseyi ortak etmesin!(Kehf/110)
Oysa bu adam hem ecir, hem de övülmeyi birlikte kasd etti! Muaz (r.a), Hz. Peygamber'den şöyle rivayet ediyor: 'Riyanın en azı şirktir'.
Ebu Hüreyre Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle dediğini rivayet ediyor:
Ameline şirk karıştıran bir kimseye 'Kim için amel etmişsen ecrini ondan al!'denir.42
Ubâde'nin rivayet ettiği bir hadîs-i kudsî'de Allah şöyle buyurmaktadır:
Ben ortaklıktan, ortakların hepsinden daha müstağniyim. Bu bakımdan kim benim için bir amel işler, başkasını bana ortak yaparsa, payımı bana ortak edene bırakırım.
Ebu Musa'nın rivayet ettiğine göre bir bedevî Hz. Peygamber'e gelerek şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bir kişi var ki ar ve gayretten dolayı çarpışıyor. Bir diğeriyse kahramanlıktan dolayı çarpışıyor. Bir kişi de Allah yolundaki yerini görmek için çarpışıyor. (Acaba bunların hangisi Allah yolundadır?)'
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim Allah'ın kelimesi en yüce olsun diye çarpışıyorsa, o Allah yolundadır.43
Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Siz filan adam şehiddir' diyorsunuz. Belki de o kimse, yükünün iki tarafını gümüşle doldurmuştur'.
İbn Mes'ud'un (r.a) rivayet ettiğine göre.Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Kim dünyadan birşey kasdettiği halde hicret ederse, onun için o kasdettiği vardır. 44
Cevap: Bunlar daha önce zikrettiğimize ters düşmezler. Bu hadîslerde kasdedilen kimseler, dünyayı kasdeden kimselerdir. Tıpkı 'Kim dünyadan bir şeyi kasdettiği halde hicret ederse' sözü gibi... Oysa bu, o kimsenin niyetine en fazla galip olan şey idi. Biz bunun isyan ve düşmanlık olduğunu söyledik. Yoksa dünyayı istemek haramdır anlamında hüküm vermedik. Ancak dinî amelleri basamak yapıp dünyayı talep etmek haramdır. Çünkü bu talepte riya ve ibadeti hedefinden saptırmak vardır. Şirket terimi nerede vârid olursa, eşitlik için kullanılır. Oysa biz beyan ettik ki kişinin iki maksadı eşit olduğunda birbirleriyle mukavemet eder. O vakit ne aleyhlerinde, ne de lehlerinde birşey olmaz. Böyle bir amelden dolayı sevap umması uygun değildir.
Sonra insan ortaklık zihniyeti taşıdığı müddetçe tehlikededir; zira hangisinin onun maksadına galebe çalacağını bilemez. Çoğu kez onun aleyhinde günah olur.
Kim rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel işlesin ve rabbine (yaptığı) ibadette hiç kimseyi ortak yapmasın!(Kehf/110)
Yani iki isteğin taaruz edip ikisinin birden düşmesi olan artıklıkla beraber bile Allah'ın mülakatı umulmaz (ve istenilmez).
Şöyle demek de mümkündür: 'Şehidlik mertebesi ancak savaşta ihlâslı olmakla elde edilir'.
Şöyle demek uzak bir hükümdür: 'Kimin dinî duyguları kendisini sadece savaşa iteleyici bir şekilde ise iki kâfir gruptan biri zengin, biri fakirse, zengin grupla hem i'lâ-i kelimetullah, hem de ganimet için savaşırsa, hiçbir sevabı yoktur(!)'
Durumun böyle olmasından Allah'a sığınırız. Çünkü bu, dinde bir zorluktur, müslümanların arasına ümitsizlik sokmaktır. Zira bu tür katışıklıkların benzerlerinden insan çok az kurtulabilir. Bu bakımdan bunlar ancak sevabın eksilmesine tesir eder. Sevab işlemekte ise bunların tesiri yoktur. Evet! İnsan bu hususta büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır; zira insan çoğu kez kendisini iteleyen gücün mânen Allah'a yaklaşmak olduğunu zanneder. Oysa onun kalbine galebe çalan, nefsin isteğidir. Bu ise gayet gizli bir durumdur. Bu bakımdan ecir ancak ihlâs ile hâsıl olur. İhlâs ise ne kadar ihtiyat ederse etsin amellerde çok zor elde edilir. En uygunu devamlı çalıştıktan sonra amellerinin red veya kabul olunması hususunda mütereddit olmaktır. İbadetinde bir âfetin olmasından, günahının sevabından daha fazla bulunmasından korkmalıdır. İşte basiret sahibi olup da korkanlar böyle idiler. Her basiret sahibi de böyle olmalıdır.
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Ben görünen amelimi önemsemiyorum'.
Abdülazîz b. Ebu Dâvud45 şöyle demiştir: 'Altmış sene şu Kâbe'ye komşuluk yaptım. Altmış sene haccettim. Nefsimi hesaba çekmeden hiç amel yapmadım. Yine de şeytanın payının, Allah Teâlâ'nın payından daha fazla olduğunu gördüm. Keşke o ameller ne lehimde, ne de aleyhimde olsaydı!'
Bununla beraber âfet ve riyanın korkusundan ötürü ameli terketmek uygun değildir; zira şeytanın çırpındığı ve varmak istediği en son hedef budur; zira maksat ihlâsın elden kaçırılmamasıdır. Ne zaman kişi ameli terkederse, hem ameli, hem de ihlâsı elden kaçırmış olur.
Hikâye olunuyor ki; fakirlerden biri Ebu Said el-Harraz'a hizmet edip işlerine yardım ediyordu. Ebu Said, birgün amellerin ihlası hakkında konuştu. Bu söz üzerine o fakir her hareketinde kalbini teftiş etmeye başladı ve kalbini ihlâsa zorladı. Böylece Ebu Said'in ihtiyaçlarını yerine getirmesi zorlaştı ve Ebu Said, fakirin bu hareketiyle zarara uğramış oldu. Fakirin durumunu sordu. Fakir ona dedi ki: 'Nefsimden ihlâsın hakîkatini istiyorum. Nefis de amellerin çoğunda ondan aciz oluyor ve o amelleri terk ediyor!'
Bu söz üzerine, Ebu Said dedi ki: 'Bunu yapma! Zira ihlâs muameleyi kesmez. Bu bakımdan amele devam et ve ihlâsı kazanmak için var kuvvetinle çalış! Ben sana ameli terket demedim. Ben sana yapılan ameli hâlisleştir dedim' dedi.
Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Ameli insanlar için terketmek riya, onlar için yapmaksa şirk'tir.'
42) Daha önce geçmişti.
43) Daha önce geçmişti.
44) Daha önce geçmişti.
45) Bu zat H.159'da vefat etmiştir.
Niyet ve Ihlas
- 1.Giriş
- 10.Şâibeli Amelin Hükmü ve Onunla Sevaba Müstehak
- 11.Sıdk'ın Fazileti
- 12.Sıdk'ın Hakîkati, Mânâsı ve Mertebeleri
- 2.Niyet'in Fazileti
- 3.Niyet'in Hakîkati
- 4.Niyet ile İlgili Amellerin Tafsilâtı
- 5.Niyet Kulun İhtiyarına Dahil Değildir!
- 6.İhlâs'ın Fazileti
- 7.İhlâs'ın Hakîkati
- 8.İhlâs Hakkında Şeyhlerin Sözleri
- 9.İhlâs'ı Bulandıran Afetler ve Bunların Dereceleri