Zikir Haline Ulaşmak
Manevi kalp insanda merkezî bir konuma sahiptir. O düzelmedikçe insanın düzelmesi mümkün değildir. Kalbin düzelmesinin tek yolu da zikretmektir. Kişi Rabbini anarak, sürekli O’nu hatırlayarak, bir aşamadan sonra, her ne yaparsa yapsın kalbi sürekli O’nunla irtibatlı hale gelir. İşte bu zikir halidir.
“Zikir” kelimesi Arapça kökenlidir ve Türkçeye “hatırlamak, anmak, ismini söylemek” şeklinde çevrilir. “Hatırlamak” da yine Arapça “hatır” kelimesinden türetilmiştir. “Hatır,” Arap dilinde “düşünce, bellek, akıl, anımsamak” anlamlarına gelir.
Bütün bu birbiriyle yakın anlam taşıyan kelimelerden anlaşılacağı üzere zikrin Türkçedeki karşılığı, anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamaktır. Zikir bir hali anlatır. Bir an içinde Allah ya aklımızdadır ya da değildir. Aklımızda olduğu zamanlara zikir hali, aklımızda olmadığı zamanlara gaflet hali denir. Allah’ı hatırlayınca zikretmiş, sürekli aklımızda tutunca daimi zikir haline erişmiş oluruz.
Günümüzde ise zikir deyince doğrudan Allah isim-i şerifini veya O’nun esmasından birini söylemek akla gelir. Evet, bu zikirdir. Fakat ayet ve hadislerde ulaşmamız istenen “zikir hali” kulun Rabbini hiç unutmaması, yaptığı her işte, her halde O’nu hesaba katmasıdır. Tasavvuf yolunun büyükleri de verilen zikir derslerinin asıl gayesinin bu hale ulaşmak, yani kalbi daima sahibiyle irtibatlı tutup gafletten kurtulmak olduğunu belirtmişlerdir.
Huzur ve tatminin ilacı
Allah Tealâ “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” buyuruyor. Mutmain olmak sakinleşmek, emin olmak, huzura kavuşmak demektir. Bu hal insanın, sonu gelmeyen, yoran istek ve arzularının, cevapsız sorularının sona erdiği, mutluluğa ve sükûnete ulaştığı yerdir. Yine kalp için Rasulullah s.a.v. şöyle buyurur: “İnsanda bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir.”
Demek ki kalp insanda merkezî bir konuma sahiptir. O düzelmedikçe insanın düzelmesi mümkün değildir. Kalbin düzelmesinin tek yolu da zikretmektir. İşte buradaki zikir kalbin sürekli Allah’la irtibatlı olmasıdır. Yerken içerken, evde işte, alışverişte hatta uyurken kalp daima Allah ile birlikte olması... Bu haldeki kişi nereye baksa ilahî bir hikmet görür. Yaptığı gündelik işlerde bile kalbinde hep Allah vardır. Dükkanı açarken bereketi düşünür, işçisinin hakkını gözetir, konuşurken kalp kırmaktan, gıybet etmekten çekine çekine konuşur. Attığı her adımda, aldığı her nefeste daha iyisini yapma arzusu ve hata yapma korkusu vardır.
Kalp O’nunlaysa her iş zikir
Dünya hayatı ahiretin sermayesidir. Vakitleri devamlı olarak Allah’ın zikriyle değerlendirmek gerekir. Hangi iş olursa olsun, Hak Tealâ gönülde tutularak, dinin emri uyarınca işleniyorsa zikre dahildir.
Zikirden asıl maksat Rabbimizin çizdiği sınırlara en güzel şekilde uyulması için dikkat ve direnç kazanmaktır. İnsan yaratıcısını hatırlamazsa elbette yaptığı şeylere dikkat etmez. Çünkü ilahî iradeyi hesaba katmaz, kendi bildiğini okur. İçinde bulunduğu duruma ve hislerine göre hareket eder, kendini ilahî terazide sınama ihtiyacı duymaz. Halbuki insan gönlünde sürekli Rabbini taşısa yavaş yavaş günahlardan uzaklaşır ve hatırladığı şeyler onu hep daha güzel davranmaya sevk eder.
Anahtar O’nun isimleri
Zikirde amaç Allah’ı hatırımızdan çıkarmamak olsa da bu makama ulaşmanın yolu Allah’ın isimlerini söylemekten geçer. Zaten zikir kelimesinin anlamlarından biri de budur.
Araf suresinde “Rabbini gönlünden korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden olma.” buyrulur.
Bakara suresinde de Yüce Rabbimiz “Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.” der. Bu ayetlerdeki zikrin Allah’ın ismini söylemek olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kudsî hadiste “Kulum beni zikredip dudaklarını benim için kıpırdattığı müddetçe ben kulumla beraberim.” denilmiştir.
Zikir sadece zihnî bir tefekkürle olmaz. Dolayısıyla esma-i hüsnayı söylemeyi boş görmek, zikrin kalpte nasıl yer ettiğini bilmemektir. Çünkü kişinin kendine göre geliştirdiği düşünceler şeytanın vesvesesi ve nefsin boş istekleriyle karışmış olma riski taşır. Bundan korunmak, Allah dostlarının tecrübesiyle sabit olduğu üzere Allah’ın güzel isimlerindeki nur sayesinde olmaktadır. Kul adeta tevazu ve halis bir niyetle, “Ey Rabbim, senin hakkında düşüneceğim hangi şeyin daha hayırlı olduğunu bilmiyorum, seni senin bildirdiğin isimlerle anıyorum ki seni düşünürken şanına yakışmayan bir şeyi sana yöneltmeyeyim..” demektedir.
Bunun için Nakşibendîlik yolu zikir dersinde Allah’ın zatını, sıfatlarını hatta hâzır ve nâzır olduğunu bile düşünmemeyi tavsiye etmişlerdir. Sadece Allah lafzına odaklanmayı, bu lafızdaki nurdan nasiplenmeyi, Allah’ı en layık olduğu şekliyle düşünmeyi de Allah’a havale ederek tam bir kulluk halini yaşamayı öngörmüşlerdir. Bu hal için de “bütün tasavvuf şubelerinin sonda ulaşacağı bu en yüksek makam, bizim yolumuzun başıdır.” demişlerdir.
Vird ve Zikir İlişkisi
Vird her gün düzenli olarak yapılan ibadetlere verilen isimdir. Mesela her sabah namazından sonra şu duayı okuyacağım dediğimizde kendimize bir vird belirlemiş oluruz.
Virdin sistemleşmesi tasavvuf aracılığıyla olmuştur. Sufiler günü belli bölümlere ayırır, özellikle de ikiye bölerek bir kısmını ibadet, bir kısmını dünya işleri için kullanırlardı. İbadete ayırdıkları bölüme ve bu bölümde yaptıkları zikir, dua ve kıldıkları nafile namazlara vird denirdi.
Bu, bir nevi programlı yaşama alışkanlığı ile kendini disipline etme metodudur. İnsanın kendisine belli hedefler koymadan ve zamanını bu hedeflere göre düzenlemeden verimli çalışamayacağı bilinir. Tasavvuf büyükleri de insan tabiatına en uygun terbiye biçimini bulmaya çalışmışlardır. Bunun için günlük düzenli dersler belirlemiş, bu dersleri müritlerine telkin etmişlerdir. Virdlerin büyük bölümünü de zikre ayırmışlardır. Bu sebeple zamanla vird ve zikir aynı anlamda kullanılır hale gelmiştir.
Zikir, istenirse her zaman ve sayısızca yapılabilir. Fakat bir mürşidin terbiyesi altında bulunan kişiler virdlerinin şekli ve sayısı bakımından kendisine çizilen programa harfiyyen uymalıdır. Bu bir nevi doktorun verdiği ilacı, söylediği dozda kullanmak gibidir.
Diğer taraftan virdle kazanılan düzen ve disiplin, daimî zikir haline ulaşmada son derece önemli, başarısı tecrübeyle sabit bir araçtır. İnsan hiç okula gitmeden kendi başına da kitaplardan okuyarak pek çok şey öğrenebilir. Ama okullar binlerce öğrenci yetiştirmenin tecrübesiyle geliştirmiş oldukları yöntem sayesinde daha verimli olurlar. Tasavvuf yolları da manevi okullardır. Mürşitler bu okulların öğretmenleri, virdler de ders programıdır.
Semerkand Dergisi
“Zikir” kelimesi Arapça kökenlidir ve Türkçeye “hatırlamak, anmak, ismini söylemek” şeklinde çevrilir. “Hatırlamak” da yine Arapça “hatır” kelimesinden türetilmiştir. “Hatır,” Arap dilinde “düşünce, bellek, akıl, anımsamak” anlamlarına gelir.
Bütün bu birbiriyle yakın anlam taşıyan kelimelerden anlaşılacağı üzere zikrin Türkçedeki karşılığı, anmak, hatırlamak, hatırdan çıkarmamaktır. Zikir bir hali anlatır. Bir an içinde Allah ya aklımızdadır ya da değildir. Aklımızda olduğu zamanlara zikir hali, aklımızda olmadığı zamanlara gaflet hali denir. Allah’ı hatırlayınca zikretmiş, sürekli aklımızda tutunca daimi zikir haline erişmiş oluruz.
Günümüzde ise zikir deyince doğrudan Allah isim-i şerifini veya O’nun esmasından birini söylemek akla gelir. Evet, bu zikirdir. Fakat ayet ve hadislerde ulaşmamız istenen “zikir hali” kulun Rabbini hiç unutmaması, yaptığı her işte, her halde O’nu hesaba katmasıdır. Tasavvuf yolunun büyükleri de verilen zikir derslerinin asıl gayesinin bu hale ulaşmak, yani kalbi daima sahibiyle irtibatlı tutup gafletten kurtulmak olduğunu belirtmişlerdir.
Huzur ve tatminin ilacı
Allah Tealâ “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” buyuruyor. Mutmain olmak sakinleşmek, emin olmak, huzura kavuşmak demektir. Bu hal insanın, sonu gelmeyen, yoran istek ve arzularının, cevapsız sorularının sona erdiği, mutluluğa ve sükûnete ulaştığı yerdir. Yine kalp için Rasulullah s.a.v. şöyle buyurur: “İnsanda bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte o et parçası kalptir.”
Demek ki kalp insanda merkezî bir konuma sahiptir. O düzelmedikçe insanın düzelmesi mümkün değildir. Kalbin düzelmesinin tek yolu da zikretmektir. İşte buradaki zikir kalbin sürekli Allah’la irtibatlı olmasıdır. Yerken içerken, evde işte, alışverişte hatta uyurken kalp daima Allah ile birlikte olması... Bu haldeki kişi nereye baksa ilahî bir hikmet görür. Yaptığı gündelik işlerde bile kalbinde hep Allah vardır. Dükkanı açarken bereketi düşünür, işçisinin hakkını gözetir, konuşurken kalp kırmaktan, gıybet etmekten çekine çekine konuşur. Attığı her adımda, aldığı her nefeste daha iyisini yapma arzusu ve hata yapma korkusu vardır.
Kalp O’nunlaysa her iş zikir
Dünya hayatı ahiretin sermayesidir. Vakitleri devamlı olarak Allah’ın zikriyle değerlendirmek gerekir. Hangi iş olursa olsun, Hak Tealâ gönülde tutularak, dinin emri uyarınca işleniyorsa zikre dahildir.
Zikirden asıl maksat Rabbimizin çizdiği sınırlara en güzel şekilde uyulması için dikkat ve direnç kazanmaktır. İnsan yaratıcısını hatırlamazsa elbette yaptığı şeylere dikkat etmez. Çünkü ilahî iradeyi hesaba katmaz, kendi bildiğini okur. İçinde bulunduğu duruma ve hislerine göre hareket eder, kendini ilahî terazide sınama ihtiyacı duymaz. Halbuki insan gönlünde sürekli Rabbini taşısa yavaş yavaş günahlardan uzaklaşır ve hatırladığı şeyler onu hep daha güzel davranmaya sevk eder.
Anahtar O’nun isimleri
Zikirde amaç Allah’ı hatırımızdan çıkarmamak olsa da bu makama ulaşmanın yolu Allah’ın isimlerini söylemekten geçer. Zaten zikir kelimesinin anlamlarından biri de budur.
Araf suresinde “Rabbini gönlünden korkarak, içinden hafif bir sesle sabah akşam zikret, gafillerden olma.” buyrulur.
Bakara suresinde de Yüce Rabbimiz “Siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.” der. Bu ayetlerdeki zikrin Allah’ın ismini söylemek olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca kudsî hadiste “Kulum beni zikredip dudaklarını benim için kıpırdattığı müddetçe ben kulumla beraberim.” denilmiştir.
Zikir sadece zihnî bir tefekkürle olmaz. Dolayısıyla esma-i hüsnayı söylemeyi boş görmek, zikrin kalpte nasıl yer ettiğini bilmemektir. Çünkü kişinin kendine göre geliştirdiği düşünceler şeytanın vesvesesi ve nefsin boş istekleriyle karışmış olma riski taşır. Bundan korunmak, Allah dostlarının tecrübesiyle sabit olduğu üzere Allah’ın güzel isimlerindeki nur sayesinde olmaktadır. Kul adeta tevazu ve halis bir niyetle, “Ey Rabbim, senin hakkında düşüneceğim hangi şeyin daha hayırlı olduğunu bilmiyorum, seni senin bildirdiğin isimlerle anıyorum ki seni düşünürken şanına yakışmayan bir şeyi sana yöneltmeyeyim..” demektedir.
Bunun için Nakşibendîlik yolu zikir dersinde Allah’ın zatını, sıfatlarını hatta hâzır ve nâzır olduğunu bile düşünmemeyi tavsiye etmişlerdir. Sadece Allah lafzına odaklanmayı, bu lafızdaki nurdan nasiplenmeyi, Allah’ı en layık olduğu şekliyle düşünmeyi de Allah’a havale ederek tam bir kulluk halini yaşamayı öngörmüşlerdir. Bu hal için de “bütün tasavvuf şubelerinin sonda ulaşacağı bu en yüksek makam, bizim yolumuzun başıdır.” demişlerdir.
Vird ve Zikir İlişkisi
Vird her gün düzenli olarak yapılan ibadetlere verilen isimdir. Mesela her sabah namazından sonra şu duayı okuyacağım dediğimizde kendimize bir vird belirlemiş oluruz.
Virdin sistemleşmesi tasavvuf aracılığıyla olmuştur. Sufiler günü belli bölümlere ayırır, özellikle de ikiye bölerek bir kısmını ibadet, bir kısmını dünya işleri için kullanırlardı. İbadete ayırdıkları bölüme ve bu bölümde yaptıkları zikir, dua ve kıldıkları nafile namazlara vird denirdi.
Bu, bir nevi programlı yaşama alışkanlığı ile kendini disipline etme metodudur. İnsanın kendisine belli hedefler koymadan ve zamanını bu hedeflere göre düzenlemeden verimli çalışamayacağı bilinir. Tasavvuf büyükleri de insan tabiatına en uygun terbiye biçimini bulmaya çalışmışlardır. Bunun için günlük düzenli dersler belirlemiş, bu dersleri müritlerine telkin etmişlerdir. Virdlerin büyük bölümünü de zikre ayırmışlardır. Bu sebeple zamanla vird ve zikir aynı anlamda kullanılır hale gelmiştir.
Zikir, istenirse her zaman ve sayısızca yapılabilir. Fakat bir mürşidin terbiyesi altında bulunan kişiler virdlerinin şekli ve sayısı bakımından kendisine çizilen programa harfiyyen uymalıdır. Bu bir nevi doktorun verdiği ilacı, söylediği dozda kullanmak gibidir.
Diğer taraftan virdle kazanılan düzen ve disiplin, daimî zikir haline ulaşmada son derece önemli, başarısı tecrübeyle sabit bir araçtır. İnsan hiç okula gitmeden kendi başına da kitaplardan okuyarak pek çok şey öğrenebilir. Ama okullar binlerce öğrenci yetiştirmenin tecrübesiyle geliştirmiş oldukları yöntem sayesinde daha verimli olurlar. Tasavvuf yolları da manevi okullardır. Mürşitler bu okulların öğretmenleri, virdler de ders programıdır.
Semerkand Dergisi
Konular
- 31.Sûr'a Üfürülmenin Keyfiyeti
- 32.Mahşer Yeri ve Mahşer Halkının Durumu
- 33.Terlemenin Keyfiyeti
- 34.Kıyamet Günü'nün Uzunluğu
- 35.Kıyamet Günü, Dehşeti ve İsimleri
- 36.Sorgu Suâl
- 37.Mizan
- 38.Hasımlar ve Hakların İadesi
- 39.Sırat
- 40.Şefaat
- 41.Kevser Havuzu
- 42.Cehennem, Dehşeti ve Azabı
- 43.Cennet ve Çeşitli Nimetleri
- 44.Cennetin Duvarları, Toprağı, Ağaç ve Nehirleri
- 45.Cennet Ehlinin Elbiseleri, Yatakları, Sergileri, Koltukları ve Köşkleri
- 46.Cennet Ehlinin Yiyecekleri
- 47.Cennetteki Huriler ve Vildanlar
- 48.Cennet Ehlinin Vasıfları Hakkında Hadîslerde Vârid Olan Kısmî Haberler
- 49.Allah'ın Cemâline Bakmak
- 5.Uzun Emel'in Kötülenmesi, Kısa Emel'in Fazileti, Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi
- 50.Allah'ın Rahmetinin Genişliği
- 6.Uzun Emel'in Sebebi ve Çaresi
- 7.Uzun Emel ile Kısa Emel Hususunda İnsanların Durumları
- 8.Amel Hususunda Acele Etmek, Gecikme Afetinden Sakınmak
- 9.Can Çekişmenin Şiddeti ve Ölüm Anında Müstehab Olan Durumlar
- Zikir Haline Ulaşmak
- Sufi ve Sanat
- Elif-Bâ’yı Unutunca
- İmam Gazali Eserleri
- İmam Gazali ve İhya